31 Aralık 2008 Çarşamba
seneye görüşürüz esprisi yasaklanmıştır
ayrıca türkiye, ikinci bir emre kadar yasaklanıp ikinci emri gelmeyen eylem ve durumlar ülkesidir. hatta cümlenin doğasında olan mantık hatasından doalyı bilinir ki ikinci bir emir gelmeyecektir. söyle ki, konumuzu ele alacak olursak:
birinci emir: seneye görüşürüz espirisi yasaklanmıştır.
bunun ikinci emri doğal olarak bunun mantıksal tersi (logical opposite) şöyledir:
ikinci emir: seneye görüşürüz esprisi tüm yurt dahilinde, yavru vatan kıbrıs'ta ve dış temsilciliklerde yapılmalıdır. yapmayanlara sabri sarıoğlu sıfıra inip orta açacaktır.
30 Aralık 2008 Salı
Kıskançlık.
O yüzden ben de bu yazımda Kardeşler Kuaför Salonu' ndan bahsedicem. Siz de orayı görmediniz çünkü. Kardeşler Kuaför Salonu kendimi bildim bileli Kurudere ile Çınarlı kavşağında faaliyet gösterir. İçeride fön makinaları, çeşit çeşit saç için spreyler, saçları alüminyum folyoya sarılmış teyzeler, saç boyası katalogları falan var. Gidilcek yer değil. Birsürü teyze, birsürü abla, sürekli bir Avon, bir orflime muhabbeti...
Ühüh. Övemedim.. Övemedim..
soner arıca misali kaybolup gitmek
neyse, yavaş yavaş silindi gitti piyasadan soner. alnın ön kısmındaki saçlar döküldükçe daha bir görünmez oldu. ayrıca, soner'in garip bir huyu vardı, dökülen saçlarını yüzüne fondöten sürerek kapatmaya çalışırdı. garip bir insandı açıkçası. hıh. (hay deli çocuk gülüşü) her dökülen telde, daha bir abandı fondötene. en son televizyonda gördüğümde, babamla çok manidar, dersler alınması gereken bir tartışma yaşamıştık:
+ yavrum, bugün öğretmeninle konuştum, tarihten kalacakmışsın.
- her şey bitmedi henüz. son sınavdan 100 alırsam, sözlüme 100 verirse, bir kulağımızda napoli - udinese maçında olacak. oradan gelecek iyi haber, beni en üçüncü iyiler arasında finalist yapacak.(dayak korkusu maksimumda)
+ saçmalama git ders çalış.
evet, soner'i kimse takmamıştı bizim evde. soner bunu haketmiyordu.
buradan boyalı basına sesleniyorum: bu adamı bulun. ayrıca kendisinin "bir umut" albümünden, aynı adı taşıyan kuzeninin yazdığı "kurnazlık in pasiflik out" şarkısını dinleyin. enfes.
andy warhol'un bir sözü ile bitiriyorum:
"herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacak ama ben vallah bu soner arıca'dan bi bok anlamadım, billah anlamadım"
Süngerler ve insanlar üzerine
Başlıkta yazan süngerden kasıt tabii ki sünger gibi içen insanlar değil(Bi şerif abi değil - ehliyet sınavına girmiş pazar günü
Eski bir dost söylemişti ilk bunu, bir bulaşık sohbeti içerisinde
İçerde kalan her şey süngerler gibi insanları da yıpratıyor farkında olmadan. İçinize attığınız en ufak dertler bile sizin daha kolay eskimenize sebep oluyor. Umursamayın, ben öyle yapıyorum...
Salihlinin en güzel mekanı Rebeka
Üzerine sohbetler olur her gidilen barda
Ne oranın tadını, ne sıcaklığını buldum uzaklarda
Gitmek ister tüm müdavimler oraya her hafta
Eskiden toplanırdık her tatilde bayramda
Rebeka kendine aşık ettin zamanla
Atma içine kardeşim, söyle ağzına ne geliyorsa! Delirtmeyin adamı. Bu sanatın en güzel örneklerini dedem gösterir. Hiç bişeyi dert etmez direk sana söyler sen dert edersin. Ule aklıma da örnek gelmedi, gelince eklicem şimdi sessiz sakin teraziyi tıklayalım artı repleri verelim.
ps: bu kadar zaman da böyle saçma yazı, kafam güzel herhalde benim...
17:05
29 Aralık 2008 Pazartesi
türk sinemasındaki "ölürse film biter"cilik akımı
"ölürse film biter"ciler, 'bireyin duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine simgelerle yüklü ve örtük bir dille anlatmayı amaçlar' demek isterdim ama bariz aparkatlarla anlatırlar. bireyin çıkmazlarını, hoyrat yaşanmışlıklarını nefisler nefisi uçan tekmeler, karın boşluğuna sert ve kusturucu yumruklarla ifade ederler. cüneyt arkın, bir filminde "bu ellerle mi?" diye sorması bu akımdaki şüpheciliğin ve goygoyculuğun en iyi örnekleridir. misal, bir yakaroğlan çıkıp da "yok baba, sende iş bitmiş, o ellerle osbir bile çekilmez, ben köse turan'a sorayım" demez. bu akım, "ölürse film biter"cilerin "evet o ellerle"ciler alt koludur. "ölürse film biter"ciler, alman dışavurumculuğunu kendilerince yeni bir yorum getirmişler (daha doğrusu kaba et tabir edilen anüsten anlamışlar) ve dışa dışa vurmak suretiyle sanatlarını icra etmişlerdir. o yüzden ki, çocuklar sokak aralarındaki kavga simulasyonlarında "dışa! dışa!" vurup efekt verirler.
biliyoruz ki bir yerlerde hala çocuklar ağızlarıyla efekt veriyorlar. işte bu bizim hikayemiz, öyle saf öyle temiz.
israil, attığın bombalar bir tarafına girsin
kelimeler kifayetsiz kalıyor yapılan katliama, ağız dolusu küfürler bile yetmiyor israil yönetimine?
geçtim insanlığı, vicdanı; hangi savaş hukuku, hangi uluslararası anlaşma maddesi; sivillerin üzerine bomba atmayı yasal veya meşru kılıyor?
veya ne kadardır bir insan yaşamının değeri? ağzımda tonlarca küfür var, siz ve sizin gibilere; s.keyim dünyanızı da, paranızı da, bombanızı da; dünya üzerindeki 6 milyar insan koysun g.tünüze.
yok yetmiyor, hesap sorulacaktır ama; yüzünüz tükürüklere boğulacaktır, yakındır sonunuz. elinizden geleni ardınıza koymayın şerefsizler, dünya atacak üzerinden sizi.
26 Aralık 2008 Cuma
yağmurda koşan mı daha çok ıslanır yoksa yumurta mı tavuktan çıkar?
kafa karşıklığı, intizam ile kardeştir. beklenilen aksine kaos ile düşmandır. kafa karışıklığı hiçbir zaman kaos yaratmaz ama ülkede. yunanistan'daki gibi bir isyan olmaz. kafa karışıklığı düzenidir yaşanan, herkesin rolü kafasının karışık olmasıdır. bazı zamanlar, birtakım büyükler, kafası netleşen insanların kafasını tekrardan karıştırmak için müdahelelerde bulunur, ki bunlar bizi 10 yıl geriye götürdüğü söylense de, giden insanlıktır, insanı insan yapan düşüncedir.
kafa karışıklığı unutkanlık ile arkadaştır. toplumsal hafıza zayıflar, unutulmak istenir, unutturulur, hatırlatanlar gözden kaybolur birer. unutma menzilimiz 10 yıllardan günler seviyesine düşmüştür. polis kurşunu ile ölen yüzlerce örnek varken, hatta dün bile olmuşken, yaygın görüş, polisin şüpheli durumlarda adam vurma yetkisinin gerekli olduğudur. veya sivas yangını, maraş ve çorum katliamları unutulur; siyasal islam, şövenist söylemler, ırkçılık hep prim toplar. farklı düşünceler linç edilir. kafa burada nettir işte. linç, kafası karşıklar ülkesinde sabit ve olması gerekendir. ülkücüler satırla yaparken hıncal uluç köşe yazılarıyla tetikler linci.
kafa karışıklığı, geri zekalılık ister yanına. "düşünmeyen - sorgulamayan" kalıbını da kullanmak istemiyorum ama maalesef kullanacağım, "düşünmeyen - sorgulamayan" insanların vücuduna işler, neden? sorusunu sevmez, noldu? sorusunun cevabını çarptırır. geri zekalılaştırır, toplumsal iq'yu yerle bir eder. bunu kahı ilaçlar, içkiler, haplar, uyuşturucular ile dolaylı yoldan yaparken; tüketim ve televizyonla alttan alta işler. ve her zaman geri zekalılığın tüketin ve televizyonla geleni daha tehlikelidir, sinsi gibi işler vücüda, çıkmayacasına.
kafa karışıklığı ülkesinde, zararsız bir yazı. zararsız olduğu kadar da kafası karışık bir yazı. sabahtan beri aklımda şu soru vardı: "yağmurda koşan mı daha çok ıslanır yoksa yumurta mı tavuktan çıkar yoksa 5 kile pamuk mu daha ağırdır?" insan cevaplarken zorlanıyor açıkçası.
24 Aralık 2008 Çarşamba
La Gazetta Della Sport
Dikkatleri başlığa çekerek okumalarını sağlamayı düşünüyorum.
Yazım:
Siz niye yazmıyorsunuz sevgi pıtırcığı yöneticilerim, gönüllerin prens ve prensesi, sabahların seda sayanları. Ama ailenin en küçüğü Habp a çemkirmeye geldi mi, hemen olay yerindesiniz. Ayrı ayrı odalarına çağırıp favorilerimden tutup çektikleri, hatta müdür -bulamadığı cetvelini ararken bile saf duygularımla yerini gösterip akabinde- muazzam el hareketi yaptırıp sonra parmak uçlarıma parmak uçlarıma cetvelinen vurmuştur. Dayak yediğim alenen açık ve nettir. İş bu dayaktan önce nöbetçi yazarla bizleri odasına çağırmaktadır. Delillerim deneme ekindedir. [Avukat olmayı çok isterdim ya.] /Deneme Eki her çarşamba cuma gazetenizle birlikte bayinizde.\
Yazımın Özeti: Rebeka nın en önemli personeli Şerif abi asla fotomaç okumaz.
Yöneticiler tarafından çaylak yapılmamak için gerekli tanım:
www.gazzetta.it internet adresine sahip spor gazetesi (spor gazetesi olduğu konusunda şüphelerim Benjcev(dahi anlamındaki Benjcev ayrı yazılır >Yine yaLNış yapmış olabilirim, korkuyorum:<) yok değil. Ne bileyim ya...).
DipNot: Adını google da arayıp bulmuşundur sen diyen Benjcev lakaplı arkadaşım, benim sporla alakamın ne kadar çok iyi olduğunu pek iyi biliyorsun ve spekülasyon yaratmaya çalışıyorsun. Ya da çalışıyorum.
22 Aralık 2008 Pazartesi
deneme
aha valla çıkıyor. nöbetçi yazar, yazarları odama çağır. ceketli ali dayi'yi bir yönetici olduğu için, o hariç tabi.
İki mikrofon iki adam tek kadın
Salihli kaldırmaz aga. Bu ülkenin en moderin, en gelişmiş, en farklı düşünce ve yapıları içinde bulunduran salli bile kaldırmaz zannımca. Gerçi eskiler bilir kahve önünde anahtar atıp yerden anahtarını alan genci. Salli bu kaldırır her yapıyı.
Klibin başından sonuna kadar devamlı bi mikrofonu çaldıracakmış hissi var şarkıyı söyleyenlerde. Kimseye kaptırmamak için devamlı tutuyorlar. Ya da belkide birbirlerine kaptırmamak için olabilir bu uğraş.
Güzel bi aşk şarkısı, ama söyleyenlerin birbirlerine bakarak klip yapmaları, insanın aklına türlü türlü şeyler getiriyor. Benim aklıma bi ton şey geldi misal; zeki, halı saha maçı, kipa, snickers, var mısın yok musun, şelale kebap, c#, patlıcan kebap, sigara, ezogelin corbası....
Senin için kötü be okuyucu!
Ne var yani adamlar titanik gibi sandalın önünde durup şarkı söylüyorlarsa, ne var yani?
Cillop gibi klip olmuş valla! Severek okuyoruz.
18 Aralık 2008 Perşembe
16 Aralık 2008 Salı
Yine mi
Masaya tabak bırakan bir kişi var. Neattırıverdiği pek seçilmiyor:
http://www.dailymotion.com/video/x72wou_yeni-rak-reklam-filmi_shortfilms
15 Aralık 2008 Pazartesi
Aksisözlük' ün Kazandırdıkları
1. Bilmem farkında mısınız ama sözlüğümüzün ayarlar bölümünde ceketli ali dayi için yönetici ibaresi kullanılmış. nerden bileceksiniz? benjcev hırsıyla, şahsi çıkarlarıyla, entrikalarıyla yöneticiliğimi harcadı. halbüsü sözlüğü kurarken "seni de yönetici yapıverem tatlım" demişti. sonradan first lady olduk çıktık. diyeceğim o ki böyle naçizane bir ortamda, dıravdan da olsa yönetici konumunda bulunmaktayım. bu benim ilk ve son yöneticiliğim. herhangi bir müdüriyete gelemem gayrı ben. bunu bana yaşatan aksi sözlük oldu.
2. Son zamanlarda çok aksi tavırlar sergilemeye başladım. Özellikle aksisözlük yazarlarına karşı sert bir tutum içerisindeyim.
Bayramda ErdEm'e "Sevgilime suç atıyorsun" diye sesimi yükselttim.
Habp'e "Sen Cafersin" dedim.
benjcev'e "Ben senin için alışkanlık haline geldim artık" demeye getirdim, sallamadı. İtişmeleri gerçek hayata yansıtacak kadar etkilendim son dönemdeki kaos ortamından.
Ayrıca benjcev'in haftalar süren aidat mücadelesi yüzünden gözümü para bürüdü.
3. Yorumlar beni güçlendirdi. oha. Ama hakikaten yazılara anında dönüt olanağı sitemizin en faideli fonksiyonu bence. dönüt çok farklı çağrışımlara sebep olabilir. Buradan küçücük ve sevimli bir insan yavrusu için dölüt tabirini kullanan tıp dünyasını kınıyorum.
4. Balığın kahvesinde kitaplık olduğunu öğrendim. Bu benim gibi bir eğitimci için harika bir haberdi. Sonuçta Almanlar günde 24 dakika kitap okuyorlar.
5. Küçük de olsa bir sözlüğü öylesine sevdim ki, geri kalan tüm sözlükleri bıraktım.
katı olan her şey buharlaşıyor
evet efendim. katı olan her şeyin buharlaştığını bugün anladım. eskiden abd başkanlarına süikastlar düzenlenir, bunlar ya son anda engellenir (nixon örneğinde olduğu gibi) ya da başarıyla sonuçlanırdı (kennedy'ler. ulan bu kennedy'ler de ne gerzek aileymiş be, sen koskoca süper güç abd'nin başkanı ol, 2 tane başkan çıakr sülaleden, ama paso süikasta kurban git. olcek iş mi?) ama bugün olan olay ise, tam bir faciaydı. umudum kırıldı. ilk defa bir abd başkanına süikast yerine ayakkabı fırlatıldı. sanki bush abd başkanı değildi de, gizli gizli sigara içerken babasına yakalanmış ergen genç, osbirci sivilceli adamdı.
şu sahne her şeyi anlatıyor:
birader yalnız el maliki'nin de umarsızlığı, dünya s.kime minare g.tüme tavrı da çpk pis be abi. ayrıca, bush'un muhteşem refleksi (11 eylül'ün hemen akabinde afganistan'ı işgal etmesi), hava hakimiyeti (incirlik üssü), karşıdan gelen poazisyonlardaki zaafiyeti (11 eylül yine) eskiden bir kaleci olduğuna delalet. ama ayakkabıdan bir ceylan gibi kaçışı ise görülmeye değerdi.
konuyu bağlayacak olursak: emperyalizme karşı kundura!
Yazarlar Nerede?
Eskiden hergün düzinelerce yazı yazılırdı, sağ frame kendinden geçerdi napıcağını şaşırırdı.
Peki ya şimdi?
Sanırım bu bayram löp löp et, baklava faslı yaramadı bu yazarlara.
***********
Bayramda Benjcev le, gelen bir telefonla hacklenmiş olan siteyi tekrardan ele geçirme çalışmalarımız oldu. Zaman zaman daralsak da 20 dklık bir çalışma, küçük bir yazılım ve mükemmel yöneticimiz Benjcev in dehasıyla siteyi eski haline getirmeyi başardık. Şimdi sitenin ismini verip rencide etmek bize yakışmaz.
***********
Toplu bir zirve yapamadık! Devamlı farklı 3 ve 2 li kombinasyonlar şeklinde 8 günde 50 nin üzerinde zirve yapıldı.
***********
Zirvelerin genelinde sözlüğü nasıl ilerletebiliriz bu tartışıldı, ama cimri yönetici Benjcev bir sekreter tutmadığı için hiç bir şey kağıda dökülmedi, kağıda dökülmeyen fikirler de içilen biralarla uçtu gitti.
***********
Benjcev'in son gün yaptığı çakallık gözlerden kaçmadı. Bütün bayram elini cebine atmayan, atsa da ancak cuwara çıkaran mükemmel adam, son gün haceliz geldiğimden beri para harcatmıyonuz bunu ben verem dedi. Dediği hesap ta 2 bira bi finston layt. Onu da evine giderken tek başına içmek için aldı.
***********
Afedersiniz ama evin azına sıçmışız.
***********
İzmir de yapılan son zirve enfes geçti. Muazzam yerlere gidildi, süper insanlar görüldü. Erdem nickli yazarın ne kadar tanınan biri olduğu bir kez daha anlaşıldı.
***********
Unutmadan Ceketli Ali Dayı da bütün morallerimi bozdu neyse yingemin canı sağolsun.
***********
Yıldızları kopyala yapıştırla yapmadım hepsi el emeği göz nuru, eksiği gediği varsa haber verin düzeltivereyim.
Süper bir bayram geçirttiniz. Bütün yazarlara teşekkürler.
Ben bizzat kendim DAHİL.
5 Aralık 2008 Cuma
çömelmiş adam
biraz önce, isim verip reklama girsin, binlerce okuyanımız olduğu içün haksız rekabet olmasın istemiyorum, çalıştığım şirkette, acil durum tatbikatı oldu. nedir acil durumlar? işte midende hazımsızlık, fermuarı açık unutma, deprem, yangın, sonra sel baskını, çığ düşmesi, teelvizyonda kral tv'nin açılması, süleyman demirel- nazmiye demirel çiftinin cinsel yaşamı gibi acil durumlarda yapılması gerekenleri yaptık.
ama birader, ben sana diyiverem, her acil durumda ilk yapılması gereken eylem çömelmek. ulan deprem oluyor, ateşler çıkıyor; sanki bize köpek saldırmışçasına muamele ediyoruz, çömeliyoruz, belki de çömeşiyoruz. (çömeşmek işteş bir fiildir, karşılıklı çömelmek anlamına gelir)
hayır, biraz önce "büzinus müzınıs" diye aksanlı aksanlı inglizce konuşan adamın çömeşip kafasında klasörle gülümsediğini görünce, insanın hali hazırda tiskinmiş olduğu kapitalizme küfürler yağdırası geliyor.
bence marx'ın das kapital'i yazmasında bu adamın etkisi büyük. bir marx, bir engels bu adamlar kolay bulunan adamlar değil. baksan sakal bırakmış adam. yazıma marx'ın "komünist manifesto"sundaki sözlere ithafen şu cümleyle bitiryorum:
"avrupa'da bir hayalet dolaşıyor. çömelmiş adam hayaleti."
...yemekli kına gecesi yapılacaktır
arkadaşlar söyleyin bana, kulunuz köleniz olayım, bu çiftin düğün davetiyesinde yukarıdaki cümle yazıyor mudur? bu çift, demir yemek masalarıyla bezenmiş sokakta mı evlenmişler, ha diyiverin bana? bir hayat koskoca yalanlar ve manipülasyonlarla geçiyor.
böyle biten cümleleri kaç kere okuduk hayatımız boyunca, yaklaşık 100 cm2'lik kağıtlarda? kaç kişinin aşk yolundaki en önemli dönemeci olan düğün/evlilik mutluluğuna "yemekli" kelimesi ile bizi zorla ortak ettiler?
zorla ak etekli, türkü bakışlı analarımızın, çilekeş analarımızın saçlarını simlediler, ses etmedik; küçük kardeşlerimizi sünnetlikleri, saçma gelinlikleri ile getirdiler düğüne, olur dedik bağrımıza taş bastık; topuz ettiler bacılarımızın, ablalarımızın saçlarını, gözyaşlarımızı içimize döktük; kurbağalama modelinden başka oynama stil bilmeyen babalarımızı amcalarımızı pistlerde yavrusnu kaybetmiş zebraya çevirdiler, görmezden geldik; abilerimizi, gençlerimizi sarhoş edip, kravatı kafalarına kravat, bellerine ceket bağladılar, uzaklara daldık.
sırf şu sihirli üç kelime, sekiz hece için: "yemekli kına gecesi". nedir bu yemekli kına gecesi? bu düğün çorbasının, keşkeğin ve taze fasulye'nin içindeki etken madde nedir ki biz bu hale geldik? ne zaman başlamıştı bu havlu uğruna katlanılan konvoylar, düğün alayları, beceriksiz damat halayları?
4 Aralık 2008 Perşembe
c vitamini eksikliği
ayrıca, ilaç kullanırsan bir haftada, kullanmazsan 7 günde geçen hastalık gibi gıcık şekilde tanımlanan gribi geçirmek için portakal-mandalin'e başvuran bir milletiz. peki ya ne olacağıdı? bilmiyorum.
damar damar üstüne binmesi gibi bir rahatsızlık da var. çok korkuyorum.
2 Aralık 2008 Salı
Hi to California
Dear reader from California,
I am happy, very very happy. Ask why i am happy. Because when i look the map which shows as readers locality, i see that someone read us from California.
Take care yourself.
Habp.
Ps: Say hi to Arnold Schwarzenegger.
Çevirisi ingilizcesi benden kötü olan insan varsa diye:
Kaliforniyadan okuyucu değerli,
Mutluyum, çok mutluyum, k.çımın kanatları vuruyor birbirine. Sor neden mutluyum. Çünkü the haritaya baktığımda ki bu harita hangi harita? Bize siteye girenlerin mekanlarını gösteren harita, kaliforniyadan(from) birinin bizi okuduğunu gördüm.
Kendine care(dert, tasa, kaygı, önem) al.
Habp.
Not: Arnold Schwarzenegger e hi de.
"g.t benjcev" etiketi hakkında
"kötü söz sahibine aittir" derler, hatta olay daha da gıcıklaşırsa "kendi diyen kendidir" derler, iyice çirkinleşirse mevzu "aynaaaa" derler. ben buradan ErdEm'e sesleniyorum:
o laflar boy boy, yaşasın backstreet boy (en son grup dağılmış, grupta sadece en tipsizlerini nöbetçi bırakmışlar diye duydum, o yüzden çoğul eki yok)
not: kimse, bizim orada "g.te g.t derler" diye yorum yapmasın, silerim. bizim orada "göte göt derler", sansürlemezler. çünkü hoş olmaz.
ayrıca, böyle sanal gündemler yaratıp, aslında sıkı-fıkı olan arkadaşlarımla danışıklı-dövüşüklü-dıbışıklı işler çevirip siteyi canlı tuttuğuma dair eleştiriler alıyorum. yok öyle bir şey, 20 yıllık arkadaşım, g.t benjcev diye etiket koymuşsa, ben arkadaşlığımı sorgularım arkadaş.
28 Kasım 2008 Cuma
Şok Şok Şok
Flaş! Flaş! Flaş!
Akside yaklaşan seçimler, yöneticilerden benjcev kod adlı yazarın karalama kampanyalarına başlamasını tetikledi.
"Cevap Veriyorum" başlıklı asılsız yazısında yayınladığı telefon görüşmeleri Az Sonra.
(Daktilo sesleri ile) Bunu da mı görecektik!
Yaklaşan seçimlerde iktidarı kaybetmeye MAHKUM benjcev olayları saptırarak yeni lider adayı Erdem i karalama çalışmalarına başladı. Aralarında geçen çok gizli telefon görüşmesine aksisozluk ulaştı.
B: haceliz naber?
E: ne var!
B: fafaliz galatasaray maçına gelsene birlikte gideriz ya da sen gidersin ben beklerim seni dışarıda.
E: ne alakası var! Muhabbet açmak için atmayacağın takla yok!
B: Hey be ne günlerdi kapalıda minderde top oynadığımız zamanlar.
E: hııı
B: valla en güzel sen oynuyordun zaten, futbolunla tribünleri coştururdun. Bizi kendine hayran bırakırdın.
E: yıkamayı bırak istersen.
B: Hacı direk konuya giriyorum. Aksiye dön lütfen. Sen gittin okur sayımız yerlerde, Habp devamlı tripte, ceketli ali dayı erdem gelmezse tekmeyi yersin dedi. Çoluk çocuk perişan.
E: hacı yaptıkların affedilemez.
B: abi haklısın haddimi aştım biraz ama diğer yazarlar için okurların için dön.
E: bakarız.
B: sağolasın bebişim.
E: bebişim benim lafım. ayrıca tamam demedim. düşünücem!
B: hacı valla geleceğim tehlikede, yingen tekmeyi basıcak, seni kaybetmek üzereyim, Habp desen ayrı dert.
E: valla onların hatrı olmasa gelmezdim biliyon.
B: sağol biraderim.
E: şimdi müsadenle çalışıcam. kendine iyi bak. Birde her defasıda çaldırıp durma parana kıyda bi kere sen ara. Cimri.
B: Haceliz aidatlarla tel faturasını ödi..
dıt dıt dıt ddıııııııt.
Söz sende sayın Sarıoğlu.
cevap veriyorum
e: hacı naber yaa? bebişim.
b: iyidir. senden?
e: nolsun ya? benim yazımın başlığını değiştirmişsin.
b: başlığı yoktu ki onun.
e: eheh. iyi olmuş o zaman. bu ara site süper olmuş. ellerine sağlık.
b: daha iyileştirmeler olacak, aidatlar gelsin bir hele.
e: ya ben habp'le konuştum, o verecek. borcu var onun bana.
b: tamam abi.
e: vermedi gitti borcunu argideş. ne adammış ya.
b: verir ya. ödeşirsiniz. abi benim biraz işim var. sonra da maça gideceğim.
e: istiyorsan sitede bana moderatörlük ver. hakkıyla icra ederim bu işi.
b: yok daha neler!
e: eheh. haklısın. bu ara yazılarını çok beğeniyorum.
b: :) benim işim var abi.
e: bu ara site çok güzel olmuş. yazımın başlığını da iyi ki değiştirmişsin de bir yazım, erdem'e tıklayınca çıkmıyor.
b: hallettim ben onu abi. çıkıyor şimdi. benim işim var abi.
e: tamam hacım. sağolasın. büyük emekler harcıyorsun. bir moderatörlük versen bu sistemde bana.
b: abi benim işim var görüşürüz.
benjcev çevrimdışı.
e: yavşaksın olm sen.
çevrimdışıyken ileti aldınız.
b: daha gitmedim olm.
e: eheh. arkadaşa yazayım derken, sana yolladım abi. kusura bakma.
b: hadi eyvallah.
e: çok büyük şerefsizsin. nah alırsın 5ytl'yi.
b: hala burdayım.
27 Kasım 2008 Perşembe
esef ve şiddet
uzun süredir aksiye yazmıyorum. elbette ki ceketli ve habp gibi değerli yazarlar, yokluğumu farketmemenize neden olmuştur. o yüzden yokluğumu belirtme gereği duydum!
evet yoktum arkadaşlar. yoktum zira moderatorlerden bencjevle ciddi fikir ayrılıklarına sahiptik. bencjev'i devlet dairesine koy "bugün git yarın gel" der, tansaşa satış elemanı olarak yerleştir "müdür bu, buna konuş" diye çemkirir, berbere koy saçını kesme bahanesiyle sürttürür. bencjev böyle bi adamdır. doğal olarak anlaşamadığımız noktalar söz konusu.
ben de bundan mütevellit, bir müddet yazmama kararı aldım. ama bencjev, bundan da anlamadı! habp, "erdem yok! hayırdır?" dedi; benjcev "hehee, dün konuştum iyiymiş. avea kamu hattı kullanan adam, ortadan kaybolmaz merak etmeyin" diye geçiştirdi. üstelik benim bir avukat olduğumu bilmesine rağmen, işimde telefon görüşmelerimin önemini bilmesine rağmen, çenemden para kazandığımı bilmesine rağmen.. işte bu "sığlıkta" bi insanla çalışarak yazılarımızı size ulaştırmaya çalışıyoruz ve evet gerçekten de çok zor oluyor.
bununla da kalmadı başımıza gelenler! ona buna dikkat çekmekten ve para istemekten başka yöneticiliğe dair hiç bir icraat ortaya koymayan benjcev, eleştirilerimden biraz da olsa etkilenmiş olsa gerek, sitede bazı yeniliklere imza attı. açıkçası bu yeni haliyle aksi, bi s.ke benzememiş.
ve en son olarak bu yazıyı hazırlamama neden olan tavırla karşılaştım bugün! eleştirilmeye tahammülü olmayan benjcev, beni sindirerek sözlükten dışlamaya çalııyor. önce, bana ait başlıksız bi yazıya kafasına göre başlık atıp yayınladı(şojuk) ve şimdi de bi yazımı resmen sümen altı yaptı. evet, aksinin santralini kilitleyen "denize bakan kale" adlı yazım ne yazık ki sözlükten kaldırıldı.
tabi ben kayıtsız kalmadım buna! düzeltilmesini talep ettim kendisinden "ya kusura bakma, atlamışız, düzeltiriz" deyip geçiştirdi. bu olaya dair tepkimi, bu akşam bi yazıyla koyacağımı belirttiğimdeyse "s.ktir lan bugun gs macı var, yazı falan yazılmaz" dedi.
şunun farkındayım ki aksi yazarları üzerine ciddi oyunlar oynanıyor. sindirilmek, sözlükten dışlanmak isteniyoruz. ancak kazanamayacaklar! burda kalacağız! kalıp savaşacağız! birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, tüm yazar arkadaşları örgütlü harekete çağırıyorum!
şahsıma ve değerli yazar arkadaşlarıma karşı sergilenen tavr, esef ve şiddetle kınıyorum!
terzi
google'u araştırdım ve terzi resimlerine baktım. hepsi o kadar birbirine benziyordu ki, en farklı 4 tanesini seçtim.
ama tabi, terziliğin fiziksel görünümünün yarattığı psikolojik hengame dışında manevi olarak da dükkanın verdiği bir huzura ve "terzi suratı" naifliğinin verdiği bir huşuya da değinmek gerekiyor. inanılmaz bir dingin ortam, kesinlikle radyodan çalınan eski bir şarkı, duvarda tuttuğu takımın 88-89 sezonuna ait posteri, tül perdeler ve kumaş ve sabun kokusu. tek teknolojik alet diyebileceğimiz bir dikiş makinası, ki o da sadece mekanik. her nesne doğal, aynı terzi amcanın samimiyeti gibi.
26 Kasım 2008 Çarşamba
Kayıp Aranıyor
Acaba bu kaçışın, kendini geri çekmesinin sebebi ne?
Acaba Yönetimin sıkı aidat parası ısrarına bir tepki olarak mı sözlüğe girmiyor?
Yazarın Son Yazısının Sırrı Ne?
Görenlerin yanaklarından tutup gözlerinin taaaa içine bakarak "Neredesin Haceliz?",
Duyanların efkarlanıp sigaralarını yaktıktan sonra "Ne Buğulu? Ne Güzel Bir Ses" demelerini rica ediyorum...
24 Kasım 2008 Pazartesi
yazarlarımız
okurlarımız hafta içi mail yağmuruna tuttu beni. Spam Mail klasörüne düşen ve sapıkça gelen maillerden anladığım kadarıyla bizi düzgün insanlar takip etmiyor. veya spam maillere güvenmemek lazım.
aşağıda yazarlarımızın toplu resmini göreceksiniz.
1. yönetici benjcev, bir güneş gibi yazar ailesinin üzerinde parlıyor ve onları koruyor. tırt gibi ama biraz.
2. yazar benjcev, sarhoş ve buna rağmen kendine güvenli.
3. ceketli ali dayi, benjcev'e göz kulak olan biri. her zaman yanında.
4. erdem. halil pazarlama a.ş'nin genel müdürü. kızgın ve sert. hızlı ve öfkeli. tokyo draft. yeri geldiğinde mağrur.
5. habp. bir lokomotif, olmazsa olmazı. yok lan aslında seni de kapıcı yaptık ama halil pazarlama'nın varisisin. dur lan hemen kızma.
resimdeki diğerleri ise, kalabalık olsun diye koyduğumuz halit akçatepe maketi, dükkanların girişinde duran komi maketi ve yoldan geçip kameramıza takılan ilginç şahıslardır.
şeytan diyor
Aidat konusunda ısrarcı ve kesin tutumundan dolayı yöneticileri teprik ediyor toplamarken başarılar diliyorum.
Peki şeytan ne diyor? Evet şeytan söz sende;
-Ule vericeksin yöneticinin eline 50 YTL (31$)(20avro) 10 yıl aidat istemesin.
-Acaba bu aidatları verirsek her ay ister mi bu müsibet yönetici?
-Sözlüğü satın almak ne kadara patlar acaba?
-www.ozaksisozluk.net, www.hayaksisozluk.net domainleri alınmış mıdır ki?
-Yaklaşan yerel seçimlerde yöneticiliğe adaylığımı koysam mı acaba?
bu gurur hepimizin / basında biz
evet arkadaşlar bu gurur hepimizin. sizi eleştirmeyi bildiğim gibi, yeri gelince tebrik etmesini de biliyorum. google'da "aksi sözlük" diye aratınca 8.sırada çıkıyoruz. bence zirvedeyken bırakalım. efsane olduk efsane.
5 ytl'ler gelseydi, belki bu ekşi sözlük gibi, efendime söylim wikipedia gibi devlerle yarışabilecektik. ama wiki'ye bakıyorsun 3 milyon ytl bağış toplamış yazarlarından, bize bakıyorsun yazarlarımız 5 ytl'yi bile vermekten öykünüyorlar, ırrım tırrım ediyorlar. bu gurur sizin falan değil. bu gurur kimin la? ortalıklarda gururunuzu bırakmayın. bırakın bu deli gururu.
aha basında biz sayfasında da bu var. bir an için heyecanlandınız, itiraf edin. bilhassa aranızda bazıları, aha kesin benden bahsetmişlerdir diye dıkladılar habere. maalesef bizden bahsetmiyorlar. ama olsun.
biraz daha dikkat.
lütfen.
23 Kasım 2008 Pazar
"Aşk" ise..
Herhangi bir günde bile, ondan çok çok uzaktayken, hatta o uyurken, sesini bile bana ulaştıramazken, sadece hayatımdaki varlığıyla yaşayabileceğim en güzel günü yaşatabildiği için benjcev'e teşekkür ederim.
"benjcev diyince mouse elden düşüyor. gözlerim görmüyor, klavyem şaşıyor." Anca bu sözler çıkıyor, esas içimden geçenlerin yerine.
Aşığım..
22 Kasım 2008 Cumartesi
etiketler
aha kötü etiketlere örnekler: 'over face, over near, under below, just gimme a kiss hun'. ya sen Habp, Salihli Belediye Spor Bayan Voleybol Takımı diye etiket konur mu lan? ben yazılarımda o kadar kelime kullanmıyorum, sen etiket yapmışsın. insan okuyacak bunları insan. kütüphaneci değil. açarsın "veleybol" diye etiketini, ben de yazarım altına, piknikte veleybol maceralarımı. plajdaki veleybol anılarımı.
baba bravo! bu son uyarım. ha 5 ytl'yi verin, o zaman işin rengi değişir aga. işte o zaman işin rengi değişir. açın "gerzek benjcev" diye etiketinizi ben açıveririm sizin yerinize. ama 5 ytl olmadan olmaz bu işler.
evet, müdürünüz benjcev.
biraz daha dikkat.
ücretlerini uzatmayanlar
ben galiba tam anlaşılamadım. hala aranızda "iki bira ısmarlarım, ödeşirik", yok "baba 3'ün 5'in hesabını mı yapıyorsun, 3 yıl biriksin toptan 20 veririz" gibi sözler ediliyor.
ha ben bilmiyorum, kurulmuş koca sisteme girip takılmayı. ben bilmiyorum, iki satır ortaya laf aedip bir köşeye çekilmeyi. ben burada koca bir sistem yönetiyorum, insanlarla uğraşıyorum, enişteler geliyor "şu çocuğu sizin bloga yazdıralım" diyor, onlarla uğraşıyorum. gecemi gündüzüme kattım bu büyük ve karmaşık sistemi kurmak için. sistem diyorum, 10 kere daha derim, bu bir sistemdir ve belli başlı kuralları vardır. en önemli kural, 5 ytl'ler verilcek arkadaş. bu kadar basit bir kuralı yerine getiremiyorsanız, yarın bir gün tespit yapacak olsanız, ne bok yirsiniz, ne içersiniz onu bilmiyorum.
koskoca sistemin idarecisi, benjcev.
biraz dikkat.
21 Kasım 2008 Cuma
Dutlu Sokak
Çünkü başka hiç bir sokak bu kadar meşhur değil. Ben sana Aksoy Mah. Celalettin Sokak desem bilebilecek misin? Asla.
Cadde adıyla gelsem bilirsin bak... Ama herhangi bir sokağı tarif etmeden bilemezsin. benjcev'im sen de bilemezsin. İnatlaşma bir.
Dutlu Sokak'ı meşhur eden de 'Beyaz Fırın'dır bence. Yoksa 'Düğmeci Tahir' ile şöhretlenebilecek yer değil orası. Buarada Salihlimizde "Kamil" isimli dükkan var.
Hahah...
20 Kasım 2008 Perşembe
YÜZLEŞME
19 Kasım 2008 Çarşamba
aidat
sitemizin aidatları gelmiştir. herkesten tamı tamına 5ytl topluyorum. zamanında spor parası toplamışlığım var. aranızda hatırlayanlar olacaktır, mali konularda acaip başarılıyımdır. para piyasalarına yön veririm.
evet tamı tamına 5 (yazıyla beş, el ile de resimdeki sanatçı) ytl'yi bana vermenizi rica ediyorum. buttonlar, linkler yenilenecek; şu ördek vetenire bakıtılacak, daha para kalırsa ben yerim arkadaş. onu da söyleyiverem. aranızda yine hatırlayanlarınız olacaktır, çeviri paralarını yemişliğim vardır. nevizade'de ohh mis. şaka len şaka, adam yedi paraları göz göre göre. s.ktiğimin cihangir enteli. ama bizim arkadaş onu dövmüş. bu haber, bugün borsayı rahatlattı.
bugün bir 5 ytl'yi nerelere vermiyoruz? anılarınızı, tespitlerinizi yazmaya gelince her şey çok güzel; para vermeye gelince "nakite sıkışığım abi", "bir yerdn para bekliyorum haceliz". ohh ne ala memleket. ala luna.
yönetici benjcev.
Petro
Neden şimdi Habp'e çattım? Çünki çevremde gördüğüm en gerçek Petro düşkünü insan kendisi. İki-üç defa biraraya geldik, her defasında kendimizi Petro'da bulduk. Hayır şikayetçi olduğumdan değil (aman diyem), kendisinin nasıl bir Petro sevgisi taşıdığını farkettiğimi gözler önüne sermek ve onu Petro'yu yalnız bıraktığı için kınayabilmek adına yazdım bunları. Haybeye yazdım yani.
Bizim yan komşunun abisiymiş kendisi.
Buarada ErdEm' in bir yazısında bahsettiği ibo güzel de benim teyzemin oğlu. Herkesle tanıdık çıkan insanım ben.
Razlı
Razlı bence Kaymakamlığın arkasından başlıyor. Adliyenin arkasından da başlıyor olabilir, bilemiyorum. Konuya çok hakim değilim. Ama konuya çok savcıyım. Aha bu da benden size 'emekli öğretmen esprisi' olsun.
Razlı denince akla ilk gelen şey 'cingen mahallesi' olur. Cingen mahallesi denince akla ilk gelen şeyi ise yazmıcam. Yazık günah.
Razlı denince akla ilk gelen şey Kurşunlu'dur bence. Arabanın arka koltuğundaki siyah poşetler ise Kurşunlu diyince akla ilk gelen şeylerdir. Ulan durunamadım. Nerden bulaştım bu Razlı yazısına, bilip bilmeden.
Esasen Razlı diyince aklıma ilk gelen şey teyzenin biri olmuştur hep. 'Nişanlı çiftin yanına verilen çocuk'tum o yıllar kahretsin, abimlerle bir yere bayram ziyaretine gitmiştik. Dolmuş ile dönerken yengemin anasının oturduğu koltuk sabit değildi. Şöfor de, manyak herif, çılgınca kullandığı için kadın sarsıldı yerinden. Korku içinde "Deprem mi oluyor yahu?" dedi. Gül allah gül...
Uzun lafın kısası, Razlı diyince insanın Kurşunlu'ya içmeye gidesi gelir. Bu kadar açık ve net.
17 Kasım 2008 Pazartesi
şojuk
ben bu çocuğu seviyorum argıdeş! ben, taşıdığı yüreğin hacminden fazlasına sahip bu çocuğu seviyorum!
aşkı aradık! zaman zaman 'lan boyle bişi var! yaşayanınız var mı?' diye sorduk. kimi var, kimi bilmem dedi kem küm ederek..
aşkı aradık lan! ama ararken cebine bi liste koymıcaksın.. her yeni deneyimde, o listeye bakmıcaksın kaçak kaçak. güzellik, zeka, özgüven, güvenilir olma ve zarar vermeme gibi özellikleri aramıcaksın karşındakinde; en azından hepsini birden!
kasım kasım kasılmcaksın babacım.. kendini salıverceksin biraz. burnunu indirceksin biraz beşerilere doğru!
korkmıcaksın acı çekmekten! hayata ebleh ebleh baksan da, tutuşsan da biraz oluruna bırakıcaksın..
ben seviyorum bu çocuğu! bu çocuk kadar olamadığımız için belki de.. belki de bu şaşı haliyle dalga geçtiğimiz için..
ben seviyorum bu çocuğu ve 'hangi amc.k koydu lan bu şişeyi el kadar bebeğin önüne?' diye bağırıyorum uluorta!
Salihli Belediye Spor Bayan Voleybol Takımı
Kalabalığa inanamadım. Taraftar topluluğu muhteşemdi. Kapalının bütün tribünü doluydu. Bayan voleybol maçınadır bu ilgi diye düşünürken, taraftar kitlesinin %40-45i kadar bayan izleyiciler dikkatimi çekmişti. İşte bu benim memleketim. En ufak bir taşkınlık olmadan geriye döşülen setleri çevirerek, karşılaşmayı 3-2 aldık.
Halk taraftarlığa aç. Uzun süredir futbol ve ya diğer spor dallarında güzel şeyler göremeyen salihli halkının file de yüzü gülüyor.
Daha yeni öğrendim ve kısa bir araştırma yaptım belediye spor bayan voleybol takımı hakkında.
2. lig A grubunda oynuyorlar.
lig başlangıcındaki ilk üç maçta -biraz da fiksturun kötülüğünden sanırım- ilk üç sıradaki rakiplerine yenilmişler. 4. hafta Denizlispor'u Denizli'de 3-0 yenerek kendilerine gelmiştir. Dün benim de izleme şansı yakaladığım 5. hafta karşılaşmasında UPS takımını 3-2 yenerek bu haftayı galibiyetle kapattık.
7-8 sayı geriye düşülen 2 setide taraftarın da desteğiyle çevirmeyi bilmişler, bize güzel bir oyun izlettirmişlerdir.
taraftarın tam organize olamayışı gözümden kaçmasa da karşı takım servis kullanırken ki ıslıklarla tüm stadı inletmişlerdir.
8 numaranın çok uzaklardan kullandığı servisleri, 12 numaranın inanılmaz smaçları ve takımın süper uyumuyla güzel bir karşılaşma oldu.
29 kasım 2008 saat 12:30 da tüm Salihli lileri kapalı spor salonuna bekliyorum....
EK:
6. hafta Kocaeli deplasmanında oynanan Kocaeli B.Şehir Bld. maçını 3-0 kaybetmişiz.
5 Kasım 2008 Çarşamba
Köfte ekmek-Çiğdem-YSS-Zeki Taca
Yeni Salihli Spor un fırtınalı yılları gelene gidene saydırıyor. Her zaman ki gibi maçtan bir saat önce ilk köfte ekmeğimi almış tribüne konumlanmışım. Kapalı tribünün -Ramiz turan stadyumunu bilenler için söylüyorum- tren yolu tarafındaki kaleye yakın ucundayım. İlk yarı Salli sporun kalesi tren yolu tarafındaki kale. Önümde, yani Sağ bekte 2 numaralı efsane formasıyla "zeki" oynuyor.
İlk yarının başlarında yss baskı altına alıyor ve bitiriyor karşı takımı, bende köfte ekmeğimi. Çiğdem faslına geçiyoruz. Tüm tribün çitlemekte.
Eski açık-hala da açık gerçi- çit çit çit.
Yeşil.
Beyaz.
Şampiyon.
Salihli.
Çit çit çit çit çit çit.
Devre arası ikinci köfte ekmeğime ulaşabilmek için canhıraş bi uğraş içindeyim. Sonunda alıyorum, ayranı da kaptığım gibi yerimdeyim.
---
Çok daha iyilerini yedim
Bizzat tekirdağda hatta
ama hiç birinde o kadar aç oturmadım tribüne
---
Yss oyunun kontrolunu kaybediyor atak üzerine atak yiyor. Defansın sağındaki Zeki, hata üzerine hata yapıyor. Ve tribünden ömrümün en acı, ömrümün en tatlı , ömrümün en uzun, ömrümün en kısa cümlesi çıkıyordu:
"ZEKİİİİ TACA zeki tacaaaaaa".
4 Kasım 2008 Salı
bir anı.
küçükken evimiz ramiz turan'ın ordaydı. "ramiz ne demek lan?" sorusunu izah edecek kimsem yoktu. rasim isimli arkadaşım, ramiz turan'ın önündeki boş alanda elindeki sopayı savura savura "aduket" diyerek koşardı gün boyu. geçen bayram gördüm kendisini, tahsin amca sandım.
demet isimli arkadaşım ise paso camiye gidiyordu o dönem.
ben en çok çukur kazmayı severdim. "adam tuzağı" olduğunu iddia ettiğim çukurlarım vardı. muhtemelen parlament sinema kulübünden duymuştum o sözü. annem sürekli "sokarca elini yirse görürsün" diye gözdağı verse de vazgeçemiyordum topraktan. toprak başımın belası olmuştu. paso dayak yiyordum.
yenisalihlispor-yeniturgutluspor karşılaşması olduğu bir gün orlarda biryerlerde oynarken eli taşı ve de sopalı iki grup birbirine girdi. biz tam ortalarında kalmıştık. annelerimizin yürek yakan feryatları duyuldu balkonlardan. ben de hemen "teröristler geldi" diye ortalığı velveleye verdim. kahraman babam gelip beni kurtardı. akşam abime olayı yedi defa anlattım, abarttıkça abarttım, uzattıkça uzattım, bilimkurguya soktum ordan polisiye-gerilime aldım, hatta romantik komedi bile serpiştirdim hikayeye. en sonunda "yenisalihlisporlular yendi" dedim. abimin göğsünün kabardığı her halinden belliydi.
olayın faillerinin terörist olmadığına ne ara ve kim tarafından ikna edildim hatırlayamıyorum.
deniz tarafındaki kale
31 Ekim 2008 Cuma
sözde imf karşıtlığı
efendim yıllarca belimizi bağladığımız, ebemizi sunduğumuz, yeri geldi "al buyur baba burdan yak" dediğimiz imf'ye sanki yaramazlık yapan halamızın oğlu gibi davranıyoruz ya, ben bu ülkeyi çok seviyorum. özelleştirmekten başka herhangi bir ekonomik politikası olmayan bir hükümetin başbakanından da bu beklenir. yakında şöyle bir açıklama bekliyoruz:
+ dünya bankası yetkileri ile görüşmeniz nasıl geçti?
-ümüklerini sıkarız.
+onu demiştiniz.
-sümüklerini sileriz
Babamın dayısının kızının oğlu
-bizim bi akraba da Vestel de müdürün koltuğu olmuş.
-bizim uzaktan bi akraba da Arçelik reklamında oynayan Çelik.
-Bursa mı? ya bizim halanın torunu var orada, o yardımcı olur.
-İzmir mi? gidiyosun şu adrese, Habp ı buluyosun, beni Salli den Yaren tuhafiyeden Mustafa gönderdi de, o halleder.
türevi cümleler.
Benim de çok uzak sayılmasa da akrabalık ilişkilerinde uzak fekat gönül ilişkilerinde yakın bi akrabam var. Babamın dayısının kızının oğlu; kısaca kuzen, gerçek anlamda kardeş.
Kardeşlik duygusunu yaşatanlara, sevgilerimle.
Siz kardeş misiniz?
Uzunca bir ayrılıktan sonra birleşme gecesi, benjcev in evi boş. Alınacakların listesi belirli: Camel soft - Efes şişe. Büfeye girilmiş büfeci teyzemize Camel soft denmiş karşısında kembıl mı sorusu alınmış. Bir kaç (3) tekrardan sonra kembılın ne olduğu çözümlenmiş ve evet denmiş.
Para ödenme faslı bittikten sonra teyzeden o güne kadar duyduğum kulağa, gönüle en hoş gelen soruyu duyuyorum:
-Siz kardeş misiniz?
+İkiziz teyzecim abim benden bir buçuk ay büyük.
24 Ekim 2008 Cuma
"şimdiye salli'den izmir'e gitmiştik"
belediye seçimlerinde bile bu sözü slogan haline getiren, "gabazlıların isyan partisi" (gip) adayı vardı. "kerhanaya gideceğinize; salli'den izmir'e gidin" diyordu. bu kadar netti. tabi ekonomik programı salli'den izmir'e üstüne kurulu herhangi bir parti dünya üzerinde olmadığı için, 3 oy aldı. o da salli güven muavinlerinden geldiği o kadar açıktı ki, adamlar oyu verirken elini titretmişti ve oy pusulası otobüs kolonyası kokuyordu.
lan saçmaladım, 1 saattir yazacağım diye kasıyorum. şimdiye salli'den izmir'e gitmiştim. hatta geri dönüp turgutlu'daydım. manyağım ben ya, ring atıyorum bu güzergahta.
16 Ekim 2008 Perşembe
ellerimden utandım
neyse, aldığım eğitim "ilkyardım eğitimi". tabi mevzu ilkyardım eğitimi olunca, insan hemen başından geçebilecek en tehlikeli olayları düşünüyor. tabi ben de hemen barnağımı kaldırıp "alkol komasına giren biri için neler önerirsiniz? neden alkol koması?" gibi sorular sordum. hoca derse katılımımdan dolayı ilk önce teşekkür etti, sonra garip gurup sorularla katıldığım için beni bir güzel dün geceden ıslatmış olduğu kütahya meşe odunuyla yumuşattı, sonra da kanaat notumu "kıt kanaat" verdi.
neyse efendim, asıl anlatmak istediğim bu değil. eğitimde bizlerle birlikte işçiler de var. bunu söylemekten bile utanıyorum ama, görseniz kimin işçi kimin beyaz yaka olduğunu hemen anlarsınız. hayır kıyafetlerden değil efendim, o mağdur duruşlarından. ezilmişliklerinden, o alışık olmadıkları steril ortamlara girme streslerinden, ellerini koyacak yer bulamayışlarından. ellerini, ağır işlerde 12 saat boyunca çalışmaktan yara bere dolmuş ellerini, o nasırlı ellerini koyacak yer bulamıyorlardı, saklıyorlardı.
ama inanın, ben utandım ellerimin pürüzsüzlüğünden. ben saklamak istedim her gördüğümde onları. biliyorum onların halinden sorumlu ve suçlu olan en az bizleriz, ama öyle sunmuşlar ki hayatı bize "suçlular", kendi boklarından biz kendimizi suçluyoruz vicdanımızdan. aynı çevrenin içine ettikleri yetmiyormuş gibi bize çevre tasarrufu adı altında "duşta daha az kalın, sifon çekmeyin, bok koksanız da olur, hatta boksunuz" demeleri gibi. bana bu yaşadığımız dönemi anlatın deseniz şimdi diyeceğim şey: "yapmadıklarımızdan vicdan azabı çekme dönemidir" derim.
neyse, bir ara herkes kendini tanıtıyordu, herkes en mutlu olduğu anı ve en büyük hayalini anatıyordu, "dünya turları", "sahilde bahçeli müstakil evler" havada uçuşuyordu. ve sıra ona geldiğinde; o çocuk, esmer çocuk öyle bir vurdu ki yüzüme tokatı, ben bu kadar ağır bir tokat yememiştim: "hayatımda en mutlu olduğum an yok. en büyük hayalim minibüs almak" dedi.
ellerimden utanıyorum. vicdanınızın azabını ben çekiyorum.
14 Ekim 2008 Salı
Balığ’ın kahvesi ve bir efsanenin çöküşü
Başlık yanlış değil, orası Balığ’ın kahvesi Hakan’ın yeri diye geçti tabelalarda yıllarca.
Hayat acımasız hayat tikenli bir yol. Yanında 4-5 kişi çalışırken ki zamanlarını bilen, bu küçük bünyenin gözleri önünde bir çöküşün hikayesi. Çiçek’iyle, dayaklık Mehmet’iyle, cyborg dayısıyla, yıllarca sekine kantininde bize en güzel patates ekmeği***** yediren Ramazan abisiyle güzel günlerin geçtiği sıcak ortam.
Eskiden tatillerde sabah buluşma noktası (akşamları gidilen yer için (bknz: REBEKA)). Peki neden eskiden? Peki ya şimdi sabah nerde buluşuluyor? Çivi çiviyi söker haceliz.
Neyse son zamanlarda herkesin sıkılmakta olduğu mekândı aslında balığ’ın kahvesi hakan’ın yeri, kimse itiraf edemesede.
Mekanı tasvir etmek isterim ileride çoluk çocuk okusun, bilgilensin bir efsaneyi gözlerinde canlandırabilsin diye.
L (büyükle) şeklinde bir bahçe düşünün, yeşil örtüleriyle dolu sayıları biri aşkın 15 tane masa.
Bahçenin tümüne masa atarak paranın dibine vurma mantalitesine gitmemiş, yeşilliği ve doğayı da düşünmüştü mekan sahibi.
İçerisi bölmeli bir labirent gibiydi, yeni başlayanlar ana kapının girişinde başlar. Yıllandıkça ana kapının sağındaki loba geçer, üstad kıvamına gelenler en dipteki bölmeye geçerler. Gizemli kişiliklerde 3 nomeroyla gösterilen yerden başka bi yere geçiş yaparlar.
1 numara: meydan larusun 19 cildi bulunur burada ki raflarda, kitaplık, kimsenin uğramadığı bir gar gibi, tozlu ve harekete aç.
2 numara: çay ocağı
3 numara: gizli geçit. (aksiyon filmi anlatıyorum sanki, yan dükkana geçiş var burada sadece)
4 numara: tuvalet. En mühim yer.
* çok eskiler bilir koltuk vardı burada.
** tv kapının önünü kesiyo gibi görünüyor ama yukarıda o tv.
*** sobanın önünde devamlı oturan yaşlı amca.
4 numaranın önündeki raflarla soba arasında dolap var çizittiresim gelmedi.
Ne çizittirdim be!
Kapı jr küçük çaycının ortama hakim olması için açılmış sanki. Sanki bir maçta biri camdan çıkmış sevinçten de bari kapı yapalım demişler.
Yıkıldı, ocak gitti ilk başta, sonra kahvenin içinden başka mekana geçilen boşluk örüldü. Koca kıraathane kapandı, yanda ki sikko dükkana (figure 1 de görülen 3 numaralı geçitten geçilen dükkana) taşındı. Yerine Urfa sofrası kuruldu, yansın mangallar, pişsin bideler.
Adım adım yıkılmasını ve yeniliklerini izledi bu bünye, kimse bilmez gecenin bi vakti önünde sigarayla hatıralarımı yokladığımı (bunu bende bilmiyodum gerçi, deli).
*****İstanbul’da bir hürkuzen isimli çalışmamızda patates ekmeği kötüleme, yer yer ince dokundurma eğilimim;(noktalı virgül ü de kullanmayı hiçbir zaman öğrenemedim) eski tadı bulamamaktan korkmam ve Sekine’de yenilen ortak ekmekleri özlememdir.
13 Ekim 2008 Pazartesi
kaygan zeminin azizliği
Erotik bi girişle kitleyi elimde tutmaya çalışıyorum. Surukleyıcılıkten uzak, okuyucuların dıkkatının oraya buraya kaydıgı yazılarla nam saldım. Onca dergıden, gazeteden hatta gazete kupurunden kovuldum. Uslubumdan zıyade hırpanı gorunusumun belgelendıgı fotografımın yer alması da baska bı handıkaptı. (brasıl qualıfy for fıfa 2013 handı cup)
Kaygan zemınden kastım malum arkadaslar. Hatun mılletı dunyayı yonetıyor! Yalan mı lan? Sss bure bak bıyo: yalan mı?
Satırlarım bı erkegın cıglıgı gıbı duruyo olabılır. Oyledır de! Ama haklı bı ıtıraz, tavır hatta! Bu kaprıslerden, bu burnu buyuk edalardan ve bu dırdırdan yıldım. yerim böyle azizliği! sağol!
10 Ekim 2008 Cuma
mustafa denizli üzerine çeşitlemeler
yalnız bu görüntü ve bu görüntünün canlandırdığı hatıralar, beni en az uefa kupası finalinin sonunda penaltı atmış popescu, yere çömelmiş fatih terim, g.tünü kaldırmaktan aciz koşan okan buruk ve tek kolla oynayan bülent korkmaz kadar duygulandırır. çünkü o zaman, galatasaray futbol takımının, ulaşılması güç başarılarının temellerinin atılmaya başladığı yıllardır, ve naiftir biraz daha futbol. saftır prekazi'ye, simoviç'e, tanju'ya, sakallı uğur'a olan sevgi. en son böyle sevgiyi, hagi, popescu, bülent korkmaz, taffarel ve hagi ve hagi ve hagi'ye duydum.
ha bir de fotoğrafta, ufak bir detay var. denizli ile derwall arasından bizlere gülen adam. iğne deliğinden kafasını geçirmiş bu adam, bu fotoğraftan başka bir yerde görülmemiş. bu adam kim mi? tabi ki, sabri sarıoğlu'nun eniştesi.
yıllar sonra, fenerbahçe'ye gelen mustafa denizli, "mustafa denizli, şampiyon yap bizi" gibi gıcık bir tezahüratla gelmiş, 5 yabancı sınırlaması olan takımda 6 yabancı oynatmış, şampiyonlar ligi'nde 0 puan toplayarak rekor kırmıştır. kendisi ki, uyumadan önce kafasında maçları 100 defa oynar ve 51'ni kendi kazanır idi.
şimdi, ertuğrul sağlam'dan boşalan ve sinan engin'in göz diktiği, samet aybaba'nın "las olm azcık da ben oturam" dediği koltuğa geçmiştir. beşiktaş ile ne yapar eder bilemiyorum ama artık babama da benzemiyor. biraz da geyik bir adamdır mustafa denizli. iran'da futbol takımı çalıştırmışlığı bile vardır. ulan neyse ya.
ufff saçma oldu bu yazı ama fotoyla idare edin.
tanrı'nın ayak izleri
dünyanın başına tebelleş olmuş, gerizekalı bir millet olan ingilizlerin son uydurması. ya nasıl bir şeydir bu ya? inanıyor musunuz lan siz harbiden bunlara? eğer inanıyorsanız, nerde kaldı modernizminiz, nerde kaldı akılcılığınız, nerde kaldı bizim çaylar? işte premier lig bu!
hayır efendim, ahanda haberi bu: buna dıkla. dıknaz.
ben her ne kadar gerizkalı olsa da, herhangi bir insanın, bu haberi yazan adam da dahil, allah'ın ayak izinin olabileceğini düşünmez. zati çelişkilerle dolu bir durum: allah'a inanmayan biri için, olmayan bir şeyin ayağı olmaz. inanan biri için de, allah 30894 numara ayakkabı giyecek kadar küçük ve sadece 4 tane ayak parmağına sahip olacak kadar da engelli değildir.
9 Ekim 2008 Perşembe
bilim kurgu filmlerindeki uçan araba manyaklığı
neden sonra, arkadaşım geldi ve şöyle buyurdu: "(onlar ki) devam etsene lan, bir cümle kurdun sonunu getir bari". o sırada omzumu, işaret parmağıyla delercesine dürtüyordu. rüzgarın şiddeti biraz olsun düşse de, hala montumu dalgalandırmaya yetiyordu. biraz daha dursam bu şekilde, ya nuri bilge ceylan gelecek bana başrol teklif edecekti, ya da .mı g.tü dağıtıp hasta olacaktım. öksürerek boğazımı temizledim ve arkadaşıma "mına godunuz evin barkın. kapatın şu pencereleri, dondum dondum" dedim. ve başladım hakan peker'den bir uzun havaya: "vazgeçeen ah ben değildim, sonuna kadar da direndim."
öksürerek boğazımı temizleyip argümanlarımı sıralamaya başlayacaktım ki, yine gıcık tuttu. bir defa daha küllem küllem öksürdüm. ne yaparsam yapayım çıkmıyordu mını kıvamını yeşilini s.ktim balgamı. "s.kerim uzaylı filminizi de, ben yatıyorum arkadaş. osurmayın odada da. sonra pencere açıyorsunuz, hasta olan ben oluyorum" diye odadakileri azarladım. vurdum kafayı yattım. vurmamın etkisiyle, duvardan mario'daki çiçek çıktı. aldım onu ve büyüdüm. hayatım bilim kurgu filmi tadında ama biraz daha tırt, atari oyunu olmuştu.
sabah kan ter içinde uyandım. "odamda osurmuş pezevenkler" dedim içimden. hatta sonra dışımdan da tekrarladım, duyarlar da ibret alırlar diye. ama nerdee, odada kimse yoktu. demek ki osuran ben değilim, yükselen duvarlar, mamidi mamidi ben cezaa diye bir new york halayı çektim. new york halayını bilenler içni söylüyorum, deniz tarafındaki kalede çekilir bu halay ve halaybaşı halaydan en az 3 metre uzakta durur. aristokrat ipne, halaybaşı olmuş ya, beğenmez gayrı halaydakileri.
sonra dün gece tam bir yüzeysel adam gibi "uzaylı filmi" diye nitelendirdiğim, o bilim kurgu filmini hatırladım. isterseniz hikayenin geri kalanını teyzemden dineleyelim. teyzem, atilla dorsay olur. şaşırdın değel mi? ben de şaşırmıştım? ama sen, nasıl atilla dorsay olursun demiştim.
bilim kurgu filmlerinin karakteristik özelliğidir uçan araba.
lafını balla kesiyorum deze. (okurlara döner) üff bu teyzem de çok sıkıcı. durun ben anlatayım. şimdi bu arabalar var ya, uçan kaçan, yeri geldi arkasından alev alev yanan (ki feridun düzağaç "alev alev" şarkısını jetgillerden esinlenerek yazmıştır, bir sohbet ortamında kulağıma fısıldadı, ben de "hafız çok içtn, ayrıca kulağımı yalama" diyerekten de bir güzel dövmüştüm)
yaa neyse s.kerim uçan arabasını da şeyini de ya. taşıt kredisi faizleri olmuş %1.9, sen diyorsun ki uçan araba al. la olm eve zor tablet getiriyorum, doppler efekti olmuşum ben, şrödingerin kedisi olmuşum ben, yerim tespit edilemiyor. (mühendis kimliğimi cesurca havuzbaşında sergilerim böylece)
amaaan konu da pek uzadı. androidler evde aç, tablet bekler. hadi ben kaçar. gece gece kafa mı kaldı adamda.
8 Ekim 2008 Çarşamba
askerlik şubesi'nden izlenimler
herkes o kadar duruyordu ki, nefes alışlarımı duyan komutan "hıfıs hıfıs kafamı s.ktin" diyerekten beni azarladı. "hıfıs?" diye sordum. "tamam len mıhıs mıhıs da olabilir" diyerek bana girmem gereken sırayı gösterdi. tanrım o da neydi? benim askerlik şubesi binası sandığım şey, meğersem bir sıraymış. evet asker adayları ve yeni mezunlar olmak üzere iki gruba ayrılan gençler, 19 mayıs kuleleri gibi üsüste geçmişler, sıra oluşturmuşlardı. neden yatayda değilde, dikeyde bir sıra oluşturulduğunu hiç sormadım?
sıra şu şekilde işliyordu, yeni gelen en alttan giriyor, en üstteki ise işlemini halletmek için, kulenin tepesinden atlıyordu. aynı zamanda, böylelikle er kişi (bu tanımın en fazla uyduğu mekan burasıdır herhalde) askerlikteki talimlere dayanıklı birey haline geliyordu.
ben de sıraya en alttan girdim. herşey normal gelmeye başlamıştı. zira girişte cep telefonlarımızı ve beyinlerimizi birer poşete koyup, danışmaya teslim etmiştik.
isterseniz hikayenin geri kalanını benden dinleyelim. evet ben, bendeyiz. teşekkürler ben.
şimdi gözlerimizi kapatalım, biraz geçmişe gidelim, ve buralara nasıl geldiğimi şöyle yüzeysel bir biçimde inceleyelim, fazla ayrıntıya girmeden. efendim, 2007 haziran'da 17 yıllık eğitim hayatımı güzel bir jübile noktalayıp, okuldan mezun olunca "askere mi gidecen yieavrum yoğusa işe mi girecen?" soruları da artmaya başlayınca, 3. bir çıkış yolu aramaya başladım. ve bulmuştum; halamlara gitmeliydim. soranlara "halamlara gidecem" diyordum. tabi bir müddet bu devam etti, sonra akrabalar ve komşuların askeri kanadı olan a.k.a.k.o.b (akraba ve komşular askeri kanadı odunlu birlikleri) tarafından muazzam bir tartak yedikten sonra işe girdim. 0 çocuk babasıyım. o gün bugündür askerlik namına yaptığım, "hehehe şafak kaç aga" dan başka bir şey değildir.
ammaaa....
5713 sayılı yasadan faydalanarak askerliğimi 10 ay kadar daha ertelettim. yedek subay adayı olarak ağustos 2009'da askerim dadaşlar.
memleketimi en iyi şekilde temsil edeceğim. ulan sanki askerliğe değil de bilgi yarışmasına gidiyoruz. bir millet "en iyi şekilde temsil" olayı ile büyüdü lan!
7 Ekim 2008 Salı
Buket TV
sabahtan akşama ha babam klip oynatıyorlar. işleri güçleri şarkı türkü, makara kukara. yayınlanan en yeni şarkı 2004 yapımı falan. en çok 90ların türk pop müziğiyle karşılaşıyor, Emel'in "Hovarda"sını, Tarkan'dan "Kış Güneşi" ni hala zevkle dinliyor, Sertap Erener'den "Rüya" isimli şarkıda ise hafiften bunalıma girip "İyi ki o şarkı modayken ergen falan değilmişim" diyorsunuz.
Faruk k falan çıkınca da kapatıyorsunuz. kullanımı bu kadar basit ve pratik.
6 Ekim 2008 Pazartesi
dikkat dikkat..
hadi bakim.
şımarıp "gelişmeler" kategorisine sokabilirim bu yazıyı.
2 Ekim 2008 Perşembe
ölü doğan kanunlar üzerine
ölü doğan kanunlar üzerine bi yazıyla hem akademisyen kimliğimi konuşturayım hem de sabah sabh sinir bozayım. bozarım arkadaş. bayramda ne işim var benim diyarbakırda. elalem-moderasyon da dahil- rebekada dost sohbetiyle gönlünü saarhoş etsin ben kırmızı tuborglarla ertesi günkü-bugünkü- nöbete hazırlanayım. konuya girdim sayılır:;-.!?%
rebekada içersin salihlideya da asmalıda. can dostlar da alternatifti ama yıktılar aq. onlar olmazsa başka seçenekler de vardı biz liseli delikanlılarken. araba buldunmu karaağaca seyirtirdin. kimi endüstrinin bahçesini seçerdi- ibo güzel mesela- ya da gençlik parkının orası diğer adresti. ama listebaşı sekinenin üstüydü. 7 yıl yoklama verdiğin okulun denize bakan tarafındaki kaleyle dağ arasında kalan çevre duvarı neler gördü hacı. bahçeye az mı çövdürdük. zamanla ihtisas yapıp rüzgarın hızını, yönünü ölçen babayiğitler yetiştirdi o kaldırımlar.
peki şimdi? şimdi de yeni nesil doldurdu boşluğumuzu. hala içiyolar orda, hala işiyolar fütursuzca.(alen fütursuzca, arjantinli topcu ısmı gıbı lan) demem o ki bı yasa yapıyosan toplumun kafadan uymayacagı kanunlar yapmıcaksın. olü dogar boyle işte! sekınenın ustunu dusuneceksın, nabzını tutacaksın salli çocuklarının!
ps:yawrum benjcev yazdı kaçtı gibi olmasın, yours 'sinsi'rli!
25 Eylül 2008 Perşembe
fena halde duygulandıran bi dene şiir.
Bazen ...
Nefes almak değildir , yaşamak...
O'nunla gülüp, O'nunla ağlamaktır...
Sarı -Kırmızı olmaktır , her an O'nu solurcasına...
Bazen ...
Özgürlük , çimlerde koşmak değildir...
Sevdası uğruna prangaya vurulmaktır...
Hep O'na tutuklu kalmışcasına...
Bazen ...
Başarı, para , kupa kazanmak değildir...
İnsanların yüreğine dağlanmaktır ...
Damarında , kanında yaşarcasına ...
Bazen ...
İmparatorluk , ülkeleri ele geçirmek değildir...
Bir meşin yuvarlakla , yürekleri fethetmektir...
Sınır tanımadan hüküm kurmaktır , milyonlarcasına...
Bazen...
ASLAN , bir hayvan değildir...
Bir simge , bir semboldür ...
Tarifsiz güçtür ...
Ruhundaki asalete yazılmışcasına...
Bazen ...
Cehennem, öbür dünya değildir...
Taraftarla coşmuş , SAMİYEN'dir ...
Alev alev yanarcasına...
Bazen ...
İmkansız , olmaz değildir...
7 kişi 7 Sıfır yenmek , ağları delmek , şampiyonluktur milenyumda ...
Hayalleri gerçek yapmaktır, sahaya her çıktığında...
Bazen ...
KRAL olmak , taç giymek değildir...
Soyunu sevgiden , ünvanı halktan almaktır...
Her doğan bebenin METİN olmasıdır...
Kuşaktan kuşağa akarcasına...
Bazen ...
VEFA, semt adı değildir..
14 yıl kan kusup , ölümüne arkasında durmaktır...
Her şartta , yıkılmaz bir duvarcasına...
Bazen ...
Tarih, tozlu bir sayfa değildir...
Gerçektir , yaşamdır....
1905'te doğup ciltlere sığamamaktır...
Destanların değişmez yazarı olurcasına...
Bazen ...
GÜÇ , bir sıfat değildir...
Evsiz, barksız , beş parasız , en zorda , tüm dünyayı ayağa kaldırmaktır...
Üstünde sade bir parçalı formayla , kolaycasına...
Bazen ...
Cesaret , korkuyu yenmek değildir...
Onbinlerce rakibin içinden geçip, kalesine bayrağını dikmektir...
Tek başına, kimse yokmuşcasına...
Bazen ...
Sevgi...Anne , baba , eş , dost değildir...
Onlardan ötedir...Tutkudur renklere , armaya ...
Ayrılmaz parçanmışcasına...
Bazen ...
Hayat herşey değildir...
Galatasaraylı olup, Galatasaraylı gibi yaşamaktır
Doğumdan ölüme, kalbin her çarptığında,
Cim bom bom diye atarcasına...
çarşamba pazarı-peynirciler reyonu
peynirlerinizi hayvan postu içerisinde muhafaza ettiğinizi farkettiğim ilk günden beri sizlerden tiskiniyorum ibneler.
peynir olarak tabir edilen mukaddes yiyecek küçükbaş hayvan postuna sarılmaz efendim. ha amacınız "biz bunu halis muhlis koyundan keçiden yaptık" şeklinde bir peşkeş çekmekse, onu zaten biliyorum. zira henüz irmikten peynir yapabilen bir babayiğit tanımadım.
şuanda yetişkin bir birey olduğum halde sadece ve sadece 27 adet diş ile hayatımı devam ettiriyorsam, boyum çük kadar kaldıysa ve misafirliğe gittiğinde normal durumlarda utangaçlıktan kırılan ben, kahvaltılarda yüzsüzce "bu market peyniri mi?" diye sormak zorunda kalıyorsam bunlar hep sizin yüzünüzden. yavşak herifler. kalsiyuma dair bir şey geçmedi şu boğazdan yıllar yılı.
belki ben basketbolcu olacaktım? belki ipana reklamında oynayacaktım?
bir keçi postu yüzünden öğretmen oldum. ülkemiz böyle böyle şey oluyor işte. hep beyin göçü bunlar.
22 Eylül 2008 Pazartesi
bankalarda inecek va!
neyse, ilkokuldayken bankalar'da inip dersaneye giderdim keriz gibi. oysaki olanca maviliğiyle şehiriçi otobüsleri pazar yerinin orda da duruyormuş. ama bankalar mevkiinden sonrası gözümde şer yuvası, pazar yerinin orası ise olağanüstü hal ilan edilmiş mardin kırsalı olduğu için, atladım cephanelik otobüsünden.
ayrıca cephanelik otobüslerini kırmızı tabelasından tanımakla ilgili bir şeyler yazabilirim ama yazmıyorum. bu da sırf ipnelğimden!
bıyığını s.keyim osman tamburacı! aha bu küfürü her eden de, milli takımlar teknik direktörü olmuyor. milli takımlar teknik direktörü'nün sorumlu olduğu milli takımlar ise aşağıda sıralanmıştır:
1. türkiye a milli futbol takımı.
2. lisede "milli oldum haceliz" diyerek giren gençler.
3. zambiya bayanlar milli voleybol takımı.
4. b genç masatenisi takımı.
5. nihat genç sakalı. (küfür edilebilir, opsiyponel)
21 Eylül 2008 Pazar
çarşı ziraat bankası'ndan başlar, bu bir gerçek
neyse zat-ı muhteremler, zart-ı muhteşemler(ossuruğu kuvvetli manasında. burada yazar karaman camii'nin arkasındaki kabızlığa bitkisel çözüm bulan tükkanı işaret ediyor), çarşı dendi mi aklıma beşiktaş gelmez ilk aşamada. olanca kırmızılığıyla ve önündeki merdivenlerinden dışişleri bakanlığına giren abdullah gül gibi çıkan köylüleriyle ziraat bankası gelir. o nasıl bir mimaridir yarabbi! salihli'ye "küçük moskova" denilişinin sebebi de ziraat bankası'nın sovyet mimarisi ile dizayn edilmesidir. sadece dizayn edildi yalnız. imarını "s.s. kabazlılar kooperatif ve müteahhitler a.ş." yaptığı için çok da sovyet havası oluşmadı. o yüzdendir ki, "küçük moskova" terimini benden başkası kullanmaz. ulan götümüzden "küçük mosokova" uydurduk, sonra da teorize edeceğim diye ebem ağladı.
ya napıyorum oğlum ben gece gece? neyse, çarşı ziraat bankası'ndan başlar, yıldız'da biter. bu bir gerçek! bunu yadsımayın.
ziraat bankası-turşucu-bali dövüz-karaman cami
efendım bı oncekı yazıda sayın moderasyon cok guzel ozetlemıs bu dortlunun seytanı durumunu. tekrar, tursucunun 5 basamaklı sayıların karekokunu şak diye bulabıldıgınden, zıraat bankası atm sinin yıllardır kartları yutarak emekliye ızdırap oldugundan, dersaneler mevkıne gıdılırken karaman camiinden gecmeyerek aksamki ıcraatını ele veren liselilerden ve de bali dovızden-ki kendisine dair bısı yazamadım- bahsetmıycem.
tam da bu dortgenın ortasında, karı kıza bakarak dolasırken duyduklarımdan bahsedıcem ve salıhlıye yapacagım gondermeyle bıtırecem yazıyı: tkplı gencler nıhayet salıhlıye de musallat olduktan sonra-musallat kelımesı benı baglar arkadasım- sallı cocugunun ılk teması gerceklesır bunlarla. ıkı eleman bıldırı dagıtan genclere yaklasır, bırı dıgerını gazlar alalım da bakalım dıye. dıgerıne gore daha kalender olan genc alır bıldırıyı ve yoldas demesını tembıhleyen arkadasına uymaya calısarak 'saolasın yurtdas' der. ya cok sikik oldu bu yazı.. ee tabi akademik uslubumdan kurtulamadım..
salli de boyle bı yer hacı!
11 Eylül 2008 Perşembe
ziraat bankası önü lokmacıları
aslında başlık "karaman camii arkası lokmacıları" da olabilirdi. hatta "bali döviz a.ş çaprazı lokmacıları" olarak bile açardım başlığı, kimse de karışamazdı. buraların ağası benim çünki.
hava atmak bir yana, yani yönetici olmamdan ziyade şu sebepten bu şekilde betimledim lokmacılarımızı:
birisi elinde yağlanmış kese kağıdı ile gelip, "bedava lokma dağıtıyorlar" dediğinde "nerede ulan?" demez miyiz? pekala deriz. "ben hiç bedava şeyleri öyle kapışmam" diyen varsa derhal sayfamızı terketsin. lütfen. yönetici olarak emrediyorum.
işte o "nerede ulan?" sorusuna "ziraatin orda" yanıtını aldık biz yıllarca. "turşucunun orda" da denilebilirdi aslında. turşucu benim için daha manidardı, ziraatle üniversiteye kadar işim olmadı çünki. gerçi lokmacı makinaları da o dönemde peydah oldu, öncesinde herkes kendi apartmanında yapıyordu hayrını. elinde siniyle gelen teyzeleri hiç unutamam.
annem hep "hayırsa alacaksın, çok sevap" derdi. yoksa bedava şeyi kapışmaktan hiç haz etmem. sonuçta yöneticiyim, belli bir noktadayım. benim de bir ağırlığım var.
8 Eylül 2008 Pazartesi
but ve kuru üzüm: bir kötü adam profili prerequisite'i
şimdi efendim, yerli sinemada ise anlamadığım iki nokta var: birincisi münir özkul, mesih olabilir mi? mesihse, bunu neden beyan etmedi? mesih değilse de; gelecek olan yaşar usta'dan daha iyi olabilir mi? eğer münir özkul, gerçek hayatında rollerinden daha kötü bir adamsa, insan kendinden iyi olanı nasıl taklit eder? ben bir uçak olabilir miyim misal? veya roger federer? veya "gandhi oldum ben dadaşlar" diyip ortamlara girsem yadırganmaz mıyım? ortamdakiler "seni kim gandhirdi?" diye kelime esprisi yapmazlar mı?
ikinci anlamadığım nokta ise, kötü adam olmak için yeterli ve şart koşul; butu elle tutup azı dişleri ile hoyratça, hırpanice koparmak mıdır, sıyırmak mıdır? nedir yani; yıllarca sinir olduğum ama bu noktada işe yarayan bir söz var: "tavuk, balık, kelle; bunlar yenilir elle". evet acaip gıcık oldum ama her butu el ile yiyen kötü olamaz. naif bile olabilir. diğer husus ise, üzümü kafadan yukarıda tutup; salkımın altında kalan taneleri ağızla girişmek, bir hayvancasına, bir keçiymişcesine, bir dombaya özenircesine; insanın içine şeytanın girdiğinin göstergesi midir? nedir yani? o gelen kütür kütür ses, homur homur burun fiziltisi, etraftaki kıkır kıkır gülen hatunlar veya kazım kazım şutları, şimdi bilemiyorum, bunlar kötülük'ün tanımı mıdır?
ama biliyorum ki, cebinde leblebi taşıyan adam iyidir, candır. leblebi yiyen adamdan zarar gelmez. leblebi mideyi bastırır, tok tutar. leblebi, münir özkul'un ceket cebinde.
7 Eylül 2008 Pazar
23 ağustos 2008 galatasaray denizlispor maçı
doğduğum yıl galatasarayda forma giymeye başlayan, arnavut fitbolcu.
doğru düzgün konuşamayan, muhtemelen sık sık altına sıçan, okuma-yazma bilmeyen, gazetenin verdiği galatasaray formalı bez bebeğe prekazi ismini koyan, yemek sinisinden kalesini abisine karşı cesurca koruyan ve hatta abisinin kafasına yediği sert şutlar yüzünden salak kaldığını iddia ettiği ceketli ali dayi, malesef bu kadarını hatırlıyor ona dair. sonradan okuduklarına, izlediklerine, duyduklarına bakınca anlıyor; doğduğundan beri başka memlekette yaşamış olan abinin, türkiyeye geldiğinde galatasarayı tercih etmesindeki sebebin sadece ve sadece cevat prekazi olmasındaki manayı...
92-93 sezonuna ait bir poster vardı dolabımızda, yeni çıkan doğaüstü araç mazda 323'ün hemen üstünde. hakan şükür vardı. bülent korkmaz, tugay... sarı bir herif vardı, ismi her ne ise, onun adı "sarı" idi benim için. götz diye bir adam hatırlıyorum. tüm bunları yanlış hatırlıyor da olabilirim, gidip doğrusuna bakmayacağım ama. gene odamızda asılı olan abiye ait resimli, imzalı, mühürlü "galatasaray taraftarlık belgesi"ne özenen ceketli ali dayi gözünden göreceğim o zamanki galatasarayı. monaco maçı sonrası balkondan izlediği şölene gidemediği için ağlayan gözle.
ortaokulda öztürk isimli beşiktaş taraftarından muazzam bir yumruk yemiştim çeneme. alt ve üst dişlerimi uygun yerine oturtabilmek üç tenefüsümü almıştı. ümit davala'nın bacağı kırıldığında gözyaşı dökmüştüm. sıra arkadaşımı hakan ünsal'a aşık etmiştim zorla. ortasondayken galatasarayın o genelde muhtemel ve mükemmel ilk 11'i kalemliğimde yazılıydı. sene 1999...
2000'de tarih yazarken kendime uefa şampiyonluğunda pay çıkartıyordum. ulan sanki ben o kadar sevmesem bi sik yapamazlardı. salak. popescu'nun penaltı sonrası geri geri koşuşunu o tarihten beri kaç kere izledim bilmiyorum. hagi diye adam vardı. ona söylenebilecek pek söz yok. herkes söyledi, "dünya" söyledi.
dostum sen kalbindeki kronojiyi yazmışsın, tüm bunların 23 ağustos 2008 galatasaray denizlispor maçıyla ne alakası var diyenler olabilir. hatta daha ileri gidip ters konuşan, küfürlü konuşan da olabilir. şuan şu yazıyı yazıyor olduğum kategorinin verdiği duygusallıkla hoşgörülü yaklaşıyor ve coşkuyla ekliyorum; prekaziyle başlayan sevgi, büyüdükçe, değişmedikçe ali sami yen hep rüyalarımda ve dualarımdaydı benim.
rüyamın gerçek olmasını sağlayan benjcev'ime sonsuz teşekkürlerimi sunarken, o anlarda yanımda olan kişinin herhangi biri değil, "en değerlim" olmasından da ayrı bir mutluluk duyduğumu belirtmek isterim. hatta onu öpücem. siz bakmayın.
4 Eylül 2008 Perşembe
23 ağustos 2008 galatasaray denizlispor maçı
sıcak bir yaz öğleden sonrası, mecidiyeköy'den karşıya geçen otobüslerin durduğu, kimi zamanda harekete geçtiği durakların oradaki bakkalda biralarımızı yudumlayarak başladı macera. aslında günün güzel geçeceği, biz oradayken sarı-kırmızılıların (bilindiği üzere galatasarayın rengi sarı kırmızıdır. burada şimdi adını şey yapamayacağım bir ortaokul türkçe sorusu var. yavru vatan derken kıbrıs'ı hatırlatma gibi veya sadece yavru derken rauf denktaş'ı anımsatma gibi hatta yav diyince rauf denktaşı gülümsetme gibi. ulan ne uzun parantez oldu, roman yazdım şerefsizim bir parantezin içine)otobüsünün geçmesinden belliydi. ilk defa futbolcularımızın tümüne bu kadar yakın oluyordum. hatta lincoln bana, "bir fırt versene haceliz" der gibi hareket yapmış, ben "nah" çekince de kendini yerlere atmış, bakkaldan sarı kart beklemişti. sarı kart beklerken bakkal bana para üstünü verdi. ortam gerginleşti. sabri ise sevgilimle görünce beni, "oo anlayalım yani" dedi. kewell tiskindi, servet sümkürdü.
yanımda bulunan sevgilim ceketli ali dayi'ya dönerek, "maç başlamadan girsek iyi olur, zira biletlere para bayıldık" o kadar dedim. kendisi çok anlayışlı olduğu için, bunu hemen kabul etti. akşamına sorduğu çok özel bir soruyu da aynı şekilde ben cevaplamıştım. neyse efendim, biletlerimiz madem eski açıktan, biz de eski açığa girelim, zorluk çıkarmayalım dedik ve sıraya girdik. sıra o kadar uzundu ki, sanırsınız barnebau'da barcelona-real madrid maçını izlemeye geldik. bu ilüzyon içeri girince kayboldu. çünkü tribünlerde yer yer doluluklar vardı. peki dışarıda beklediğmiiz uzun sıra da neydi? bilemiyorum. hayat bazen garipleşiyor mecidiyeköy civarında.
neyse maç geleneksel şekilde hakemin düdüğü ile başladı. sabri gitti düdüğe vole attı ve o sırada bütün burnu dıkalı taraftarlar "1-2-3 şişşşşşşş zi bo bo şak şak zibobo, lay lay lay lay lay lay laaaaaaa laaa zibobo" adlı kenya türküsünü söylediler. evet bu da bir gelenekti. maçın 15. dakikasında ceketli ali dayi, "36. dakikada gol olabilir, galatasaray bu dakikaları çok seviyor hatta adnan polat'ın 36. dakikayla seviyeli bir ilişkisi var" gibisinden bir şeyler dedi.
galatasaray oyuna hızlı başlamış, spor gazetelerince horozlar olarak adlandırılan denizlispor fitbolcuları ise sağı solu eşeliyorlardı. ilk yarım iki takım da birbirini tarttı, maç orta saha mücadelesi şeklinde geçerken 36. dakikada sahneye kewell çıktı ve "eeeh mınaki, sizin horozunuz varsa bizim memlekette de kanguru var" diyerekten galatasaray'ın 2008'i 2009'a bağlayan sezondaki ilk golünü attı. ceketli ali dayi, golü bildiğinden habersiz sevinirken ben hemen yan tarafta bulunan tabelayı gösterdim. ağladı. çünkü bir anda kendisini denizlispor taraftarı, benim de "tabelaya bakalım göbek atalım" diyen galatasaraylı biri olduğumu düşündü. neden gösterdiğimi anlayınca da, o da sevindi. karşılıklı gülüştük. sinisice öpüştük hatta.
taraftarların çoğunluğu "ilk yarı böyle biter, bitmezse adam değilim" derken, kaleci aykut sahneye çıktı ve "daha durun, ben ölmedim, yenilecek goller, yatılacak ters köşeleri kalınacak kontrpiyeler var" dedi ve kornerden gelen topu yine kornere attı. bu böyle 2-3 sefer devam etti ve bu korner silsilesinden sıkılan denizlisporlu fitbolcu, ofsayıt tartışmaları arasında galatasarayın 2008 2009 sezonunda yiyeceği gollerden ilkini attı. taraftarlar pek inanmasalar da ofsayt olduğuna, "adettendir" diyerek yan hakeme küfür ettiler. yan hakem "diğer yan hakeme küfür ediyorlar yalım" diyerek üstüne alınmadı. ilk yarı böyle bitecek derken harbiden de böyle bitti.
ikinci yarıda kaleler değişti. inanır mısınız dostlarım? ilk yarı gol attığımız kaleyi şimdi biz savunuyorduk. futbol nankör meslek derler ya, harbiden de öyle. neyse efendim, neyse ben de ceketli ali dayi'dan özenerekten "63. dakikada gol olur" dedim. 63. dakikada mehmet topal topu orta saha civarında kağmışken, kendisi ile göz göze geldim, ve usulca gözlerimi kapayarak "vur" işareti verdim. o da benden alıp gazı vurdu, top direkten dönmüş, çıkan sesten etkilenen vatandaşlarımız kendilerini yerlere atmışlardı. direk zingildiyordu. ben ceketli ali dayi'ya dönerek, bir şerefsiz gibi, bir labunya gibi "nasıl da bildim topun direkten döneceği dakikayı" dedim, o da bana sevimli şekilde güldü. sarıldık. direkten topun getiridği ve birbirimize sarıldığımız bu romantik dakikalarda, ceketli ali dayi bir anda kendini çekti ve "ha bu arada 76. dakikadan çok kıllanıyorum" dedi. sonrasında sarılmaya devam etti.
dakikalar harbiden 76 olduğunda, hakan balta da "ohoo harbiden de dakika 76 olmuş, akşam ezanı okundu, karım bekler" diyio ayağına gelen topu avşurttu. avşurtma tabir edilen, ileri de çok kullanılacak bir vuruştu bu. nasıl pele rövaşatayı bulduysa, hakan balta'da kaval kemiğinin hemen altıya vurduğu "avşurtma" vuruşunu gerçekleştirdi ve top direği yalayarak içeri girdi. sonra da top ağlardayken "tüh tüh ne koyuyorsunuz anlamıyorum şu direklere" diyerek yere tüpürdü. gol yine ceketli ali dayi'nin belirttiği dakikada gelmişti. 2-1.
ben galatasaray-denizlispor maçını bırakmıştım. kulaklarım "benjcev-ceketli ali dayi dakika tahimn etme" maçındaydı. kendisi 2-0 öne geçmişti zira. du bi de ben sallayayım dedim ve "hafız, 83. dakikada enfes bir gol olacak" dedim. ve saniyeler 83. dakikanın sonlarındayken, galatasaray denizlispor ceza sahasının hemen yarım metre dışında, orada bir cami var ya, ha onun hemen solundaki sokaktan lincoln ile serbest atış kullanacaktı. lincoln tam serbest vuruşu kullanacakken ayağı yere takılmış, düşmüş, ve hakemden sarı kart bekliyordu. hakem de çocuk üzülmesin diye "al terbiyesiz çim, nasıl vurursun lincoln'üme" diyerek çime sarı kart gösterdi. çim, cezalı duruma olduğu için, kayserispor maçı deplasmanda oynanacaktı. neyse efendim "yaa sevgilim, aşkım, biriciğim, şu 83'ü 84 yapsak he gülüm, uefa'dan özel izin alayım istersen ha bebeğim. hadi be, 'he' de olsun bitsin şu iş" dedim ve o da kabul etti. 84. dakikada sahneye o ana kadar kendisine enteresan küfürler ettiğim barış özbek piste çıktı ve göbek attıktan sonra topu kafayla ağlara gönderdi. sevinci görülmeye değerdi. çünkü bir tek kendisi deli gibi sevindi, tribünlere koştu. o an barış özbek'i gören, galatasaray'ın şampiyonlar ligi ile birlikte dünya kupası'nı kaldırdığını düşünebilirdi. barış özbek, belki de futbol haytatını bitiren golü atmıştı. galatasaray 3-1 önde iken, ben de ceketli ali dayi karşısında durumu 2-1'e getiriyor, ben de içimden "hem ben direkten dönen topu da bildim" diyerek, kendimi rahatlatıyordum. öyle de çirkefe yattım. derken, sevgilim "89" dedi. benden tiskinmiş olduğu her halinden belli idi. artık kısa cümleler kuruyordu. duvaksız gelin olmazdı. halimiz dumandı. akdeniz akşamlarıydı.
dakikalar 89'u gösterirken 4.hakem 4 dakikalık uzatmayı gösterdi. buradan hareketle, 3.hakem 3. dakikalık uzatma gösterebilirdi. ama galatasaraylı futbolseverler, hakemin uzatmaları gösterdiği tabelayı yanlış anlamış ve "oğlum hakem tezahürat yapmamızı istiyor" diyip hep beraber "4 4 4" adlı dünyanın en kolay tezahüratını yapıp cimbom'un 4. golünü atmasını bekliyorlardı. ve gol, inanılmaz bir şekilde 89. dakikada gelmedi. 90. dakikada eser'in kafayla indirdiği topa lincoln'ün de hakan balta'ya nazire yaparcasına avşurtma vuruşuyla geldi. top defansa çarpmış, kaleciyi yanıltmış, forveti ise güldürmüştü. hakan balta lincoln'e "oğlum banane banane, top defansa çarptı, benimki daha güzel gol" derken, ben de sevgilime "nasıl da bilemedin dakikakayı. ahahhaa. al bielemedin işte. bir dakika bir dakikadır yavrum. oooh ooh" derken iyice kendimden geçmiş, coştukça coşmuştum.
sonrasında metro ile taksim, ıslak hamburger, nevizade'de bir kaç bira. istiklal'de yürürken çok özel dakikalar, sonrasında içilen mariacchi ve tekila. ardından geyik taksici derken kendimizi eve zor attık. bozuk asansörün yapılmış olması ise o gün bize verilen bir hedayeydi.