16 Aralık 2010 Perşembe

bin kişi aynı anda sigarayı bıraksa memlekette kıtlık çıkar!

3 eyyorlama
Son günlerde en emin (khalid en emin) olduğum mesele bu. Kendimden şüphe ederim, bu yargıdan şüphe etmem. Bu yargıdan şüphe etmem, ölsem şüphe etmem. Dünnnya tersine dönse şüphe etmem, gökteki güneş sönse şüphe etmem...

Sigarayı henüz bırakmış insan ve sevgilisinden henüz ayrılmış insan: bu ikisinden uzak durmak lazım. Muazzam kafa sker bunlar. Bi lüzumsuz
sinirler, ilgi beklemeler, gerginlikler filan. Sigarayı henüz bırakmış insan, ağzının boş kalmaması gerektiği düşüncesinden hareketle, kendini iki şeye verir: yemek yemek ve konuşmak.

Öğünler iki katına çıkar. Hattı tıkınma yoktur sathı tıkınma vardır düsturuyla, akşam 6 gibi başlayan yeme işlemi gece yarılarına kadar aralıksız devam eder. Tatlı sonrası hemen bi çerez, çerezin peşinden acilen bi meyve tabağı. Meyveyi takiben meyvenin kabukları (portakal kabuğunu ısıra ısıra bitiren adam gördüm), yarım kilo tuzlu çekirdek. "Yav bi daha mı acıktık ne" diyerek akşamdan kalma yemeği ısıtma...

Sigarayı bırakanların yüzde 83'ü mide fesadından ölüyor. Evet, bu araştırmayı az önce isviçreli bilim insanlarıyla beraber yaptık. Kesin, net.

umarsız mod benjcev

3 eyyorlama
habp: aga aksiye giremiyorum ben yeea.
erd: ben de giremiyorum abi. allah allaa kapandı mı lan acaba.
hbp: dur hoca, benjcev arayalım da bi ayıktıralım.

... (üç noktayla zamanı akıtmaca)

hbp: dostum aksiye ulaşılmıyor.
bj: hee farkındayım aga. 10 gündür falan girilmiyor.
hbp: ee n'olacak aga?
bj: gelir olum o kendiliğinden. server bik bik bik (yine hayati şeyler söylemediği için kısalttım)

...

erd: naber aga? istanbul soğuk dimi? o yüzden aradım.
bj: soğuktur aga ya ben evdeyim. abi aksiye girilmiyor 1 aydır.
erd: ohaa niye la?
bj: işte onu bilmiyorum amk. bakıyorum. hassiktir, devlet banlemiş lan. ohaa. ulan bu devlet niye benle uğraşıp duruyor anlamıyorum ya. git erdemle uğraş dimi? işsiz güçsüz adam, dert yok tasa yok. bu ne aga ya.
erd: sağol haceliz. kapatmam lazım, arkadaş kaza yapmış çıkıyorum.

evet kıymetli yazar arkadaşlarım, böyle bi modunuz var başınızda. hayır biz elimizden geleni yapıyoruz bu site yaşasın diye. benjcev efendi, ayın 5i i iki gün geçince (emekli mode on) arayıp "aga aidatı yatırmadın" demeyi biliyor. her ay 50 milyon veriyor burdaki her yazar, biraz ilgilen şu siteyle yeeeaaa.

................ (sinirli şekilde zaman atlatmaca)

ceketliden mesaj aldım az önce. "olum kimsenin 50 milyon verdiği falan yok. bizim bey kerizlemiş yine seni. boş ver senden başka para veren yok, deli misin sen?" içerikli bir sms.

olum benden başka kimse para vermiyor mu herife? lan bi cevap verin, şu faaakir halimle dünyanın parasını verdim.

not: benjcev efendi, sitenin altındaki sorumluluğu habp ve bana yıkan yazını gördüm. çabuk değiştir o yazıyı. sadece habp sorumlu olsun, beni dahil etme lan böyle işlere, mahkeme falan ben geriliyorum öyle şeylerde.


yılbaşı tatilinin ctesi ye gelmesine hayıflanan işsiz

0 eyyorlama
bu benim. ama bu benim demekten öteye gidicem, olaya sadece bu işsizin gözünden bakmamak lazım.

erd: ya aga bu download man. nasıl indiriyoruz?
benjcev: bik bik bik. (çok hayati şeyler anlatmadığı için kısalttım)
erd: yılbaşında napacaksınız?
bj: valla aga belli değil ya. ben zaten sevmiyorum yılbaşı falan.
erd: hee yaa! ben de sevmiyorum aga. hem bu sene ctesiye geliyor amk.
bj: ahahahaa. olum sana n'oluyo lan? ben desem hadi neyse, sen zaten aylardır yatıyosun.

evet, böyle bi hipnetörlük var mı? yıllardır, elimize yeni yıl takviminin her geçişinde kurban ve yaa remezan bayram tatillerini hesaplayan insanlar değil miyiz biz? lisedeyken 23 nisan tatilinden yararlanmamız gerektiğini dost meclislerinde hararetle savunmadık mı? işi sendikalaşma noktasına getirecek arkadaşlar gördüm lan ben.

peki sonra n'oldu? benjcev efendi, işsizken tatil hesabı yaptık diye yılların alışkanlığını bir anda kenara bırakmamızı istedi.

yooook aga yok, bu böyle olmaz. arkadaşlık bu değil. üstelik kullandığın dil de (ayıp lan evli barklı adam) çok aşağılayıcıydı.

benjcev msnde online ım yazma; çok sinirliyim.

15 Aralık 2010 Çarşamba

pirinci de mi çiğneyerek yiyorsunuz?

1 eyyorlama
Konuyla en alakasız fotoğraf seçimi dalında pulitzer ödülü almaya çok yakınım. Bağlantıyı şöyle kurdum: pirinç deyince aklıma hemen (toprağa, emeğe, alın terine saygımdan dolayı) çeltik tarlaları gelir. Çeltik tarlaları deyince de sinemamızın nadide örneklerinden biri olduğuna inandığım kurbağalar filmi. İşte film kabaca, dul kalmış kadının taşradaki amansız hayat mücadelesini ve çevresindeki erkeklerin amansız 'dul kadın
fantazisini' anlatıyor. Geceleri kurbağa toplamaya giden

14 Aralık 2010 Salı

aksi yancısı akın'dan kişisel bir rica

3 eyyorlama
müşkül durumdayım. ha bu yandaki abi gibi ağlamaklıyım. lafa böyle girince, bazı arkadaşlar gibi "ehe ehe, sevgili cemaat sitemizin kömür giderleri malumunuz. kış iyice içimize kadar girdi. sitemizin ihtiyaçları için çıkışta 3-5 bişeler ateşlerseniz sevaba girersiniz" filan diyecekmişim gibi oldu. benim sorunum şu: sitecağzın orasıyla burasıyla çok oynar oldum. rengiyle oynamaktan, ekleme çıkarmalar yapmaktan kendimi alamaz oldum. elime oyuncak oldu. hacı bişeyler yap, kurtar blogu elimden.

12 Aralık 2010 Pazar

aksi kurucusu benjcev'den kişisel bir rica

9 eyyorlama
2 yıl önce, aksi sözlük'ü kurduğumda alaycı bakışlarla karşılanmadım. çünkü kimse bu büyük ve muhteşem platformu takmadı. geçen zaman onların haksız olmadığını gösterdi, sağolsunlar.

bazı iş çevrelerine [bizim selçuk market, karşısındaki kahvehanenin sahibi radyo nesim], dünyaya herhangi bir katkı sağlamayan yazıların toplanacağı böyle bir platformun mevcudiyetinden bahsetmeye utandım. ekmek parası derdindeki adama sosyal medyadan, bilgi çağından bahsetmeye kalkmayın. üzerler, kırarlar.


reklamsız [maalesef], karsız [yazık], özel bir amaç olmaksızın [doğal olarak].

kuruluşundan 2 yıl sonra, 5 insan [dünyada internet erişimine sahip olan her kullanıcıdan 288 milyonda biri, veya başka bir deyişle: ben, nikim yok benim, 2 isimsiz misafir, ve tekrar ben (günde 2 kere giriyorum)] aksi'yi her gün kullanıyor. [kurucularından eşim bile kullanmıyor artık. maalesef burada smiley kullanacağım :( ]

aksi, dünyanın en popüler kaçıncı sitesi bilmiyorum. ama, bizden bile kötülerin var olduğunu bilmem, açıkçası bana mutluluk katıyor. ve 10 tl'lik yatırımla ancak bu kadar diyebiliyorum. [domaine her yıl cebimden 10 lira gidiyor, diğer yazarlar bu konuyu inatla görmezden geliyor ve ben bu durumu başımın gözümün sadakası olarak düşünüyorum]



aksi, gerçekten çok normal bir internet sitesi.  tasarımı olsun, yazıları olsun. bunlar hakikaten çok normal. en ufak bir çılgınlık ibaresi yok.

birlikte, aksi'nin reklamsız ve sponsorsuz olmasını sağlyabiliriz. bu bizim için çok kolay. hangi manyak buraya reklam vermeye, sponsor olmaya çalışır ki? bunun için yazılarıyla zerre değer katmayan yazarlara, ve bu aksi'nin linkini kimseyle paylaşmayan, favorilerine bile eklemeyen okurlara size teşekkür ederim.

açıkçası, site mite de umrumda değil. şu aralar nakte sıkışığım. nakte sıkışığım demem, sanki bende gayri menkul yatırım, ileri tarihli bir alacak veya başka bir kaydi değer varmış gibi bir izlenim yaratabilir, maalesef onlar da yok.

diyeceğim o ki; her yazar 100'er lira ateşlese, siteye bir şekilde gelen okur da [ki onların google'dan neler aratarak geldiğini şuradan biliyoruz] benle yorumlardan iletişime geçip, hesap numarama göynünden ne koparsa artık bir miktar transfer yapsa, ne hoş olur diyorum. ha sizce de hoş olmaz mı?

seninki,

benjcev

not: bi de bonaventure diye bir okur vardı, sanki onda para varmış gibi duruyor. nick falan çok şaşalı, görkemli. nikim yok benim gibi sefil değil. onu tanıyanlara söylüyorum, beni bi bulsun buradan.

7 Aralık 2010 Salı

karartma

0 eyyorlama
lafa zart diye gireceğim aga. evet, siteye bir haftadır girilmiyordu. evet, ilk girilmemeye başladığında da oradaydım. evet, umarsızım. hayır, indirin o odunu.

şimdi diyeceksiniz ki "bu ne gamsız, bu ne tasasız site yöneticisi, bu nasıl adminlik, bu nasıl bir? edeb yahoo. yaba daba du"  açıkçası sinirlenince hiç çekilmez oluyorsunuz. sitenin açılmadığını farkettiğim ilk anda, bunu sakinlikle karşıladım. ilk anda, adeta bir planı olan adam gibi hiçbir şey yapmadım. fakat bu durgunluğum, planımın mevcudiyetinin getirdiği bir vakurluktan değil, bariz mallıktandı. aklıma hiçbir şey gelmiyordu amk.

12 Kasım 2010 Cuma

Lady Gaga'nın Kurban Bayramı Heyecanı

0 eyyorlama

Bundan bir kaç ay öncesiydi....
Sabah geç kalktım, beş dakika içinde giyinmek zorundaydım.
Yola çıktım.
- ulannn kirli pantolonu giymişim!
Neyse.
Gevreğimi aldım, servisi beklerken gözümde kalan çapakları sildim.
Derken servis geldi.
Oturduğum koltuk da -çok affedersiniz- kıçıma batıyor, uyuklayamadım.
Neyse.
Geçtim masama aldım çayımı.
-ulan az bi' açılayım nette sörf yapayım dedim.

Keşke o an netim kesilseydi de ömrümce bir daha nete giremeseydim.
Keşke o an orada olmasaydım, yaylalarda olsaydım.
Ama çok geçti ve hayatımı değiştirecek o manzara karşımdaydı:





****

Leydi Gaguk'u tanıyalım öncelikle:
Kendisi 24 yaşında,
Feysbukta 10 milyondan fazla hayranı var,
Milyarlarca kez izlenmiş videoları.
Alejandro'su Poker Face'i...
Kadın yıkıyor ortalığı..

Peki şimdi?
Leydi Gaga dedin mi aklıma gelen şey ne? Kavurma.
Dolayısıyla, kurban bayramı.

Tam tersinden gidersek, malumunuz kurban yaklaşıyor.
Aklıma gelen ne? Kavurma.
Dolayısıyla, Leydi Gaga.

Bir de TIME dergisinde yılın insanı olmaya aday kendisi.
Listedeki diğer isim kim?
Recep Tayyip Erdoğan.

Neyse, ya ben bir şey demiyorum.
Buradan Leydi Gaga'nın kurban bayramını kutluyorum.
El öpenleri çok olsun.

cennet ülkemizin derman bulmaz bir yarası: förstleydilerimizin çılgın giyim zevki ve toplumsal rüküşlük

3 eyyorlama
lan şu şan ve şeref dolu öğrenim hayatım tek bir tez yazamadan bitip gitti ya, böyle her başlığım tez başlığı gibi olsun; hayatım dipnotlarla kaynakçalarla dolsun istiyorum. benimkisi de böyle bi merak işte...

söz konusu saygıdeğer förstleydilerimizin birer fotoğrafını koymak istemiyorum şuracığa. zaten herkesin belleğinde rengarenk bir sayfa vardır kendileriyle alâkalı.

9 Kasım 2010 Salı

Bazen Hiç

0 eyyorlama
Babam çocukluğumda bir musiki ustasından bahsederdi.
Eserlerini besteler, ateşe atarmış bu adam.
Hatta bestelerini kimseler duymasın diye uşaklarını da sağırlardan seçermiş.
Adamın biri sağır taklidi yaparak uşaklık yapmaya başlamış ustanın evinde ve ateşe atılan besteleri kurtarmasıyla besteler günümüze ulaşmış.

Bu ustanın adını bilmiyorum, gugıl'da çıkmadı.

Ama bu adam hep kafamın bir köşesinde kaldı, gerçek olmasa bile ben onu yarattım kafamdaki şirinler dünyasında. Hala uslu bir çocuğum.

Bir şeyler yaratıp, onu yok etmek tanrısal bir zevk olsa gerek.
Ya da, onu çok değersiz görmek.
Ya da, o kadar değerli ki kimse duymamalı gibi bir anlayış olsa gerek.

Nedir bilmiyorum.
Ama bende asla varolamayacak bir bakış açısı bu ondan eminim,
Zira bilgisayardan uzak kaldığım bir ortamda "akşam tıvit'e bunu bunu yazmalıyımmm" diye geçiriyorum kafamdan, "feysbuka koymalıyım bu resmiii" diye çırpınıyorum.

Bilgisayar başına geçiyorum ve feysbuka "gösdeee bugün süperdiiii ahaha" yazıp tıvit'e Can Dündar sözleri kopyalıyorum.
Sırada sözlükler ve bloglar. Gelsin bitişik dahi anlamındaki de'ler, gitsin virgüller. Ama tavrım net; "Yaa çok düz bi' adamım ben bak ahahah, ne kadar da şapşalım!" Uç uç böceğim oh yeah.

Nereden nereye, bugün o usta ile karşılaşsam mesela..

Bestesini yutüp'e yükletirdim.

Yapardım.



8 Kasım 2010 Pazartesi

on beş kişiye saldırdım

5 eyyorlama
insanoğlu akıl sağlığının kıymetini iyi bilecek aga. üzerine titreyecek, pamuklara sarmalayacak. akıl sağlığı mühim. misal şu şarkıyı dinledikten sonra, akıl uzunca bir süreliğine hastalanıyor. hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.



bir stüdyo dolusu insanın çılgınca eşlik etmesi.. ben çıkıp biraz dolaşayım. temiz hava iyi gelir belki. ya da bikaç kişiye saldırıp stres atarım. otobana çıkıp kollarımı iki yana açarım. yaparım bişeyler.

bu da stüdyo kaydı. full versiyon.

3 Kasım 2010 Çarşamba

yeşil peri gecesi

2 eyyorlama
öncelikle, google'da bu kitabın ismini aratıp da buraya düşecek olan sevgili edebiyat dostu güzel insanlar, gidin burdan! bu bir kitap eleştrisi, yazar güzellemesi filan değil.

kitabevinin beleş (ne kadar çirkin bir kelime beleş) gazetesinde iki sayfalık bir söyleşi yapılmış bu kitabın yazarı ayfer tunç'la. tipik edebiyat dergisi söyleşilerinden biri: kendi bilgisini de gözler önüne sermeye çalışan bir sorucunun uzunca sorusu ve o anda bambaşka kafalar yaşayan yazarın net yarım sayfalık ve soruyla pek de alakalı olmayan cevapları...

imam hatipte okurken varlığına inandırıldığım ve o gün bugündür omzumda gezdirdiğim yazıcı melek şu anda tüm melekliğini bırakıp galeyana gelse ve "lan yavşak, kitapçıdan beleş yayını emmiklemişin, ki zaten o alışveriş merkezine gitmenin sebebi de tuvalete girmekti, söyleşiyi de eve dönüşte uykun gelip de durağı kaçırmayasın diye okudun. neyin artisliğindesin sen" dese ne cevap veririm bilemem.



evet! milyon dolarlık yatırımı, koskoca alışveriş merkezini işeme amaçlı kullanıyorum. geçerken de kitapçının beleş yayınlarını broşürlerini filan emmikliyorum. ama bu sayede muazzam edebiyat birikimi yaptım. ve şunu gördüm ki, son dönem türk romanında "len kitaba öyle bir isim vereyim ki okuyucu ne bok olduğunu idrak edemesin" furyası var. yeşil peri gecesi nedir? ben şu küçük beynimle (beyincik) bu isimleri bi yere oturtamamanın esrik sancılarını yaşıyorum ve bu yüzden sık sık psikoloğuma seğirtiyorum. trajik acılar içerisinde kendimi şiirin o dingin ve uçsuz bucaksız ummanına bırakmaktan başka çarem kalmıyor...

ben kitap yazsam ismini yeşil peri gecesi koymam misal. ekmek derim, kapı derim, otobüs derim, çam diplerinde kozalak derim.. elle tutulur, kafayla idrak edilir şeyler söylerim.

şu anda büyük ihtimalle ayfer tunç ablaya haksızlıklar yapıyorum. kitap muazzamdır belki. varoluşun sancılarını hafifletecek (çok söyleşi okudum şu yaşa kadar, öyle böyle değil) şeyler vardır. ama aga, böyle ergen kızın öykü-şiir defterinde sıkça rastlanan tipte isim koyarsan kitabına, koşarak uzaklaşırım. okumam! dizi izlerim mal olurum. aha sorumlusu da sizsiniz derim!

son olarak, akşam otobüste "vay beeh, adama bak, şu saatte ayakta dikildiği otobüste edebiyat dergisi okuyor. hey mübarek ki, gözlerinden bilinmeyen bir masal ülkesine kelimeler fışkırıyor" diye gaza gelen sayın yolcular, işin aslı öyle değil. okumazsam uykum gelir, durağı kaçırırım, ankara'nın ayazında sokak sokak evimi ararım. ziyan olurum.

1 Kasım 2010 Pazartesi

çocuk olma züleyha!

2 eyyorlama
saldıray abi'yi özlemişim. o manada değil lan, yanlış düşünüyorsun..



pardon senin bacınıdı deel mi bu?

27 Ekim 2010 Çarşamba

Boş bakkal ne tartar?

8 eyyorlama
Şimdi efendime söyliyim uzun zamandır işsizliğin vermiş olduğu aymazlıkla takılan biri olaraktan iş ve işçi bulma kurumuna gittim. Gitme sebebim iş bulmak değil, yanımda çalışacak işçi bulmak hiç değildi malumatınız.

Görev-i askeriyem bittikten kelli yatıyorum. Bi kaç arkadaşın düğününü yaptım işte zaman geçsin deyu. Sonrasında istanbul izmir en kısa hangi yoldan hacelik diye soran kuzenimle 4 farklı yoldan gidip geldik. Ceketli ali dayı'm sahip çıksa da benjcev'in gitmemiz hakkında ağır cümleleri memlekete dönmemize sebep olmuştur, daha da korkudan gidemiyoruz yanlarına.

İşsizlik sigortası diye bir ücretin olduğunu duyunca da her havadan para umudu olan adam gibi koşup koşulları sordum kuruma.

Koşullar:

1- 3 yıl içerisinde 600 günün üzerinde sigortalı olarak çalışmak
2- Kovulmak
3- Muhtardan işsiz olduğuna dair belge
4- Günün belli saatlerinde farklı mekanlarda çekilmiş aymaz 4 foto
5- Aileden para istenirken yenilmiş 5 iğneleyici laf
6- İki işsiz şahit
7- İki alacaklı arkadaş (Benjcev biri sensin quardeşim)
8- Tavlada rakibinizle oynanmış 50. oyunun tavla pulları (Erdem teprikler)
9- Cebinizde kazanma umuduyla yatırılmış iddia, sayısal, KAZI KAZAN (Ceketli iyi bilir)
10-Veresiye alabilmek için kanka olunmuş tekel bayi
11-İki adet ödenmemiş fatura, 1 adet asgarisi yatırılmış Kredi-Kartı
12-Cep telefonunuz arandığında borcundan dolayı kapatılmıştır ses kaydı

Benjcev bi 50lik tokalasana be quardeşim, işe girince ödicem...

26 Ekim 2010 Salı

Ya O, Ya Bu

9 eyyorlama


Sonunda "Fotoğrafları için tıklayınız" linkli ünlü bir hatunun röportajını okudum. Genelde yapmam öyle şeyler direk fotoğraflara tıklarım. Sizin tabirinizle bir 'bayan'ım çünkü ben. Kadınlığın ne olduğunu onlardan öğrenmeye çalışırım- güzel olmanın kadınlığın şartı olduğu öğretildi bana ben daha çok küçükken. Büyüyünce de bir şey değişmedi. Selülitli olduğum için, yüzüm kırıştığı için veya kilolu olduğum için eleştirildim. Rahat tavırlar sergiledim "takmıyorum bunları yaa" konulu, ama öyle olmuyor yiğenim.

Neyse,
Bu hatuna soruyorlar, "Evlilik-çocuk mu yoksa kariyer mi?"
Hatun başlıyor filosikik yorumlarına. "evli olan bir kadının kendini işe verip çocuğuyla ilgilenmemesi çok üzücü. evde olan kadın tamamen eşine, evine ve çocuğuna odaklı yaşamalı."

Çok masum, çok anaç bir düşünce gibi mi geldi size? Yoksa "hah kadın dediğin bu ağğbi" diye böbürlendiniz mi kendinizce? Bakarsın belki bakiredir de ha?
Cevaplarınız evet şeklinde geldiyse şu an, şu saniye çekin gidin ve ayna karşısında kendinizi okşayın (bayan olduğum için 'okşamak'ta kalıyorum- yakışık almaz)
Yok bacım bi dinleyelim diyorsanız da devam edelim...
Arıza zaten sorulan soruda: kariyer- çocuk ayrımı.
Kadınlığın en büyük düşmanı bu ayrımdır.
Her kadın güdüsel olarak anne olmak ister.
Ve bu güdüsü ile kariyer hırsı gün gelir çarpışır.
O noktada bunları bir arada tutabilmek kadının en doğal hakkı iken, anneliğe yüklenen gereksiz sorumluluk ve babalığa verilen sonsuz rahatlıkla kadın kariyerinden vazgeçer. Veya tam tersine, kariyerinden vazgeçemeyeceğini bildiği için annelik duygusunu hiç tadamaz.
Ve o kadın yarım kalır.

Tam olabildiği durumlar da vardır:



23 Ekim 2010 Cumartesi

biraz da gülelim

1 eyyorlama
gerek, uzun yıllara dayanan yerel basın tecrübelerim gerekse türk basın tarihine olan merakım beni şu sonuca götürdü: tarihin en skindirik köşe yazısı başlığı bu. dayı tashihlerle dolu yarım sayfa yazı yazar (efendime söyleyim, belediyenin çöp kamyonlarının çok gürültü yapması, çarşamba pazarı esnafının sorunları, ünlü ressam arkadaşının son aşırı kişisel sergisinden izlenimleri filan.. konu yelpazesinin genişliğine bak arkadaş!) kalan boş alana da bu başlığı atıp dünyanın komik olma kaygısı taşımayan ender fıkralarından birini iliştiriverir. ve biz sevgili okurlarının -ki toplamda üç kişi oluyoruz: gazetenin editörü, kendine yerel basını konu edinmiş manyak araştırmacının teki ve bizzat köşe yazarının karısı- anıra anıra gülmesini umar.

bâb-ı âli denilen eski zaman medya merkezlerinde de sıkça bu işin ekmeği tüketilmiş, kelli melli götlü göbekli köşe yazarları "biraz da gülelim" başlığı altında türlü çirkinliklerle okuyucunun mizah humorunu skip atmayı görev edinmiştir. "la bunlara maruz kalmasam benden de muhakkak bir cem yılmaz, bir umut sarıkaya, bir nihat doğan mizahı çıkardı" iddiasında değilim. ama hakikaten bu köşe yazarları ve onlarla aynı paraleldeki ortaokul-lise öğretmenlerim olmasa şu an daha kuwatlı bir mizah algısına ve vergisine sahip olabilirdim.

biraz da gülelim köşesiyle çocuk okutmuş, emekli olmuş, torun sahibi olmuş adamlar biliyorum.

22 Ekim 2010 Cuma

ne güzel filmimizdin sen fasulye abi

2 eyyorlama
ne zaman türk komedi filmlerinin bahsi açılsa "ıha ıha ıhahaha, fasulye'yi çok seviyorum lan ben. aklıma estikçe izliyorum ıahhııııaahahaa" diye gaza gelirim. gözlerimin içi parlar, kendi kendime repliklerini tekrarlarım. karşılığında da büyük ihtimalle "izlemedim, izledim ama hiç sevmedim, amaaan ne fasülyesi yaaa" gibi cevaplar alırım. olsun.

21 Ekim 2010 Perşembe

ziya abi

7 eyyorlama
insanların derdini götleriyle dinleyip onlara yalandan nasihatlar verenlerden bıktınız mı? cinsel yardım köşesi kisvesi altında kendi kendine atıp tutanlardan tiksindiniz mi? aşk hayatlarınızdaki acıları paris moda haftası yorumlarcasına yüzeysel irdeleyen köşe yazarlarından, mali yorumculardan, hukuksal danışmanlardan öğürdünüz mü? o halde ziya abi!! ziya abi halkın içinden..ziya abi köşedeki kahveden.. ziya abi okey masasında beleşçinin oturduğu sandalyeden geliyor. ziya abi içimizden geliyor, içimizden henüz çıkmış bir şekilde, yeni yaktığı orgazm sigarasını tüttürerek geliyor. bizim için, bizlerin dertlerine derman olmak için geliyor.. isterseniz kendisine sığınan bir çok mağdurun, kalbi kırığın, bağrı yanığın sorunlarına ürettiği çözümleri hep beraber okuyalım..

- rumuz: goncagül;

sevgili ziya abi..ben 28 yaşında, sarışın, mavi gözlü, 1.72 boyunda, baskülde 58 kilo çeken ve çevresi tarafından güzel olarak nitelendirilen bir bayanım. fakat bu yaşıma kadar ne sevdim, ne de sevildim. hiç erkek arkadaşım olmadı. anlayacağın aşk, bir erkeğin elini tutmak, biriyle sevgili olmak benim için bir hayal olmaktan öteye gidemedi. bu konuda ne yapmalıyım?

cevap:

sevgili kızım goncagül..

aşk öyle bir sudur göze hoş gelir ama içtikten sonra içindeki bakteriler, tenyalar, böle pis pis böcekler bağırsaklarını kaplar ve sonrasında da ishal olursun. akabinde pötürrrtttt diye sıçarsın gözlerinden yaş gelerek. hatta pötürtttttt diye sıçmakla kalmazsın, bide üzerine kıçında yanma olur. kıç dedim bak dikkatini çektiyse. dedim çünkü biliyorum ki bir bayansın ve erkeklerin sıçmada kullandığı yer götken kadınların ki popo ya da kıçtır. ama ister göt olsun ister popo olsun ishalsen pörtttt diye sıçarsın. sonlarda, son kırıntıları atarken de cızzzzt diye. ve demem odur ki, bilmediğin yerlerden çiğ köfte yeme..

umarım yeterince açıklayıcı olabilmişimdir goncagül. sevgiyle kal.

- rumuz: kadın pedi gördüm sanki.

sevgili ziya abi.. ben 19 yaşında, en büyük faaliyeti ayna önünde ergenlik sivilcelerini patlatmak olan bir ergenim. aynı zamanda da erkeğim ve pipim var. ziya abicim dikkatini çekiyorsa pipi diyorum çünkü alet henüz pipi olmaktan ileri gidemedi. kullanım açısından 3 yaşındaki bir bebenin aletinden bir farklılığı yok. fakat benim sorunum o değil abi. benim sorunum şu ki; ne zaman bir kadın pedi reklamı görsem içimi bir titreme kaplıyor, bacaklarım sallanıyor ve ayıptır söylemesi azıyorum. ne yapmalıyım?


cevap:

sevgilim oğlum kadın pedi;

senin bulduğun rumuza koyimmm.. çok sinirlendim..oğlan bak senin hamına korum. daşak mı geçiyorsun lan benimle? böyle sapıklık mı olur lan? en son guntin darantula mı nedir o adamın kadın ayağı seviciliğini duyduğumda bötle şaşırmıştım da ana avrat girmiştim olaya. sana da öyle girerim bak. yok ama eğer ciddiysen de yapılacak bir şey yok. o zaman da senin hamına korum bak. kadın pedi ne lan hem?


rumuz: willy wonka

sevgili ziya abi.. öncelikle yazılarınızın sıkı bir takipçisi olduğumu belirtmek istiyorum. her yazınızda ayrı bir ders çıkarıyor, her öğüdünüzde ışık buluyorum. ziya abicim; benim sorunum bir türlü vazgeçemediğim şeker yeme hastalığım. gün içinde dur durak bilmeden şekerleme ve çikolata yiyor, küçük bardaktaki çayımı 8 şekerle içiyor ve çorbaya bile tuz yerine şeker döküyorum. bu dertten kurtulmak için bir çok kez doktora gittiysem de bir çözüme ulaşamadım. ne yapmalıyım?

cevap:

sevgili oğlum votka;

bana göre sorunun psikolojik bir hastalık. ve bu sorunun çözümünde sana bilimsel tıp yardımcı olamadıysa, alternatif tıptan faydalanma zamanıdır. yapacağın şey çok basit. önce bir eşeğin skini alıyorsun ve üzerine eritilmiş çikolatayı sürüyorsun. sonrasında geçip karşısına bakıyorsun. bu durumda muhtemelen içini kaplayan tiksinti ile sorunundan kurtulacaksın. yok ama eğer ki o durumda bile çikolatayı yersen, o zaman genişlemiş ağzınla memlekette senden kral saksocu olmaz. bu da bir başarı sayılır. unutmadan, rumuzunu da çok beğendim. votka falan severim ben. hele vişneyle misss...

sevgilerle...


rumuz: kıskanç

sevgili ziya abi. kız arkadaşımın harika bir güzelliği, ondan daha da güzel bir vucudu var. onu çok kıskanıyorum. ne yapmalıyım

cevap:

koy dötüne.

sevgilerle..

18 Ekim 2010 Pazartesi

pazartesi sabahı msne girecek yüzü olmayan adam

13 eyyorlama
ben sen o, hepimiz; futbol denen manyaklığa gönül vermiş herkes!

sen, ali abi! fener kadıköy'de yenildiğinde kendini sütçüyle aldatılmış gibi hissetmiyor musun?

ya sen, muzaffer dayı! beşiktaş üçer beşer yedikten sonra pazartesi gününü şuursuzca, kim olduğunu bile unuturcasına geçir miyor musun?

sen, hatce bacı! senin ne işin var burda mınağoyim bee? hadi biz erkek doğmanın lanetini bir futbol takımına platonik aşk besleyerek yaşıyoruz. senin derdin ne yavrum? kuzum derdin ne senin? dizi izle, alışverişe çıkıp ayakkabı al, bi daha al, bi daha al, burçları oku, ilişkiler üzerine kafa yor hemcinslerin gibi.. ama yapma bunu; bir futbol takımına gönül verme!

şimdi hepiniz utançla ve bana hak vererek başınızı önünüze eğin ve bu yazının konusunun aslında sizler olmadığının, tek muhattabının baykal olduğunun farkına varın. ve rahat olun, sizinle bi sorunum yok.

lan arkadaş, nedir ki bu yaptığın? kendi sahasında manisa gibi bir takımdan 3 gol yemiş ve yüreciği paramparça olmuş bir adamcağıza "nası koydu manisa ahahahaha" diye bulaşmanın manası nedir? yarasını deşmenin, kanırtmanın manası nedir? "ben bu adama laf atıyorum ama yarın bizim de maçımız var, yenilirsek halim nice olur" diye düşünmez misin? "beşiktaş 3 yemiş, biz 4 yersek hadi" diye düşünmez misin? "servet çetin gibi bi adamın oynadığı takımı tutuyorum, bu kadar artislik yapmamalıyım" diye düşünmez misin? seni bize götürsem gelir misin, pınar sosis pişirir misin babamla?..

lafı fazla uzatıp seni iyice rencidelere sürüklemek istemiyorum. gemide filminden erkan can'ı çağırdım, ikimize de durumu özetleyen bi çift lafı var:


- skerler oğlum, hepimizi skerler!...

15 Ekim 2010 Cuma

Erkek değil mısınız hepiniz aynisiniz...

3 eyyorlama
Ah be kardesim erkut, Ah be can dostum tankut, Ah be Berlin panterim, ah be aslan cemalim. Neden biz butun kadınların aynı olmadıgını düşünürken, neden biz Cok çiçekten bal almanın pesindeyken, neden biz karda yürüyüp izimizi belli etmeyeye çalışırken kadınlar bizi aynı görür ki? Kamil ben sorarken cevaplamisim ya.. Bu nedenlerden dolayi
sanırsam. O zamana Buda böyle bir animiz olsun. Ya ama
tankut isimli biriyle aynı olma düşüncesi beni yedi lan su an.. Değiliz oğlum aynı. Tankut siktir.

14 Ekim 2010 Perşembe

msnden öğrendiğim bir şey var

14 eyyorlama
bundan yıllar yıllar evvel, ben yaşlarda bir şair -ataol behramoğlu- çok fena bi şiir yazmış:

...
yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
yaşadın mı büyük yaşayacaksın
ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına...
...

ırmaklara, göğe karışmaktan söz etmiş hacıabi. tam kafamdaki şair imgesi. cebinde bi not defteriyle o park senin bu mera benim, öteki koruluk senin buteki piknik alanı benim dolanmış durmuş gibi. her sabah, yaşadığı köhne bekar odasının penceresini açıp içine yaşama sevinci doldurmuş. vapurda martılara, sultanahmet'te güvercinlere, moda'da kedilere yarenlik etmiş gibi. benim gibi oturaydı bilgisayar başında, bakaydı monitöre aval aval, içeydi peş peşe sallama çayları.. yazabilir miydi? kat'a!

ataol abi karşısındaki acizliğimi savunma girişimime koca bi paragraf ayırdım. ama başarılı olamadığımı hissediyorum. neyse ziyanı yok. bu işler biraz da isim soyisim kombinasyonuna bakıyor. o isimle şiir yazmasa zaten ömer hayyam mezarından kalkar gelir de tokadı basar adama.

msnden öğrendiğim bir şey var: durumu DIŞARIDA olanların yüzde 98'i o anda içeride. bu basit bi tespit evet. ama şunu dinle bak: bunların yüzde 72'si o anda sıçıyor. evet, sıçıyor! malesef bu böyle. dışarıda mı sıçıyor peki? hayır, içeride! yani yalan dolan diz boyu...

durumu MEŞGUL olanların yüzde 47'si o anda afedersiniz cayır cayır porno izliyor! isim verip rencide etmek istemiyorum ama dikkatli arkadaşlar şu anda bu kişiyi hemen anımsayıp kafalarında rencide etmişlerdir.

ÇEVRİMDIŞI takılanların yüzde 64'ünün, msn listesindeki arkadaşlarından birine veya birkaçına borcu var. kalan yüzde 36'lık bölüm ise halk arasında çakal olarak da bilinen ve hoşlandığı kızın/oğlanın oturum açmasını kollayan hesapçı aksi nalet kimselerden oluşuyor.

çok acayip işler dönüyor sanalda.

11 Ekim 2010 Pazartesi

ateşle barut ah, yan yana durmaz

1 eyyorlama
gönül dilinden anla biraz, bir dokunursan ah dokunursan ellerin mızrap olur bedenim saz...

bu erotik girişten sonra lafı askerliğe nasıl getirebilirim ki? (erotizm ve askerlik ilişkisi de pek gel gitli, pek sancılı, pek netamelidir aslında)

askerliğin, insan ruhunu yıkıcı taraflarının başında kendine has espri anlayışı gelir. misal binlerce yıl önce mete han ilk orduyu kurduğunda, arka saflarda şöyle bir diyalog geçtiği rivayet edilir:

ötükenli çılgın bixici: lan tigin! 4 santimmiş diyorlar sigin. hahahahhaa...
tigin: olum sus lan, komtan duyarsa siger ikimizi de!

görüldüğü üzre, zerre komik olmayan bi diyalog. işte olay da bu zaten. askerde esprinin komik olması gibi bir zorunluluk yok. bu zorunluluk bir de star tv'deki HAYRETTİN isimli şov programında yok. acayip bi özgürlük. espri yapıyorsun ve komik değil.

ateş askere gitmeden önce bir abisi olarak çeşitli tavsiyelerde bulundum. her mahalle abisinin vereceği türden tavsiyelerdi işte. ama bu konuda uyarmayı unutmuşum. "nişan al, ateeşş! hhahahahahaha" geyiğini günde 10 kere yapmaktan sıkılmayan bir uzman çavuş, ateşi olan var mı sorusuna seni gösterip gülmekten çekinmeyen tertip filan...

haftasonları internete giriyor garibim. çipil çipil gözlerle askerlik anısı anlatacak adam arıyor msnlerde. tüm arkadaşları tek tek çevrimdışı oluyor. (evladın olsa dinlenmez askerlik anısı) ve o, içinde bir kırıklık elleri soğuk/ boğazında düğüm düğüm kelimelerle soğuk koğuşuna dönüyor: "aha ateş geldi. ısıtsana lan koğuşu, donduk munakoyiim!"

asker gidecek, geri gelecek. ama espri humorunu soğuk bir nöbet kulesinde bırakarak...

1 Ekim 2010 Cuma

blog geldi ersan ilyasova

1 eyyorlama
İDDİA EDİYORUM! aksi sözlük, prestij müzik'in günümüzdeki yansımasıdır. ilk günlerini hatırlıyorum da, izzet altınmeşe'li, suavi'li, ferhat tunç'lu kadrosuya fırtınlar estiren; mustafa sandal ve şapkasıyla kardeşlik türküsünü hep bir ağızdan söyleyen, kolej takımı ruhunu yakalamış "prestij müzik" gibiydik. ben, akın ve taylan; adeta özcan deniz, mahsun kırmızıgül ve ali şan gibi hep beraber kah bu satırlarda yazar, kah yorumlarla çeşitli şakalar yapardık. şimdi msn'i açar açmaz, akın'ın çevrimdışı olduğunu görüyorum. adeta "geldi kodumun manyağı" diyor, tek bir tuşa basarak bunu hissettiriyor. açıkçası akın.... teknolojiyi çok iyi kullanıyor.

hadi ben yeni filmimin hazırlıkları için şehir dışındaydım. siz niye yazmıyorsunuz arkadaş? ya çok bir şey istemiyorum, iki satır ya, iki satır. bugün iki satırı nerelere yazmıyorsunuz? 

uzun süredir yoktum buralarda. buralar derken, tüm dünya coğrafyasını kastediyorum. sıcak hava, yüksek nem oranı derken, üstüne de evlenme telaşesi de çıkınca [evliliğin gerekliliklerinden biri de telaş yerine telaşe kelimesinin kullanılmasıdır, bunu nişanlandığımda babam "oğlum bazı şeyleri konuşmanın vakti geldi. biz evli insanlar 'telaş' yerine 'telaşe' kullanıyoruz. buna hazır mısın?" diye mevzudan bahsetmişti. parantez de baya uzadı ha, ben burada aızıcık takılayım. gerçi yazının sonu da hazır, bu parantezin içini hep geri dönüp yazdım, sonu da bok gibi yazının ha... neyse evlilik telaşesi diyorduk parantezden çıkmadan hatırlatayım dedim ]; perde alışverişindeyken tüllerin orada sen gözler karar, sen bana bir haller gel, sen benim boyun tık tık at, sen bi kanatlan uç... galiba yaz tatilimi plütonun bir uydusu olarak geçirdim. ilkokulda olsam ve tatil dönüşü okullar açıldığında kompozisyon yazdırsalar bana şöyle olurdu herhalde:

plüton, güneş sisteminde bir gezegendir. yazları radyoaktif; kışları elektromanyetiktir. temel bitki örtüsü toz-topraktır. başlıca geçim kaynakları, büyükbaş hayvancılık ve tahıldır...

diye devlet bahçeli'nin ekönömi konuşması gibi tanımlarla başlar, uzayın ne kadar büyük olduğundan, buralara hiç benzemediğinden, arada dayımların satürn'deki yazlığında yörüngeye girdiğimden falan bahsederdim. allahtan ilkokulda değilim.

ayrıca bu yaz dekorasyona olan inancım giderek azaldı, ve geçen yıldan kalan 3 inaç'lık inancımı da tamamiyle bitirdim. düşün, ateistlerin bile allah'a inancı en az 4-5 inaç çeker. o da göt korkusu payı. neyse, dekorasyon diyorduk. dekorasyon dediğin sadece koltukla, perdeyle, masayla olmaz. bana elektrik süpürgesiyle, viledanın sopasıyla, ütü masasıyla dekorasyonu göster ki inanayım. göster ki dekorasyona inanan mutlu bir yusufçuk havalansın... bakıyorum, bütün dekoratörler evinde elektrik süpürgesi yokmuş gibi davranıyor, vileda sopasını nereye soktularsa artık, oraya buraya stickerlar yapıştırıyor. lan dekorasyonu sizin dediğiniz gibi yapsam, ne temizlik ne ütü yapılmaz o evde. işte bu kendini bilmez dekoratörlere bu satırlardan sesleniyorum: "iyi para var mı sizin işte lan?"

vakit gazetesi tarzı hedef gösteriyorum: İŞTE O DEKORATİF ODA!


tabi, belgesel niteliği taşıyan bir anı kitabı çıkarmaya da karar verdim: "düğün hatıraları". bu kitapta düğün ile ilgili sosyolojik gözlemlerimi, insanları toplum içinde kendini rezil-rüsva edecek kadar garip hareketler yaptıracak iç güdüleri, düğün esnasında sürekli normal takılan adamın, aniden sarhoş olarak piste kendini atmasını sağlayan metabolik fonksiyonalitelerden bahsedeceğim. ve tabiki bunları yaparken, her zamanki sert üslubumla yazacağım.
  • düğün esnasında illa ki coşkusuz ama sürekli şekilde oynayan akraba vardır. düğünün başından sonuna kadar pisttedir ve fakat o hissiz tavırlarıyla, o oyuna sonradan girmiş aydın yılmaz edasıyla adamın içini burkar, enerjisini alır, zamanı büker. kara delik.
  • "çok içen akraba, orkestrayı canından bezdirir" bir atasözü olur bu!
  • düğünde ne kız tarafının, ne de oğlan tarafının tanımadığı ekose gömlekli iki genç kuralı: bu 17. yüzyılda kilisenin baskısına rağmen dillendirilen ve günümüzde üzerine binlerce çalışma yapılan bilimsel bir gerçek. kanıtlanmış. her düğünde var.
  • geleneksel oyun havalarından hareketli pop şarkılarına geçişte yaşanan tutukluk: sen çifte telliyi oyna, ver gözüne ankara havasının, hatta ve hatta roman havalarında göbeğini at umarsızca; hoooop sonra "poşete yazık". zaten pop şarkıda oynamak yetenekten çok büyük bir özgüven isteyen bir şey, bir de böyle sancılı geçiş yaşanınca insanlar ikili gruplar halinde birbirinin gözünün içine bakıyor.
  • düğünde tren! insan arkadaşını iyi seçecek arkadaş. tren yaptık. kısa kesiyorum burayı, utandım.
aslında çok da anlatacağım bir konu yokmuş ama büyük harflerle, iki satır boşluk bırakarak yazdı mıydım en az 30 sayfa ederdi. önsözü, sonsözü falan derken al işte mis gibi kitap sana. neden kötü?

13 Temmuz 2010 Salı

erdem

2 eyyorlama
sen erdem değil, bu bizim erdem. malatyalı erdem. erzurumlu emrah gibi, merzifonlu kara mustafa paşa gibi, çiftelerli reşit gibi. temisilî bir resmini de koyayım şuracığa:



yıllar yıllar evvel, domaine hasret yumuşak g nickli bi herif, kâh özel mesajlarla kâh nickaltımdan beni ne kadar beğendiğini filan belirtmeye başlayınca, kuşkunun doruklarında biri olarak işkillendiydim tabi ki. lan bu sapık mıdır, beni kız mı sanıyordur, yok erkek olduğumu biliyor da götçü müdür diye uykularım kaçar olduydu.

güzel yazardı. bir sürgün kasabasıydı. bir eski zamandı, hazirandı. küçücük bir köydü, sığdı. burayı keşfeden belki de oydu... hakkaten de oydu lan keşfeden. misal o zaman "abi deatly diye biri var, süper yazıyor. takip et bence" yerine, "abi zargana diye biri var" deseydi, şimdi muhtemelen zargana'nın gizemli dünyasında dübürü muhafaza etmeye çalışıyordum (bu arada, zargana'ya da selam. onun gibi avcısı da gelmedi memlekete. bide yancısı vardı tabi). gerçi şimdi de deatly'nin kriminal dünyasında muhafaza durumundayım ya. neyse, konuyu darmadağın ettik. hâsılı, bana şimdiki bu sanal dostlarımı hep o tavsiye etti.

cengiz kurtoğlu ve judas priest arasında geniş bir yelpazade akan çelişik müzik zevkini hatırlıyorum. bide bi türlü anlayamadığım aşk hayatını. bide, msn'de taylan'la tedirgin konuşmalarını. ve tabi, temsili resimde de görüldüğü gibi, manyakcasına, it kovalarcasına yürümelerini. saf gördüydü de bizimle kafa mı buluyordu, yoksa hayattaki tek amacı bacak kası yapmak olan bi manyak mıydı bilemiyorum.
- hacı nerelerdesin, iki gündür yoksun?
+ yürüdüm biraz abi ya...
iki gün diyorum, adam yürüdüm biraz diyor. şimdi bir-bir buçuk yıldır ortada yok. belki de postacılık yapıyordur. ya da kendini ipek yolu ve kervancılık mesleğini canlandırmaya adamıştır. yürüyerek karadeniz'i geçme rekoru kırmaya niyetlenmiş de olabilir.

taylan'ı, baykal'ı, ateş'i, ismi lazım değil kişiyi (enis'i hee) hep o tanıttıydı bana. "abi benjcev diye biri var, süper bence. ara sıra oku yani" sen de oku hacı. yürümen ya da aşık olman biter de buralara uğrarsan... yalnız, enis'i okuma! he gurban.

28 Haziran 2010 Pazartesi

nikim yok benim ile internetin dibine yolculuk

2 eyyorlama
"nikim yok benim" ile internetin dibine yolculuk: [ilkokulda okuma parçasının başlığını bağırırak okuyan ekolden geliyorum]

bu sabah nikim yok benim ile msn'de sohbet ederken, konu bir anda, nasıl olduysa artık, iki proton demetinin 4 deney noktasında birbirlerine çok yakın ama aksi yönde dönmelerini sağlayan süperiletken elektromıknatıslardan açıldı. ahaha hassiktir lan. neyden açılacak amk? tabiki de yıllardır tasarladığımız ama üşengeçliğimizden bir gıdım yatırım yapmadığımız web sitesi projesinden açıldı konu. proje dediğime de bakmayın ha, konsepti/amacı/işlevi belli değil, sadece msn'den birbirimize link gönderiyoruz, "aa güzelmiş hacı" diyip gönlümüzü hoş beş ediyoruz. arada değişik smileyler falan da yapıyoruz ki, muhabbet baymasın. mesela n.y.b bana "ayhhşş" şeklinde eklenmiş bir bebek smiley'ini gönderdikten sonra, onun içindeki büyümeyen çocuğu gördüm. altına sıçmış bariz, cıvık müdürüm afedersin.

birbirimize linkler, web siteleri verdik;
içimizdeki trojenlere smileylerle saldırdık,
sık kullanılanlarımızı bitti mi sandın?

neyse, yine bu sabah olağan linkleşmelerimizi yapıp, birbirimize minnetimizi ödedikten sonra, bu n.y.b kod adlı şahıs bana internetin dibinin, tabiri caizse giderken [internet X], karşı istikamette de [internet/ nüfus: 5milyar] tabelalarının olduğu web sitesinin linkini gönderdi: http://www.r10.net

biz çakallık, kurnazlık, simsarlık nedir bilmeyen; kavruk, yağız çocuklarız. tamam, anneannemin evhamlandığı kadar tavuk dürümümün içine haroin koyup beni müptela yapabilecekleri kadar malöz'oğlan değilim. ama bu site bana yaşamın her alanında [ister bir emlakçı kadar gerçek, ister bir forum sitesi kadar sanal] ürkek bir memur tedirginliğinde olmam gerektiğini gösterdi.

hitler artsın diye gencecik çocuklara 10 tl'ye post attırmalar; karşılıklı link değişimleri; "kaliteli" video ekletmeler, domain regletmeler ve daha bir sürü şey. internet'in kuzey koresi...

bizim bir arkadaş da, yıllarca mirc'in bir kanalında op olmak için uğraştı, bir gün geldi, gözler kıpkırmızı, yüzünde gurur ifadesi, ansızın dönüp bana baktı "op oldum" dedi. 'anladın mı?' dedi... anladım dedim anladım, kafayı bozmuşsun sktiğim gerizekalısı. çocuğu 3 hafta kırlarda, bayırlarda gezdirdik de anca kendine geldi.

bu ara, bu dürümün tadı nağadar da güzelmiş yahu? sanki bana yıldırım aktuna eeheheh.

18 Mayıs 2010 Salı

spora başlamak bitirmenin yarısıdır

0 eyyorlama
kış iyidir. kat kat giyersin, göt göbek belli olmaz. bir dirhem hırka bin ayıp örter. ama yaz öyle değil. yaz, ayıp örtmez. tişörtler yedi düvele haykırır: "bakın lan bu adamın çok fena göbeği var! ahaha, bok çuvalı gibi bişey lan bu benim sahibim..."

aslında sorun göbek değil. ben, bilgisayar başına mahkum eden kapitalist sistem falan der, her türlü sıyrılırım işin içinden. kendimi öyle bi savunurum ki, kapitalizmin fikir babası abraham j. kapital bile "haklısın bilader, yanlış yapmışız hata etmişiz" der. hem fena da durmuyor aslında. gürbüz, toraman ve zengin gösteriyor. ama sorun kendimi hakiki bir manda boku gibi hissediyor olmam. kondüsyonum manda bokuyla hemen hemen aynı. nasıl ki onun kalkıp 3 kilometre koşmasını bekleyemezsen, benim koşmamı da bekleyemezsin.

efsane gerçek olsa da, allah'ın işine bak ki, arkamda dev bir karakancolos belirse kaçabilecek durumda değilim. öyle pis bir denklem oluşacak: kaçmazsam karakancolos öldürecek, kaçarsam zaten nefesim kesilecek ve 50 metre sonra yere yığılacam. olmaz olmaz aga. her şey olur. olacağı varsa fredi krugır bile beliriverir arkanda. yoncalanmış inek gibi şişip kalırsın 50 metre sonra.

satırlarıma, başlıktaki veciz söze açıklık getirerek son vermek istiyorum. spora başladığın gün bitirmeye karar veriyorsun. o nasıl bi ağrıdır, sızıdır arkadaş... istersen hiç başlamasın/bu hikaye yarım kalsın/onca yaraların ardından/yeni bir aşk yaratamazsın/istersen hiç başlamasın/geç kalmışız birbirimize.

16 Mayıs 2010 Pazar

İçerideykene düşünecek çok vaktim oldu...

3 eyyorlama
Beni rahatta dinleyin...

Uzuuuun uzun zaman once tam olarak yazamasamda kendi kendime gülebileceğim şeyler karalıyordum. Benjcev falan da gaza getiriyordu, ama olmayan yeteneğimi şu an içinde bulunduğum "vatani görev" durumu iyice köreltti. İki lafımdan üçü koyacam ha oldu. Haritayı katladığın zaman Salliyle üstüste anca gelen "Yeşil Erciş" saçlarımda beyazlara neden olmaktaydı ve bira kokukusuydu rebeka. Benjcev'in alt yazıda bahsettiği yılda bir kitap ortalamasından çok aşşağılardayken, bira kitap diye bir ikili oluşturmaya başladım. Bira mesaimde hafta içi 17-24 hafta sonu tüm gün olduğu için hafta da iki kitaba kadar çıktığım da oldu. Ama okuduklarımın alayı bulanık olduğunu farktım.

Kıpırdanma artık...

Kendi devrelerim askerliği unutalı uzun zaman oldu, alt devrelerimi de şu iki gün içinde gönderttim amma velakin sayılı gün çabuk geçer tezinde bir sıkıntı yaşayan asteklerin arasına katıldım. İlk geldiğimde benden önceki bir abimizin bi lafı geçerliliğini korumakta; "Bir yer lanetlendiyse kargası bol olur derler" demişti, ve Erciş de hayatımda gördüğüm kuş sayısından çok daha fazla karga gördüm, artık hangi astek lanet ettiyse tutmuş bedduası.

Hazır ol...

Bazı tahtaları eksik çok adam tanıdım ama. Ne yapıyorsun asker denildiğinde o an yaptığı işi direk söyleyen askerim var mesela. Yürüyorsa yürüyorum, Selam duruyorsa selam veriyorum ya da hazır oldayım komutanım diyen adam. Mesela bir adamımın sözcük kapasitesi üç: "Saol,Emredersiniz,Komutanım". Ya da sivildeki mesleği dolayısıyla eli uzun olan adamlar. Bulup getiremeyeceği hiç bir şey yok. Öğrenimi hiç denilecek kadar az insanlar tanıdım. Şu haritada Türkiye'yi göster dedikten 2 dk sonra komutanım unutmuşlar herhalde diyen, baktığı haritanın Türkiye siyasi haritası olduğunun farkında olmayan insanları. Yakmak için odun bulmalarını söylediğimde elinde baltayla hangi ağacı indireyim diye soran piskopatları.

Selam dur...

Bu kadar farklı insanların zor bir şartta birbirine deli gibi kilitlenmelerine şahit oldum. Parasızlıktan sigaraları kalmadığında aynı sigarayı paylaşmalarını, birileri kızacak diye 5 tonluk aracı battığı yerden çıkartmak için ittirmeye çalışmalarını, bir suçtan dolayı arkadaşını ispiyonlamayıp cezayı kendisi alanları.

Dikkat...

İki aydan az kaldı :)

Asteğmen Habp
Oda hapsi iştimasında
1 Subay
Emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım...

15 Mayıs 2010 Cumartesi

yazı

4 eyyorlama
merhaba.

başlıktan da anlayabileceğiniz üzere, yüzeysel bir adamım. dünya benim gibi adamlardan oluşsa, dünya edebiyatı "kitap-45091" isminde eserlerle dolar taşardı. aslında çok da sorun değil benim için. okumuyorum ben. kafam almıyor kitap falan.

misal 1 yılda 1 kitap okudum. yeter, allah bereket versin. genelde müzik dinlerim. o da radyodan. bir kulağa hoş gelip, diğer kulaktan çıkan her tür müziği dinlerim. gerçi benim seçimim de değil, trt fm'deki dj'ler, ya da her neyse o memurluğun adı, radyo dairesi memuru, neyi uygun görüyorsa benim için onu dinlerim. televizyonu da baya güzel izlerim hani. dakika başına 3 zap ile, hiçbir program hakkında derin bir bilgim olmaz ama çay tv'den zonguldak tv'ye kadar her programın ismini bilirim. kumandada 1'den başlar 200'lere kadar giderim. bunu uykum gelinceye kadar yaparım.

hazır "show business"tan açılmışken konu, size evimdeki "yabancı karışık" ve "türkçe karışık" isimli kasetlerden bahsedeyim. yaklaşık 17 adet olan türkçe karşık kasetlerin çoğunu, bizim oradaki serkan müzik center'da özenle hazırlattım. hemen hemen hepsi 90'lık. bir dönem fırtınalar estiren çelik ve ayna'dan grup laçin ve servet kocakaya'ya kadar bir çok ismi barındırıyor. 5-6 tane olan yabancı karşıklardaki sanatçıları bilmiyorum, genelde arkadaş çekti verdi, ismi televole hits, summer hits, love hits gibi iddialı isimler. ama şumayerli bir şarkı vardı, f1 motoru sesinden efekt yapılmıştı, onu dinlediğim için birazcık utanıyorum.

yanlış anlaşılmasın bu yazı, itiraf siki gibi bir şey değil, veya kendimle de yüzleşmiyorum. insanoğlu'nun kendini çok önemsemesine yabancılaştım sadece. böyle elektronikli falan müzik setleri yapıyorlar, baya baya uğraşıyorlar bunun için, sonra sektör büyüyor falan, dükkanlar açılıyor, sanatçılar stüdyolara giriyor, bir yıl albüm çalışması yapıyorlar, aranjörlere "yüreğine sağlık" notları falan yazıyorlar, baya insan ekmek yiyor bu sektörden, ortaya çıkan sonuç: faruk ka. küfür etmeyeyim diyorum ama... yani faruk ka'nın beslediği ruhları skeyim afedersin. ya bir de böyle marka hesabı, imaj hesabı "ka" diye soyadı almış, delirttiniz da.

kişisel olarak faruk ka ile bir sorunum yok allahıma bin şükür. olmasın da zaten. laf kavgasında da yener beni o. veya yılmaz morgül falan da değil. hepsi eve ekmek götürme peşinde insanlar. ben, bu radde kendimize müzik setleri yapacak, alacak kadar önem atfetmemize sinir oluyorum. böyle eve şekil şekil müzik setleri almalar, cd'ler kasetlerle donatmalar falan... [tekel bayisindeki kavgaya karışan siyahlı çakal modu]yavşaaaak[/tekel bayisindeki kavgaya karışan siyahlı çakal modu] , daha üç asır önceye kadar orta çağ karanlığında engisizyonsuz kalmıştın. bu artistliğin kime ya. müzik setiymiş. i-phone'a falan hiç girmiyorum. bak isme bak, i-phone.

ha keza edebiyat. bir sürü kelimeler üretilmiş, onlarla kitap neyim yazılmış. her dilden %70 kadar kelime çıkar, yemin ederim dünyada zerre değişiklik olmaz. herkes hayatına devam eder. ya şimdi "imgelem", "hoyrat", "neden sonra" diye kelime veya kelime öbeği uydurmanın ne anlamı var, sen kendini ne sanıyorsun yavşak? bir sen mi ananın kuzususun, çok mu lazımdı amına koyayım bu kelime.

hami mandıralı tarzı adam gibi adam çıkmadı, çıkmaz da arkadaş, çıksın vursun toplara pis burun, barajın götüne vursun gol olsun. öyle şekil şekil çalım yapan mı, böyle çok önemliymiş gibi elini kaldırıp korner kullananı mı arasın, gol attığında havasında cakasından geçilmeyini mi arasın. teknik hareketler, plaseler gırla...  ama sonra, gelsin anti-kahramanımız hami mandıralı, çaksın amazon borusunu. dümdüz vursun toplara, ihtiyacı kadar.

siksin atsın öneminizi de.

13 Mayıs 2010 Perşembe

bir erkeğin en çaresiz olduğu an

1 eyyorlama
duygusal bir durumda arkadaşlarından yardım istediği andır...

çaresizdir çünkü mevcut durumda arkadaşlarının yapabileceği iki şey vardır. birincisi, duyguları şahlanmış şahısa yardım etmek, ikincisi ise mevcut durumda elemanın duygularını alıp üzerine işemek. ve dostlarım, genellikle gerçekleşen durum ikinci durumdur...

vakti zamanında, vakti zamanında dediğimde bundan yılllaarrrrr yılllaarrrrr önce, ben, kaderin pençesine düşmüş ben, pek hoşlandığım bir kızı etkileyebilmek için kardeş gibi gördüğüm, kendileri için canımı verebileceğim üç yakın arkadaşımdan küçük bir yardım istemiştim. yardımın istediğim konuysa kısaca şuydu;

sözlük alemlerinden birinde moderatör olan hanım kızımız, güzel kızımız, biricikimm, sözlüğün hareketsiz halinden sıkılmış, aynı zamandada bu durum için üzülmüştür. bu durumun farkına varan deatly ise, kızı bu durumdan kurtarabilecek ve kalbini kazanabilecek olan planı yapar ve uygulama için arkadaşlarından yardım ister.

plan kısaca şudur; deatly'nin hayvanlar gibi yazan arkadaşları vardır. bu arkadaşlardan en samimi, en sıcak gördüğü üçünü seçer ve onlara durumu anlatır:

- ya babalar durum bu işte. kızdan baya hoşlanıyorum.
+ eeee..
- eeee si şu; siz sözlüğe üye olup biraz hareketlendirirseniz, yani normal normal entry girerseniz bende kıza derimki, bak sen mutlu ol diye arkadaşlarımı çağırdım, sözlüğü hareketlendirdim. herşey senin için bidenemmm..
+ baba ayıpsın ya..
* herşey senin mutluluğun için.
/ (diğer ibne nette yok)

tabiki bu can ciğer arkadaşlar planın ne kadar sikko olduğunun farkına varmış, ama zihni duygularıyla bulanmış olan deatly' e durumu çaktırmamışlardır. sonrasında bu üçlüden ikisi hemen sözlüğe üye olur ve sözlüğü hareketlendirir. fakat ortada bir sorun vardır; sözlük deatly'nin nick altında hareketlenmiştir.

nick altına girilen ilk yorum;

- memesini elletiyor.

ikinicisi;

- sadece sol memesini.. sağı ellerseniz kavga çıkarırır

üçüncüsü;

* yunan tanrılarını andıran vucuduyla gönüllerimizi fethediyor..

dördüncüsü;

* kendisi benden küçük olmasına rağmen hep bana abilik yapmış, hep beni kollayıp gözetmiştir.(bu ibne feci gazlıyo)

beşincisi;

- kendisini en çok muza benzetiyorum, meyvelerden konuşursak.

durumu msn den öğrenip yıldırım hızıyla sözlüğe üye olan üçüncü arkadaşta olaya el atar ve;

/ erik gibidir, kütür kütür..

kasmaya gerek yok. bu arkadaşlar (-) rapper ninja, (*) nikim yok benim, (/) benjcev

tabi bu durumlar olurken deatly'de kendince planını uygulamaya koymuş, güzeller güzeli kıza sen mutlu ol diye sözlüğe çalıştım, arkadaşlarımı zar zor ikna ettim ama çok iyi yazarlar, göreceksin sözlüğü şeklinde sallamaktadır. fakat arkadaşları entryleri girdikçe kızımız deatly'e neler oluyor şeklinde sorular yöneltmeye başlamış, deatly ise yediği bokun farkına varmış ve düzeltmek için çaresizce girişimlerde bulunmuştur.

sonuç olarak bu üçlü, bu metin ali feyyaz, bu izel çelik ercan deatly'nin hayallerinin bi güzel içine etmiştir.

fakat deatly, daha sonra ikinci planını uygulamaya koymuş, sözlüğün adminini kuytuda dövmüş, kıza normal yollarla açılmış, sevgili olmuş ve gün itibariyle nişanlanmıştır. bu üç ibneyide düğününe çağırmıycaktır.

buraya kadarmış

11 eyyorlama
yolun bundan sonrasına katırlarla devam edicez. o katırlar ki, dost canlısı, saf ve sadık. o katırlar ki, arkadaşa sırt çevirmez, iki muhabbet etmekten geri durmaz...

evliliğe adım atan erkeğin ilk önce kötü arkadaşlarından uzaklaştığı kuralını bilecek kadar yaşanmışlığım vardır, çok şükür. ama biz kötü değildik. taylan bile kötü değildi. işte bu kısmı anlayamıyorum. neden?

msn'de engelleyip "yav giremiyorum ne zamandır" demeler, kendi sitene dahi uğramamalar, twitter'da iki cikciki çok görmeler... söyleyecek fazla şey yok aslında. mutluluklar, hev e nays dey. gud nayt end guutentak.

engellendik ey halkım, unutma bizi.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

1 mayıs

1 eyyorlama
taksim'de kutlandı. güzel oldu. evet, bu kadar.

bugünün bizi asıl ilgilendiren yönü ise, koskoca işçi ve emekçi bayramını 'ehe mehe, nişanı önemli bir tarihe denk getireyim de yarın öbür gün yıldönümünü unutup hanımdan dünyanın azarını işitmeyeyim' gibi küçük hesapların sonucunda, bir nişan gününe çevrilmiş olması. bir yanda kapkara nasırlı madenci elleri, öbür yanda heyecandan fiti fiti kıpraşan ve muhtemelen bir işçi maaşı kadar para ödenmiş yüzükleri sabırsızlıkla bekleyen bakımlı eller...

bugün, buradan isim verip rencide etmek istemeyeceğim bi arkadaş nişanlandı. yani, aileler arasında vay sizin oğlan da pek zayıfımış, vay sizin kız da fanatik bir newell's old boys taraftarıymış gibi sebeplerden kavga filan çıkmadıysa, şu anda nişanlı olmaları gerekiyor.

yine yukarıda bahsettiğim 'lan yıldönümü unutmak çok tehlikeli, adrenalin yüklü bişey. ne yapsak ki..' korkusuyla, kızla tanışmasını 29 ekim'e denk getiren bu adam; kuvvetle muhtemeldir ki düğün tarihini de 30 ağustos olarak belirlemiştir. 30 ağustos akşamı, zaferi kutlamak için havayi fişeklerin peşpeşe ateşleneceğini ve 'vay anasını be, oğlan tarafı da masraftan hiç kaçmamış vallahi. baksana yarım saattir havayi fişeğin anasını ağladıyorlar. belli ki damatta para kamyon yüküyle' denileceğini de hesaplamıştır. hep ince matematiksel çalışmalar bunlar. çok acayip işler dönüyor. israil falan. amerika'nın yeni ortadoğu polit.. neyse fazla konuşmayalım bunları. tehlikeli. hep oyun dönüyor. oyun içinde oyun.

lafı daha uzatırdım da burdan köye yol yapardım da uyku saatim geçmek üzere. saat 10, yatağa kon. saat 11, uyku saatidir. saat 12, sen daha yatmadın mı ki? oowwf, hakkaten uyku saatim gelmiş. son bi iki cümlede kayış çok fena koptu. özetle, genç çifte ömür boyu mutluluklar dilerim. doğacak çocuklara isim önerim: kız olursa marks, erkek olursa engels.

21 Nisan 2010 Çarşamba

banyoluluk

1 eyyorlama
banyoluluk=banyolu olma durumu.

banyolu olma durumu? bak onu anlatması uzun iş işte.

banyo güzel ilimiz ısparta'nın şirin mi şirin küçük bir ilçesi. temel geçim kaynağı hayvancılık ve gül koklamacılığı olan bu güzel ilçemizde yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçer. yazıya böyle devam edip gidesim var. ama yalan söyleyince kulaklarım kızarıyor.

banyo yapınca mal olurum. harbiden bak. elin adamı "ayh bi duş alıp kendime geleyim" der ya, bende tam tersi işte. çünkü, annemin bana aşıladığı kötü alışkanlıklardan biri olarak, 4 aydır vücuduma su değmemişcesine yıkanırım. kese, lif, fırça, hacı şakir dayı filan hep bir araya geliriz. lan bu arada iyiden iyiye özel hayatımı afişe etmeye doğru gidiyorum. daha fazla ayrıntıya girmesem iyi olacak. geçen gün yârimle evlilik konusunda fikir teatisinde bulunurken "evliliğin en iyi yanı her daim sırtımı keseleyecek birinin olması" dedim de dünyanın tribine bandım. banyoya verdiğim ehemmiyeti var sen düşün artık.

parmak uçlarım dede ensesi gibi buruşuk buruşuk olur. tırnak üstlerimde sabun kalıntıları, yanaklarımda hamamdan yeni çıkmış adam kırmızılığı... abartıyor muyum? olabilir. zaten ne zamandır azaltmaya çalışıyorum. 3 günde bir keselenmekten derim inceldi; yer yer damarlarım açıkta kalıyor.

bu kadar uğraşıdan sonra, çıkışta şöyle bi saat filan uzanmak gerekiyor tabi. icabında bi bardak çay yahut o anki amerikan kültürü hayranlığıma bağlı olarak bi kupa nescafe içmek... banyoluluk böyle işte. yayılacaksın arkadaş.

özetle, banyodan sonra uyuşuk bi adam olurum. öyle duş alıp kendime filan gelemem. hamam kültürüyle mi yoğrulmuşum acaba?

bir de şu var: banyodan sonra saçlar asla şekle girmiyor. surat kıpkırmızı filan. yok aga, olmaz o iş öyle. yayılacaksın, mayışacaksın.

3 Nisan 2010 Cumartesi

denize anam mı düşse kurtarırım babam mı?

9 eyyorlama
c) hiçbiri.

hayır, anasından babasından çok çekmiş ve onların da çekmesini isteyen sinirli ergen değilim.

aynı şey bobo mu holosko mu sorusu için de geçerli.

ya da benjcev mi ceketli ali dayı mı? (ıslak ceket olayı büsbütün zorlaştırabilir)

ateş mi taylan mı? (çıplak bir taylan'ı kucaklama fikri bile dehşet verici)

şahan mı cem yılmaz mı?

coldplay mi muse mu?

mercedes mi bmw mi?

örnekler çoğaltılabilir. ama benim cevabım hiç değişmez. bu sabah aklıma geliverdi. anamdan babamdan bir yahut ikisi birden denize düşse, kurtaramıycam lan. göz göre göre bağıra bağıra gidecek ebeveynim. ha, kayseri'nin bozkırında deniz bulup düşüyorsa zaten, elleme gitsin. metafizik olaylar dönüyor demektir.

yüzme bilmiyorum. yani biliyorum da, kendime yetecek kadar. kendimi kurtarabilecek kadar. bana güvenip denize düşecek hısım akrabaya tavsiyem şudur: yılana sarılın. benden daha çok işe yarayacağı kesin. en azından deyimler sözlüğüne girmişliği var.

bu soru cümlesinde de çok fena anlam bozukluğu var gibi.

31 Mart 2010 Çarşamba

bedük

4 eyyorlama


bi adam böyle dört koldan pompalandı mı, "iyi bu, çok deli bişey bu, alayığız dinleyin ve saygı duyun" diye gözüme gözüme sokuldu mu, o adamdan illa ki huylanırım. kıl kaparım. mesafeli dururum. işin altında bi orostopolluk ararım.

zaten tarzım değil. rahmetli dedelerimin ikisi birden kabirlerinden çıkıp elektronik müzik eşliğinde çılgınca dans etse zerre etkilenmem, ilgilenmem. ama beni esas dellendiren "oğlum dinlemiyorsanız bile saygı duyun lan. adam çok acayip şeyler yapıyor" tribi. bu dellenme hissi 'baba zula'da da olmuştu. o kadar farklı kesimler ağız birliği etmişcesine övdü göklere çıkardı ki, ister istemez soğudum -ki zaten hiç ısınmamıştım. bi grupta iki eleman barış manço bıyığı bırakıp ince çubuktan-kap kacaktan ses çıkartabiliyor diye (ses diyorum bak, dikkat) aile büyüklerimden esirgediğim saygıyı neden hak etsinler ki? bu gruba gösterilen saygıyı herkes kendi amcasına dayısına gösterse, memlekette vasıfsız amca dayı kalmazdı lan.

şu tipte birini sevebilmem zaten imkânsız gibi. çakal gibi, yaramaz gibi. mcucucuk yapıp eliyle hareket çekecek; ensene vurup kaçacak gibi. evlat olsa sevilmez. ve asıl önemli olan, tip olarak aynı üniversitedeki ev arkadaşım. "hacı elektrik faturasını yatırmadık, bugün yarın keserler" diyecekmiş gibi. ya da "hacı gelirken bi vinston soft alsana" diye emri vaki yapacakmış gibi. sabaha kadar pişti oynadığım, sabah da beraber sınava gittiğim birine nasıl müzikal saygı besleyebilirim?

heç kusura bakmayın dostlar, ben bu insanlara (baba zula, bedük, okay temiz, ferhat göçer...) göstereceğim saygıyı mahalle muhtarıma gösteririm. hiç olmazsa ikametgah alacağımda zorluk çıkarmaz; "bozuk yoksa önemli değil yeğenim, canın sağolsun" der.

30 Mart 2010 Salı

ateş biraderime armağan olsun

8 eyyorlama
her fırsatta rapper olduğunu dışa vuran ateş kardeşe en içten sevgilerimle:



bu da bizim buralardan:



senin gibi gençleri de pistlerde görmek isteriz.

29 Mart 2010 Pazartesi

dans etmek

5 eyyorlama
dans etmem.

edilecek ortamlara da gitmemeyi yeğlerim. çünkü, az önce afedersiniz de annesine tecavüz edilmiş de onun intikam hırsıyla yanıp tutuşuyormuş gibi ciddi bir surat ifadesiyle götünü sağa sola kıvıran adamlar/kadınlar görmek, beni cümle kaînattan soğutur. bu tipleri gözünde canlandırabildin mi? askerde alay komutanının karşısında o kadar kasılmadım ben. bi rahat ol lan!

dans etmek kendini kaybetmektir bence. yani öyle olmalıdır. gözlerini boka bakar gibi kısıp, burnunu bok kokluyormuş gibi buruşturarak belini sağa sola kıvırışların, o anda bi barda değil de emperyalist güçlere karşı bir eylemdeymişsin gibi kollarını yukarı ittirişlerin, tüm varlığını karşıdaki adamı/kadını etkilemeye adayışların... neyin peşindesin it? bi bırak kendini, kayışını koparıver. bunu yapamıyorsan da zorlama kendini aga. gel, dans etmeyenler ve edemeyenler kulübümüze katıl. rezil etme kendini.

bu işi yıldız tilbe gibi gönülden yapamayacaksam hiç kalkışmam. ve kalkışmıyorum da. bir de şöyle bişey var:

28 Mart 2010 Pazar

Enerjinin korunumu...

3 eyyorlama
Şimdi efendim, aşağıda açıklamaları yer alan enerjinin korunumu kanunu diye bir kanun var. Ha, kim yazmış bu kanunu, maddesi bendi fıkrası nedir ben bilmem, beyim bilir. Benimki kulak dolgunluğu. Mühendis arkadaşlar detayıyla bilirler kopyayla geçmedilerse.

Açıklama 1:

Maddenin de bir enerji formu olduğu gözönüne alınarak, evrendeki toplam enerji miktarının değişmesinin imkansız olduğunu söyleyen yasa.

Açıklama 2:

Enerjinin vardan yok, yoktan varedilemeyeceğini, diğer bir deyişle evrendeki enerji miktarının sabit olduğunu açıklayan deneylere dayalı fizik yasası. Bu yasa aynı zamanda enerjinin bir sistemden bir diğerine, bir halden diğer bir hale transfer edilebileceğini de açıklamaktadır. Örneğin, bir baraj gölünde biriken suyun potansiyel enerjisi, suyun tribünlerden geçirilmesiyle kinetik enerjiye dönüştürülebilir. Farklı olarak, bir pilde bulunan kimyasal enerjiyi, elektrik enerjisine dönüştürmek olasıdır.

Bir de şöyle bir şey var;

İnsan yaşamı, bedenin hareket etmesini, gelişmesini, yenilenmesini sağlayan yüksek frekanslı enerjiden ibarettir. Özü itibariyle canlı cansız her cisim, atom altı parçacıklarla bunlar arasında sürekli olarak taşınan enerji paketlerinden müteşekkildir. Ancak canlılara ayırt edici vasfı sağlayan, bunların terkibindeki enerjinin yüksek frekanslı olmasıdır. Hayvanlar da bir yaşamsal enerji formuna sahiptir ancak frekansı düşüktür. Böyle olduğu için, hayvanlar da bilgi depolayabilir ama yaşamsal enerji formu düşük frekanslı olduğu için, depolayabildikleri bilgi sınırlıdır. Keza bu bilgiyi kullanma imkânı da sınırlıdır, çünkü yaşamsal enerji formu, sınırsız bilgi aktarımına müsait değildir.

Atom altı parçacıklar arasındaki enerji alışverişi, aynı zamanda bilgi alışverişidir. Enerjiyi soğuran parçacık, bunun içerdiği bilgiyi de soğurmaktadır. Ham bilginin beyin hücrelerine depolanması: İnsanın çevresiyle ilişkisi de bu yöntemle sağlanır. Enerji parçacıkları, insan vücudundaki atom altı parçacıklar tarafından soğrulduğunda, taşıdıkları bilgi, sinir sistemi vasıtasıyla beyin hücrelerine taşınır ve burada depolanır.

Burasının bilimsel bir blog olmadığının farkındayım ama az sıkın dişinizi. Birazdan saçmalamaya başlayacağım. Az kaldı.

Şimdi bu yukarıda yazanların ışığında benim düşük frekanslı yaşamsal enerji formumda şöyle bir fikir oluştu; bir sürü hayvan ölüyor, öldürülüyor, bir sürü ağaç kesiliyor veya ölüyor. İnsan nüfusuna da bakarsan nereden nereye geldi. Hepimiz enerjinin formlarıysak ve bu enerji dönüşmek suretiyle korunuyorsa o zaman bir şeylerin dönüşmüş hali olmamız muhtemel. E abilerin dediğine göre (onların yalancısıyım yeminle) bilgi de bir şekilde aktarılıyor.

Vurucu hipotezim ise şu: bunca öküz ve odun, enerjinin korunumu kanunu vasıtasıyla insan formunda aramızda dolaşıyor ki bence özellikle bazı meslek gruplarına dağılmış durumdalar. Bu meslek gruplarının ne olduğunu açıklayarak toplu taşıma ve ticari araçlarla ulaşımdan men (aslında külliyatlı dayak yemeyi kastediyorum) edilmek istemiyorum. Bilimsel serimizin yeni bölümlerinde buluşuncaya kadar esen kalın.

26 Mart 2010 Cuma

bi aksiliğimiz de yok aslında

2 eyyorlama
ismi aksi olan bir blogda hep yumiş yumiş, uyumlu, van kedisi gibi adamların olması.. nasıl desem ki, biraz şey gibi sanki.. ımmm, kontradisyoon!

ben isterdim ki, şu ortam aksiliklerle dolu nâlet bir yer olsun. sitenin sokakları küfürle sulansın, damından ibnelikler aksın, camından içeri yeni emekli olmuş adam çekilmezliği essin, nöbetçi astsubay gerginlikleri damlasın. sövülmedik tek yaşam formu kalmasın...

ama yok, yumiş yumiş adamlarız. böyle aksiliğe can kurban. şu an öyle bir gaz bulutunun içindeyim ki, baykal he dese "ıımffhh, yarısında çıktım filmin, hiç beğenmedim" diyen sinema eleştirmeninden bin beter olurdum.

gerçi, uykum geldiği için bu agresifliğim. sabahınan hiçbişeyim kalmaz. camı açıp karanlığa biraz küfredeyim.

25 Mart 2010 Perşembe

bonaventure

3 eyyorlama
'bonjuuuğğ bayan' diyen eski bir sefaret çalışanı gibi hissettim kendimi.

ismini doğru yazıp yazmadığımdan bile emin olmadığım bu arkadaşa aksi blog emekçisi olarak teşekkürü borç bilirim. kendisine bir teşekkür şiltesi vermek istiyorum; yattıkça bizi hatırlasın. ve bu berbat espriyi.

şu örümcek ağlarıyla çevrili sitede ne zaman bi yazı yazılsa, altında boane.. bovave.. bonaventure'nin yorumunu görürüz. yalan mı didim hacı? na zaman didim hacı?

teşekkür plaketi töreninin temisili fotoğrafı:

24 Mart 2010 Çarşamba

kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına

1 eyyorlama
kaza ve kadere iman. imanın şartlarını saymayı bırakalı nerden baksan 15 seneye yakın olmuş. "bizi fortumunan düverlerdi, ben sizi deyneğinen dövüyom, şükredin" diyerek arada da şükretmenin önemine değinen cami imamının koluma bıraktığı yaş değnek izlerinde bıraktım imanın şartlarını saymayı. ve yılmaz erdoğan gibi cümle kurmanın, lise çağındaki kızları nasıl etkilendiğini öğrendim, karbonmonoksit akşamlarında. ve bir yatılı okula dönüş pazar öğleden sonrasında konuyu dağıttım. lan alayımızın yazınsal geleceği aslında bu ergen hüznü edebiyatından geçiyor ama biz ciddiye almıyoruz. birer tuna kiremitçi, birer elif şafak olabilirdik. muazzam para kazanıyor adamlar. neyse.

şu yukarıdaki paragrafla konumuzun zerrece alakası yok aslında. devrik cümleye denk gelince direksiyon hakimiyetini kaybedip şarampole yuvarlanmışım.

benim içerek sarhoş olma kabiliyetim yok. yani vardır belki de, konsantre olamıyorum. rakının tadı da öyle iğrenç ki. annem küçükken (annem küçükken değil, ben küçükken) "lan bu çocukta tam berduş olacak tip var. ben en iyisi şuna susuz rakı içireyim de tiksinsin, bi daha ağzına koymasın" diye düşünüp 2 yaşında tiksindirtti mi acaba? anne milletinden her şey beklenir.

ama bi tane şarkı yeter benim beyin kontrolümü ele geçirmeye. şu başlıktaki şarkı misal. nerde olduğumu, kim olduğumu, hangi çağda yaşadığımı unutturur. allah göstermeye, o anda hipnozdan çıkıp kendimi kavalalı mehmet ali paşa bile sanabilirim. ya da shawshank hapishanesinden kaçmaya çalışan eleman olduğum yanılgısına düşüp apartmanın kanalizasyonuna dalabilirim. o derece kaybederim bilincimi.

veya müzeyyen senar herhangi bi yerin hoparlörlerinden "ben gamlı hazan" diye kulağıma fısıldamaya başladığı an, insanlıktan çıkabilirim. bu şarkılar varken rakıya neden para verilir, hiç anlamış değilim. müzeyyen senar seni tek başına sarhoş edemiyor da, anasondan üzümden yardım bekliyorsan, bi yerlerde yanlış yapıyorsun demektir.

2045

6 eyyorlama
"bugün dost yarelenmiş,
yine gönlüm hoş değil."

şu hayatta yapmaktan en çok haz duyduğum şey hiçbir şey yapmamak. zamanı durdururcasına durmak. hatta küçüklükten beri, hiçbir şey düşünmeden durma talimleri yaparım. maalesef bu konuda başarısızım. hiçbir şey düşünmesen bile "vay amk hakketen de hiçbir şey düşünmüyorum, çok ilginç" diye düşünüyor insan. bunun üzerine çalışmalarım sürüyor. zaten bu kısım daha sonra işime yarayacak.

şimdi nasıl desem, koskoca dünya var, sen de bu gezegene bir şekilde gelmiş çalışıyorsun. baya ciddi ciddi çalışıyorsun. rapor falan yazıyorsun, inşaatta kum karıyorsun, büyük kararlar veriyorsun, sınava giriyorsun, sahneye çıkıyorsun. para kazanıyorsun ki, başkasının mülkiyetinde olan şeyleri alabilesin. ee başkası bunları nasıl sahiplenmiş? o da başkalarından parayla veya zorla almış. işte bu noktada mülkiyet karşıtlığı ile türk sanat musikisinin omuz omuza verdiği noktaya geldik:

"mal sahibi, mülk sahibi
hani bunun ilk sahibi?"

bir an bu türküyü zeki müren'in sol yumruk havada ve olanca devrimci ciddiyetiyle okuduğunu düşününce konuyu değiştirmeye karar verdim.

zeki müren diyince de aklıma geldi ha, dünya müzik literatürüne ve bilimum müzik klasörlerine "rakı sofrası" kategorisini ekleyen, ikinci kadehte de yamulan türk gencosuna bin selam olsun. anısı mücadelemizi aydınlatıyor.

(bu klasör, dizin olarak da d:\müzik\yerli\rakı sofrası değilse ben de ispanyol tecrübeli file bekçisi zubiretta değilim)

bir de, her insan hayatının bir yerlerinde, bir-iki kadeh parlatıp kafaları çekmekten ziyade, bunu konuşmaktan zevk alan bir dönem yaşıyor. 18 - 23 yaş arasına denk geliyor. ben de yaşadım, sen de yaşadın. nikim yok benim, öyle formspring'lerde hava atması değil yavru kuş. şurda biz bizeyiz, gel itiraf et. amca oğlunla içtiğin o gece! hakkında hayırlısı valla.

neyse konumuza dönecek olursak, aslında yaptığın şey şu; dünyaya gelmekle hakkın olan kısmı ve aç gözlüysen daha fazlasını mülkiyetine geçirmek için çalışmak. bu yüzden en başta da dediğim gibi, benim en çok keyif aldığım şey aylaklık. milyonlarca hobisiz insandan biri olduğum için, aylaklık bana çok güzel geliyor.

şimdi aylaklık diyince de, bana en görkemli, en şaşalı, en böyle "hay yaşa yavrum be" denilecek dönem, emeklilik geliyor. tabi emeklilik diyince de, insanoğlunun ilk çağlardan beri süregelen organize olması isteğinin sonuçlarından biri olan ssk geliyor akla.

düşün! insanoğlunun binlerce yıl sonunda geldiği nokta sosyal sigortalar kurumu. ee çok rahatlıkla isyan ederim ben buna. allah belasını versin atalarımın geçirdiği evrimin de, dünya tarihinin de, sınıf mücadelelerinin de, italya 90' finalinin de. yaptığınız fransız ihtilalini skim sizin.

motto da değişen çağa ayak uydurmak ya gari, bilgi çağı ya artık, ba ba laflara bak, duyan da gorbaçov sanır, boris yeltsin sanır, scorpions'dan wind of change sanır, bu ssk bir de site yapmış. bazı bilgileri girip emeklilik tarihini falan öğrenebiliyorsun. benim aylaklığa başlama zamanıma karar veriyorlar tamam da, ben bunu internet sayfasından öğreniyorum. benden habersiz, benim geleceğimi planlıyorlar.

buraya kadar bile tahammül ederdim. ama arkadaş sen oraya emeklilik yılı olarak 2045 yazarsan, ben buna bir dur derim. dur! bir de not düşülmüş: "Bilgilendirme amaçlıdır. Resmi işlemlerde kullanılamaz. 506 sayılı Kanunun Geçici 81 inci maddesinin (A) ve (B) bentlerine göre yaşlılık aylığına hak kazanma koşulları hesaplanmaktadır." ha tamam o zaman. ohh be rahatladım. ben de şey sandım. he iyi iyi.

2045 ne ya? allah gani gani rahmet eylesin, toğrağı bol olsun stanley kubrick keşke yaşayeydi de göreydi şuncağızı. 2045 yılını konu alan bilim kurgu film bile çekilmez, biz o senede emeklilik hayali kuruyoruz. allah kısmet ederse üstümüzden arabalar falan uçacak, biz daha "ben daireye gidiyom hanım, akşama ne lazım?" diye soruyor olacağız.

ssk'nın da, 2045'in de ta... şimdi ağzımı bozdurcaklar bana. hakikaten 2045 ne ya?

dört beş daha dohuz, at o sıfırı, kaldı mı dohuz, işte mhp'nin 80. yıl dönümü kutlu ossasuna.

19 Mart 2010 Cuma

Aksi'cilerin gerçek yüzleri vol.5 - paradoksun göbeğinden gelen "nikim yok benim"

0 eyyorlama

nikim yok benim için...

(2009'un mart ayında çektirdiği bu fotoğraf kendisi hakkında her şeyi açıklıyor)

yıllardır pink floyd'u tek kişi ve hakkın rahmetine kavuşmuş sanan ben, aynı kafa karışıklığını grup laçin'de yaşamamıştım. çünkü her makul insan gibi adlarının başına bir "grup" ifadesi koyarak olası kafa karışıklığını gidermişlerdir. grup laçin, sağlamcı ve kurnaz kişilerden oluşsa da, mevcudiyetlerini sürdürebilmeleri için en çok ihtiyaç duydukları şeye, yani müzik kabiliyetine sahip olmadıkları için tarih sahnesinden silinmişlerdir.

konumuzun öznesi olan "nikim yok benim project" 2006 yılında tek göz bir html sayfada sanal dünyaya geldi. aslında "nikim yok benim" de sanılanın aksine bir kişi değil,  5 kişiden oluşuyor. bu kişilerden en cevvali, buraya yazan arkadaş. onunla ilgili bütün pislikleri birazdan anlatacağım. ama ilk önce grubun diğer üyelerine bakalım.

her başarılı grubun uyuşturucu kullandığını düşündükleri için kendileri de her türlü paf-küf işine girmiştir. ve sırf bunun için özel adam tutmuşlardır. grubun uyuştucu tedarikçisi ve en silik karakteri eduardo gonzales, tam bir kolombiyalı. şu dünyada elde ettiği tek ilginç özellik, bizim alt komşu hüseyin abi'ye benzemesi. düşünün hüseyin abi'nin bile böyle bir özelliği yok. hüseyin abi sıfıra yakın özellikle yaşamayı başaran bir adam. o yüzden eduardo gonzalez'i hor görmem ben arkadaş.
(eduardo gonzalez'in hobileri arasında kardeşini dövmek, babasını dövmek,tanımadığı insanları ilginç mekanlarda ve hiç olmadık zamanlarda çılgınca dövmek ve macar salam var. 4 adet hobi yaptığına şükür.)

grubun üçüncü ve en sevimli üyesi alf'tir. alf, 90'larda bir dönem popülarite yarışında hakan peker ve yonca evcimik ile başabaş gitse de, bir süre sonra foyası ortaya çıkmış ve içinde insan olduğu anlaşılmıştır.(yani 4 koca sezon onu hakikaten uzaylı sanan benim tarafımdan.) alf'i yine de o haliye kabullenen nikim yok benim, kendisini "sen abi orada hiç bişeye karışmadan dur, aman abi kablolara basma" göreviyle istihdam etmiştir. grubun günah keçisidir alf.

(alf'in cem özer'in özbeöz oğlu olduğu tartışmaları hala devam ediyor.)

geldik grubun en saf, en temiz üyesine: Ø. keh keh. tabi burada bu nükte hoş olmadı ama, bunu mühendislik fakültesinde yapsam; öğrenciler T-cetvellerini yerlerde sürüye sürüye, resim-iş klasörlerine vura vura gülerdi. insan konuşması gereken zamanı bilecek arkadaş.

neyse, alf'ten boş küme işaretine kadar geniş bir spektrumda üyesi olan bu grubu bir arada tutmayı başaran şahıs ise burada yazan arkadaş, akın yok benim. aksi blog ki, bugüne bugün 40 izleyici (bu 40 izleyicinin 11'i buradaki yazar arkadaşlar) + bahçelide bir cafédeki 4 okuyucu ile birlikte büyük bir tarikata, bir ibadet ritüeline, bir duran top organizasyonuna dönüştüyse, birazcık da bu arkadaş sayesindedir. zira kendisi, bu blog'un en istikrarlı yazan arkadaşlarındandır. bu kadar.

veli toplantısında hocanın babama, akşam da babamın da bana yaptığı gibi, yavan övgülerden sonra sıra geldi esas meseleye. yani, adamı hicvederek mahvetmeye, yerin dibine sokmaya.

kendisiyle tanıştığımızda aklında bir site kurmak vardı bu arkadaşın. o gün bugündür, her gün bana internetten bulduğu yeni bir tasarımı sunarak, bir tartışma açıyor, sonra da nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kalbimi kırmayı başarıyor.  o kadar uzun zamandır bunu yapıyor ki; sanki kendisinden önce "aklındaki site kurma fikri"yle tanışmış gibiyim. annemden, babamdan çok görür oldum kendisinin "aklındaki site kurma fikri"ni. yani gün geçmiyor ki, sağdan msn'im yanmasın ve bana bir tasarım göndermesin.

bir diğer özelliği ise, acaip derecede yalan söylemesi. öyle anlarda o kadar güzel yalanlarla seni kandırıyor ki... hani bir anda haklı pozisyondan suçlu pozisyonuna oradan da misyoner pozisyonuna kadar götürebiliyor. kısaca, yalanlarıyla adamı ayakta sikiyor.

misal, geçen gün şöyle bir diyalog geçti aramızda:

+ abi ben sitede şöyle bir değişiklik yaptım.
- olm siteyi açtın mı sen?
+ ohooo, kaç kere söylicem, iplemiyorsun ki bizi. [kontratağın başladığı an]
- haklısın abi, çok büyük şerefsizim ben. [yengilyi kabulleniş]

yalnız, yiğidi öldür, hakkıyı sik, sormazlar mı adama bu memleketin raptızatptı sen misin diye?

18 Mart 2010 Perşembe

ulan bu adamı da üzdünüz ya!..

3 eyyorlama


insanın içini ısıtan gülümseyişine alıştığım sayın başkanımın gül yüzünün şu üzgün hâlini de gösterdiniz ya, alayınız topsuğuz la! eve yorgun gelmişim, kafamın içinde kediler türlü etkinliklerle mart ayını kutluyor, zaten karmaşık olan kafam birazdan aşk-ı memnu dizisinin sırlarına yoğunlaşacak ve büsbütün dumanlar çıkaracak. durum buyken, 'biz mutlu değiliz ama, şu başkanım mutlu, o yeter' diye yüreciğime sular serptiğim adamın ilk kez gülümsemeyen fotoğrafını görmek.. aahh, bu nasıl bişey!



çok ayıp ediliyor başkanıma. hep işte, bu öğrenci milletinin anarşikliğinden, gominisliğinden kaynaklanıyor. sen geceni gündüzüne kat, şehrin için çalış, aldığın karşılık bu olsun! nasıl da hüzünlü, kırgın bakıyor otobüsün camındaki anarşik işaretine. canım yhaa..

12 Mart 2010 Cuma

elime düşen şarkının bokunu çıkarırım

0 eyyorlama
başlığı böylece bırakıp, şurdan kuzey çevre yoluna çıksam; koşarak uzaklaşsam da soluğu bolu il sınırında alsam, hiç kimse hiçbir şey kaybetmez. yani o kadar açıklayıcı bi başlık. az ama öz konuşan adamın kesinliği ve netliği çok net şekilde görülebiliyor. ama işte, benim en büyük olayım bu, bokunu çıkarmak.

ortaokulda (ya da orta okulda) her öğle paydosu öncesi tüm sınıf hep bir ağızdan ilahi söylerdik. evet, öğrenimime küçük bir rahibe adayı olarak, sümele manastırında devam ediyordum. ya da pınarbaşı imam hatip lisesi'nde, küçük bir imam adayı olarak. sana hangisi daha mantıklı geliyorsa bebeğim...

millî görüşün şahlandığı dönemler. imam hatip yurdundan çıkıyorum, milli gençlik vakfının evine akıyorum; mücahitlerin savaş videolarını heyecanla izleyip, dosdoğru nurcuların yurduna. orda abilerle ders çalışıp ve de sevişmesiz karate filmleri izleyip tekrar imam hatip yurduma dönüyorum. yaz tatili geliyor, kur'an kursuna süzülüyorum filan. aman yarabbim, öyle bir hoca olacam ki, yok böyle bişey. ha işte, o dönemde her öğle paydosu öncesi sınıfta ilahi söylenirdi. benim favorim 'karanlığın ortasında' isimli eserdi. ben bunu ezberime bir aldım, bir daha da bırakmadım. ilahiyi yazan adamdan çok söylemişimdir. sesim güzel olsa okulun ve de aynı zamanda ilçenin ilahi grubunda yerim garantiydi. aynı tonda bir de 'bu hafta olmasa gelecek hafta, canını alacak ölüm meleği' şeklinde bir nakarata sahip olan ve dinleyenlere yalın bir dille azrailin her daim buralarda takıldığını anlatmaya çalışan bi eser daha vardı. bu ikisi favorimdi. bak yazdıkça hafızam zehir gibi çalışmaya başladı. üst sınıftaki sarı çocuğun muazzam söylediği 'allahu allah' vardı bak, o da iyiydi.

daha evvelden, ilkokulun başlarında coşkun sabah ve udu çok meşhurdu. hele bi "anılar" parçası vardı ki, hey yavrum hey. 7-8 yaşlarındaki beni anılar anılar diye diye hüzünlere salardı. götümün bokuyla neyin anısıysa artık! anne karnını mı özlüyordum, içten içe reenkarnasyona mı inanıyordum nedir... bu şarkıyı öyle sevmişim öyle içime yer etmiş ki, yemin ediyorum şu gün traş olurken sakallarımla beraber coşkun sabah'ın udunun telleri de lavaboya dökülüyor.

kanaatkâr bi adamım. tek şarkıyla bir yılı geçirebilirim. "uğla uğla niyazi, yiyeceymisun beni" türküsüyle ilkokul dördüncü sınıfı bitirdim.

lise başlarında, yine yatılı okulun verdiği melankoliyle ve mahalledeki abilerin telkinleriyle müslüm gürses'i ve biraz da ferdi tayfur'u içeri buyur ettim. uzun süre de bi yere salmadım adamları. sabah kalktım dinledim, sıçarken dinledim, dişlerimi fırçalarken dinledim, uzun saçtan dolayı müdürden kesik yiyince efkarlandım dinledim, gece yatarken dinledim, reno 12 arabanın içinde ilk biramı böbreklerime salarken dinledim. kaseti kalemle geri sararak defalarca dinledim. içimi öyle bir hüzünle doldurdum ki, bir avuç gözyaşı doldu elime/en acı sitemler geldi dilime/pişmanlık duyup da kendime/oturup ağladım çocuklar gibi. ve bunu yaparken zaten çocuk sayılırdım.

o arada, ben dönem dönem böyle tek şarkıya/şarkıcıya kendimi esir ederken memlekette pop müzik patlamış. akranlarım kıl oldum abi'lerle, bu kız beni görmeli'lerle modern dünyaya köşesinden dahil olurken ben mahalleme, kahveme, müslüm'e cengiz'e ümit'e deliler gibi sadık kalmışım. şimdi dost meclislerinde 90'lar popundan söz açılacak da 'ehe ehe, sinan özen de pop söylüyodu değil mi' diye ortamdan soyutlanacam korkusuyla yaşıyorum. buna da yaşamak denirse...

lisenin sonuna doğru işte "hulen bak yarın öbür gün üniversite okuycaz, elin şehirli bebelerine taşak malzemesi olmayalım. disko gençlerinin arasına düşmüş talihsiz gencebay orhan gibi olmayalım" diye rock müziğe dadandım ve onun da bokunu çıkardım. sabahlara kadar, solistinin ne didiğini davulcusunun bile anlamadığı kuzey avrupa metal gruplarıyla aha böyle ağzım açık, gözlerim kan çanağı birlikteliklerim oluyordu. pazartesi sabahları istiklal marşını brutal tonda söylemeye başlayıp müdür yardımcısından zopa yediydim: ses veriyorum: khoorkhmğaaarrhh!

mavi sakal'ın iki yol şarkısını haftalarca usanmadan dinlediğimi bilirim. "bir ay doğar ilk akşamdan geceden, neydem neydem geceden" türküsünü de; nilüfer'den kavak yelleri'ni de. benefit derler bir grubun sex sells diye parçası vardı bak, pazarlama yönetimi derslerinde hep onu söylüyordum. bi ara feridun düzağaç'tan daha dipteydim, sondaydım, depresyondaydım. teoman'dan daha paramparçaydım, parça pinçiktim.

yeniliklere kapalı biriyim galiba. bi şarkı 3 ay götürüyor; bi lokanta 5 yıl, delgado'nun tek golü 3 yıl, bi çorap 2 hafta, bi yâr 8 yıl (gerçi çorap mevzuu ortaya çıkarsa her şey değişebilir)

11 Mart 2010 Perşembe

kot sorununa demokratik çözüm arayışlarım

0 eyyorlama
amerika birleşik devletleri'ndeki kansas veya teksas eyaletinde helikopterle çekilmiş kovalamaca görüntülerini siz de benim kadar saçma buluyor musunuz? neymiş efendim, hırhız arabayı yürütmüş de, ondan sonra karşı şeride geçmiş de, arabaya çarparak veya takla atarak durmuş da bilmem ne... bir de bu görüntülerin finali hep aynı amk. kot ceketli esmer biri elleri kafasının üzerinde dışarı çıksın, sonra polisler elleri tetikte ve çömeşik düzende gelsin, adamı tutuklasınlar. çok fiks! biz de yedik.

ulan birisi de arabada "memur bey valla hasta var arabada, acil durumdu" mu demez? "ya ehliyeti yeni aldık biliyong mu amirim, kafa karıştı tabi" de mi aklına gelmiyor? yahu en azından "çorbada bizim de tuzumuz bulunsun" ile rüşvet göndermesi yap be adam. sen ki en pislik aksiyon filmlerine taş çıkarıyorsun, ama yakalanır yakalanmaz da pes ediyorsun. neden? çünkü bütün özgüvenini, alt ve üst egolarını sildi süpürdü; idini kaybettirdi sana o kot ceket. id ürür, ceket yürür yavşak!

bir de kot gömlek siki çıktıydı bi ara. aboooooov, o neydi la öyle? valla zamanının yök'üyle ben başkan olsam, kot gömleklileri üniversitelere almazdım. açıklamasını da "sktirtmeyin tarzınızı. insan gibi giyinin gelin. analarınız babalarınız okuyun diye gönderiyor, siz sirserilik peşindesiniz" şeklinde yapardım.

ama bu ülkedeki en hakiki sorun, kot pantolon alınırken yaşanan hayal kırıklığıdır. eğer kot almayı kafaya koyup, markasını, modelini belirlemediyseniz yandınız. çünkü o kafanızda yarattığınız ideal kot pantolonu bulmanız hayalden de öte, güzel bir rüya. uyanın artık.

ilk başta, tezgahtar boncuk işlemeli, seyrantepe-gültepe minibüs hattında çokça göreceğiniz kotları çıkaracak sizin önünüze. bu bölümü kolay geçersiniz. bu sefer, dünya üzerinde en çok iştah kapatan nesnelerden olan ispanyol paça kot pantolonları dizecek. şanslısınız ve "ı-ıh bunlar da olmaz" diyebildiniz. ama bitmedi; bazı bölgeleri hoyratça taşlanıp, diğer tarafları bırakılmış; vahşi martı sarıyerspor formasına benzeyen mavi/beyaz kotlar inecek raflardan. hadi onu da atlattınız, sağından solundan yırtılmış, 90'lı yıllara damgasını vuramayan "pop saati" kliplerinden fırlayan kotlarla başbaşasınız. şimdi karar verme zamanı. "yeaa bunlar da olmaz" diyecek veyahut tezgahtarın küfürbaz bakışlarına aldırmayıp dükkandan çıkacaksınız.

devam ederseniz bölüm sonu canavarı olarak insanı adeta düdük gibi gösteren, paçaları çok dar punkçı kotları sizi bekliyor olacak. hayır, o kot pantolonlar iç kotu lan. onu içine giyiyorsun, paçaları da çoraba sokuyorsun, üstüne başka bir pantolon giyiyorsun. öyle bir şey o. yani benim öyle bir kotum olsa, içime giyering. ohh soğuk havalar için birebir. ama o dar kotun içinde pişik değil yanık bile olabilirsin ve taşak kebabına çözüm asla pudra olmaz. ayran dökeceksin, ayran!

neyse bunu da aşarsanız, en sonunda azgın mario'nun prensese ulaşması gibi normal kotlara ulaşacaksınız. normal. bir normale ulaşmak bu kadar zor olmamalı. veya zor ulaşılan bir normal olmamalı. bilmiyorum.

bu soruna demokratik çözüm ise yok aslında. direktoman IV. meşrutiyeti ilan ediyorum. ("III. meşrutiyeti bilmiyorum ama IV. meşrutiyet taşlarla sopalarla olacak" ibrahim müteferrika) tedbili kıyafet halk arasında dolaşıp, bu tür kot giyenlere pandik atacağım. tabi bazı kotların pandik geçirmezliğini bir kenara not ettim.

hadi gazamız mübarek olsun. imza: egeli trafik polisi.

6 Mart 2010 Cumartesi

Aksi'cilerin gerçek yüzleri vol.4- rapper zombie

2 eyyorlama
rap müziğe (bak müzik diyerek bile yüceltiyorum bu saçmalığı, sırf senin güzel atırın için beya) sadece bikaç aylığına meraklandım. üniversitenin başlarında, o meşhur metalci-rapçi savaşlarının (savaşa bak lan, işsizlik güçsüzlük nelere meylettiriyor) kızıştığı dönemde 'ulan bu kadar sayıp sövüyoruz da, neciymiş bu rap denen nalet; bilip bilmeden her lafı geçtiğinde ağza alınmayacak şeyler söylüyoruz. belki iyice bişeydir' diyerek, gencecik insanların göt üstünde dönmeye gayret ettiği parklara dadandım.

her ne kadar, bi insan evladının götünün başının üstünde topaç gibi dönmek için bu kadar hırslandığını anlayamasam da 'alternatif iyidir hacı' diyerek ufak bi sempati beslemeye başladım. evet, o zamanlar hakkaten de alternatifdi. nefret diye de bi grup vardı bak... sempatim o kadarcık sürebildi. sonra kürklü madalyonlu irice zenciler tüm ekranı kaplamaya başladı, bin beter oldu.

yukarıdaki iki paragrafın anlatmaya çalışıp da beceremediği mesele şu: nicki rapper olan bi insanı sevmem, pırasayı sevmem kadar uzak bir ihtimaldi.

rapper zombie.. ya da rapper ninja. ya da iluvninjas. kim bu adam?

bruce lee'li filmlerde takılıp kalmış bir çocuk-adam mı? arkadaşım, biz de sevdik zamanında. biz de ağzımız açık izledik. hatta, vücudumun iki yerine tırnaklarımla pençe izi yapıp kanatmış biriyim ben. ama orda kaldı. 30 yaş eşiğine taşımadım. orda bıraktım aga. içimdeki çocuğu yılan tekniğiyle vurarak öldürdüm.

o, kartelci medya çarkının en küçük dişlisi. akşama kadar mailing yapan kadınların arasında bitse de gitsek diye zaman geçirmeye çalışıyor. ama zaman geçmiyor, bitmiyor, gidemiyor.

o, sözlük camiasında kendine üst sıralarda bir yer edinmiş. ama bi sor, nasıl? sayısını kendisinin de unuttuğu fake hesaplarla mı? kendine hayran ettiği genç kızların desteğiyle mi? sözlük yönetimiyle ahbaplık ederek mi? d) hpsi mi?

o, reklamcı olmayı kafaya koymuş ama asla başaramayacığını -ki, kendisine sık sık gaz versem de, şu an gerçekleri konuşuyoruz- bilmeyen..

o, gizli bir adnan şenses hayranı.

o, açık bir tomakinler hayranı.

o, düzenli olarak msn listelerinden silinen.

o, apaçık bir tuna kiremitçi hayranı.

o, yarı açık bir gökhan zan fanatiği.

ve en önemlisi, o daha askerliğini yapmadı. ahahaha, bu da ona azap olarak yeter.

5 Mart 2010 Cuma

paranoyak pollyanna

0 eyyorlama
böylesine aliterasyonik başlığı heba etmeden "hadi selamün aleyküm" diyip yazıyla vedalaşmam gerekiyordu. çünkü ben şeye çok özeniyorum, hani böyle akademik ve steril yazılarla polemik yaratan insanlara...

babam: oğlum öyle kavgacı şeylere özenme. kendini sevdir insanlara.
ben: ne yani, sigaraya başlayacağıma, kahve köşelerinde sürteceğime, polemik yaparım. sence de daha iyi değil mi?
babam: tamam yap ama, derslerini etkilemesin.

mevzuya ufaktan girelim. bugün asansörde, beyaz badi üzeri kırmızı süveteri ve ayak bileklerine kadar uzanan kot eteği ile bir kızın arkadaşına "try your best" dediğini duyduktan sonra çok sinirlendim. hayır, böyle manzaralara alışkın bir insanım. bu gözler; abimin bol eşortmanüstü ve ondan çok daha bol kotunun altına giydiği bilekli beyaz spor ayakkabılarla; sünnetimde çifte telli oynadığını gördü. görüntü, giyim tarzı asla sorun değil benim için. abimin mc hammer olmadığını not olarak ekliyorum.

ama, o giyim ile tavırlar birbiri ile tutmalı. "hayırlısı neyse o olsun", "allah güç guvvat versin" diyecek diller "try your best" dememeli. kapalı alan fobimin üzerine halüsinasyon gibi indi karı şerefsizim. şakağında kıvırcıklanan saçlar ile gözlüğünün uyumuna bakmadan "try your best" dedi yaa. normalde kapalı alan fobisi olmayan adam, o manzarayı abdi ipekçi spor salonunda görse, klastrofobinin en güzel örneklerini sergiler, dış basında ses getirir.



neyse. konuyla alakasız gibi olacak ama, daha sonrasında bağlayacağımı umarak başkabir mevzuya değineceğim. bu dünyada honduras milli marşı kadar ilginç bir şey varsa - honduras milli marş senin neyine, o da nobel ödüllü edebiyatçının, dombalak futbolcudan bozma kahvehane ülkücüsünden "akıllı ol" uyarısıyla karşılaşmasıdır. hayır siyasi bir derdin varsa, anlatırsın düzgün şekilde. adam daha ne kadar akıllı olacak lan?

çelişkiler ülkesiyiz. bir tarafımız çok iyimser, diğer yanımız korkudan gölgesine düşman kesilecek derecede manyak.

misal, türkiye'nin jeopolitik konumu ve bor madeni potansiyeli, bu ülkede kahvehanelerdeki geyiği harlamasından başka bir boka yaramadı zannımca. gerçi o dönem bile geçti. günümüzde, bor madeni konuşulmadan aylar - yıllar geçiren kıraathanelerin sayısı binlerle ifade ediliyor. durum o kadar vahim. artık yeni trend, dünyayı yöneten 7 aile geyiği. geçen gün, berberde saçlarımı kırptırıyordum, berberin sebepsizce "dünyayı 7 aile yönetiyormuş" demesiyle, benim boynumdaki önlük ve coğrafya dersinde gece-gündüz örneği verebilecek görsellikteki saçlarımla dükkandan fırlamam bir oldu. hayır tavır şu: "dünyayı 7 aile yönetiyormuş. benim yeni haberim oldu amına koyayım".

ben galiba yazıyı bağlayamayacağım. zaten bi boka benzemedi yazı da. en başta demem gereken şeyi, şimdi diyorum:

"hadi selamün aleyküm".