29 Ocak 2010 Cuma

erkeklerdeki "kuru kalabalığa aşırı güven" özelliği

1 eyyorlama


herhangi bir zor durumda, kadınlar ne kadar örgütlü ve sistematikse; erkekler de bir o kadar bireysel kurtuluş, ucuz kahramanlık peşinde.

yani kadınlar böyle durumlarda, 90 dünya kupasındaki kolej ruhu yakalayan kamerun milli takımı'na dönüşüyorken; erkekler kısıtlı tekniğine ve bıyığına rağmen sarıyer maçı'nda aşırtma vuruş yapmayı deneyip topu denize atan müjdat yetkiner oluveriyorlar.

bir önceki videoda gördüğümüz üzere, haklılığından zerre şüphe etmediğim atalay'ı havva ve yardımcısı nasıl el birliğiyle yerin dibine soktularsa; bu videoda erkekler "ne zaman didim hacı?" diye birbirine çemkirerek kebire erkan gibi, semra hanım gibi antipati topluyorlar.

bir de erkeklerdeki kuru kalabalığa aşırı güveni anlamıyorum. bakın, yine önceki videodan karşılaştırmalı örnek veriyorum. havva nasıl da yanına bir tek yardımcısını alarak, konsantre, yoğun ama güçlü oldu!

ama bizim "ne zaman didim hacı?" örneğinde de gördüğümüz üzere, erkekler daha güçlü görünürüz lan diye düşünüp 2 tane yancı da getirmişler. oysa ki bu yancılar, sanki zikir edercesine göğüslerine vura vura dövünerek gürültüden başka bir işe yaramıyorlar.

ahh, bizler değil miyiz, çok kişi olursak bi' bok olmaz diyip, sınıftan kaçanlar. o kızlar değil mi, bize uymayıp sınıfta ders çalışır gibi yapıp hocayı bekleyenler. sonuç: bizim parmak uçlarındaki cetvel, yüzdeki beş parmak izi; kızların ise bizle oluşturdukları kontrasttan dolayı haksız gururu..

yani yükselen kızlar değil düşen erkekler.

28 Ocak 2010 Perşembe

kadınlardaki "ajitatif propaganda" özelliği

5 eyyorlama


nikim yok benim'e bu video için teşekkür diyorum.

kadınların, gün be gün, usul usul nasıl ajitasyon manyağı, haklılık abidesi haline dönüştüğünü gördüm bu videoda. kimbilir sınıftaki atalay olayda haklıydı ama boku yiyen, hocadan azar işiten o oldu yine. çünkü atalay ebe gübe derken, örgütlü kadınlar birliği yönetimi ele geçirdi çeneleriyle.

empatik cümlelerle, "sizi düşünüyorum" alt metinleriyle; sınıftaki olayı yoksullukla, toplumsal yozlaşmışlıkla bağladılar. bir ara havva başkanın yardımcısının konuyu "tamam sovyetler birliği yıkıldı, konjünktürel olarak da postmodern zamanlarda yaşıyoruz. ama benim kalbim kırıldı. cevap verin şimdi" diye bağlayacağından korktum.

bilhassa havva başkanın ve başkan yardımcısının müstakbel sevgililerine sesleniyorum buradan: siz çok pis y.rrağı yediniz olm. ileride kafa kalmayacak olm sizde. kafanızın kalmamasını da koz olarak kullanamayacaksınız çünkü bu yaptığınız insanlığa sığmayacak.

içlerinde ateş var olm bu kadınların. ne yaparsanız yapın, kalplerini kırıyorsunuz.

cevap verin şimdi.

not: ama videdodaki öğretmene değinmeden geçemeyeceğim. kendisi kadınları çok iyi çözmüş ve biz erkeklere müthiş ipuçları veriyor. yani bu tür olaylarla karşılaştığımızda "aferin, aferin. alkışlıyorum" dememizi salık veriyor. teşekkürler hocam.

26 Ocak 2010 Salı

berbere gitmekten çok korkuyorum

3 eyyorlama
meşhur 'berber dayaması'ndan dolayı değil bu korkum. daha başka daha da başka.

saç sakal kombinasyonumdan ötürü, evden her çıkışımda sanki büyük bir eyleme en ön sıradan katılacakmışım, kahrolsun diye diye nadide bademciklerimi patlatacakmışım ve en nihayetinde gözaltılar yaşayıp akşam eve dönemeyecekmişim hissi çöküyor yüreciğime. atkıyı da takınca tam oluyor, sol yumruk kendiliğinden havaya kalkıyor.

acilen saçımı kestirmem gerek. ortamlarda siyasal bilgiler öğrencisi gibi dolanır oldum. ama berberden çıkışta nasıl bir kafa yapısına sahip olacağımı da tam bilemiyorum. bu yüzden korkuyorum işte.

resmî kayıtlara göre 28 yaşındayım. şu güne kadar tek mutlu berber çıkışım olmadı. hep içimde bin pişmalık, gözlerimde yaş, yüzümde yasak duyguların verdiği garip telaş, sesimde bir burukluk ellerim soğuk, boğazımda düğüm düğüm kelimeler... istediğim model olmuyor. kâh ortaokul çocuğu gibi çıkıyorum berberden, kâh çinçin bebesi gibi, kâh cristiano ronaldı gibi. ne desem olmuyor, ne istesem olmuyor.

bugün saçımı kestirmem gerekiyor. dişçiye gitmek gibi lan. berber kendine benzetecek beni yine. fotoşoptan kendi kafama bi model uydurup gidesim var ama, o yine kendi bildiğini okuyacak. kulaklarım kepçe olmayaydı ben yapacağımı bilirdim ama! kulak muhalefeti nedeniyle 3 numara saçı kaldıramıyor kafam.

- böyle iyi mi abi?
+ söylesem tesir etmez, sussam gönlüm razı değil.
- dertlendin birden abi?
+ tanrım ben miyim bu aynadaki yoksa bir zamane piçi mi?
- yakıştı bence...

25 Ocak 2010 Pazartesi

domuz gribi, sen de yalanmışsın!

0 eyyorlama
nasıl korktuydum var ya! aklım çıkıyordu her öksürüşümde, her burun çekişimde. koskoca dünya sağlık örgütü şeyapmış (ne yapmış), korkmamak elde mi?

aldatılmışlık hissi yayılıyor tüm benliğime (yazının bundan sonrasına romantik genç şair-yazar adayı gibi devam ederim, memlekette ne kadar ergen kız varsa aşık ederim kendime). lan neydi o öyle be? öksürene tıksırana hapşurana düşman oluyordum; anam babam bile olsa. hastalık kaparım korkusuyla sıhhıye semtine bile gitmiyordum. zibil gibi hastane var, birinden bulaşmasa ötekinden bulaşır. aldanmışım...

meyveye yeşilliğe verdiğim parayla eryaman'dan ev alırdım vallahi. gülme hacı, paranın para olduğu zamanlardı, alınırdı yani... vitaminden fire vermemek için portakalı kabuğuyla yemeyi bile düşünüyordum. aşı bile oluyordum az kalsın. ellerim yıkanmaktan buruş buruştu ve gözlerin, gözlerin bir sabah denizi mavisi (ahaha, olum ben romantik yazar olcam ileride. çok büyük paralar kazanacam bu işten)

kapitalizmin alameti farikası, "sorunlar yaratıp sonra bu sorunlara çözümler üretip paraya çevirmektir" derlerdi de kulak asmazdım. aslında kulak asmazdım demeyelim de, siyaset derslerine pek katılamıyordum o zamanlar. uyku çok daha tatlıydı. neyse, bu domuz gribi işinde ne para döndü hakkaten be?

şimdi ben bunları yazdım ama, iki gün sonra domuz gribinden kuyruğu titretirsem işte, o zaman çok fena olur. fazla mı coştum acaba? hastalık bu aga, alaya dalgaya gelmez. ellerimi yıkayıp bi mandalina yuvarlıyam da, ne olur ne olmaz. biraz da brokoli olacaktı dolapta...

Aksi'cilerin gerçek yüzleri vol.3 -deatly, bir seksomanyağın bilinçaltına yolculuk-

1 eyyorlama
4101... Neyi mi ifade ediyor bu sayı?

Hemen söyleyeyim:

Aksi Sözlük bünyesinde barındırmakta beis görmediğimiz deatly'nin bugüne kadar cinsel ilişkiye girdiğini iddia ettiği kişi/canlı/nesne/kurum sayısını. Kendisiyle muhabbet biraz derinleştirilirse (ki ben derinleştirdim istemeden de olsa) bu 4101 birimin 3910'unun dişi insan, 103'ünün erkek insan, 22'sinin transeksüel insan, 18'inin büyükbaş, 5'inin küçükbaş çiftlik hayvanı, 11'inin sokaklarda bulunabilecek bilumum başka hayvan, 8'inin yere açılı vaziyette duran çeşitli tür ve ebatlarda ağaçlar, 3'ünün meyve, 3'ünün kuru bakliyat, 2'sinin beyaz eşya (1 Grundig ve 1 Bosch olmak üzere), 2'sinin bilgisayar kasası, 2'sinin park heykeli, 1'inin denizatı (nasıl, bilmiyorum, üstüme gelmeyin) 1'inin Türkiye Gelir İdaresi Başkanlığı (komple kurum olarak), 1'inin felsefedeki oportünizm akımı, 1'inin Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı (2 tane oluyor aslında bu), 1'inin Atilla Taş, 1'inin de dünya dışı tanımlanamayan bir varlık olduğunu öğrenebilirsiniz. Geriye kalan 8 vukuatını ise hatırlayamıyor, sarhoşmuş. Ama tanımlanamayan varlığın uzay gemisine de kaydığına yüzde 70 oranında emin. Ayrıntıya girecekti, ben kestim. Güç reaktörünün orda bir soket girişi mi bulmuş n'apmış tam da anlamadım.

Evet arkadaşlar... Adam manyak... Hiç de öyle işte efendim gençliğinde büyük travma geçirdi demek yok efendim çeşitli acılar çekti toplum bu durumdan sorumlu falan ötmeyin. Gayet de güzel bir ortamda büyümüş bu herif. Kendisi bu yola girmeyi seçmiş, tamamiyle bireysel ruh hastalığı.

deatly'nin seksopatlığını sayılara dökmeye devam edelim: Bu 4101 bahtsız 'şey'den (ilişkiye girilen varlık skalasının genişliği yüzünden başka bir kelime bulamamamı takdir edersiniz) 1997'si deatly hakkında suç duyurusunda bulundu (Grundig çamaşır makinesi de suç duyurusunda bulunanlardan biriydi, düşünün artık ne kadar etkilenmiş makineceğiz). 1996'sı deatly onlarla aynı msn odasına tanımadıkları kişileri alıp kaçmaya son vermesiyle suçlamalarını geri aldı. Sadece Harry Potter bu davadan dönmedi, yüce Türk ve Yüce büyücülük adaletine güvenini sürdürdü. Bu arada bu dava yüzünden Türkiye ile İngiltere Büyü ve Büyücüler odası arasında diplomatik kriz çıktı. Hogwarts deatly'nin iadesini istedi, dış işlerimiz reddetti. deatly'nin ''Büyücülükte iyi ekmek var cadı madı. Ben giderim baba gönderin beni.'' demesiyle gerilim iyice tırmandı. Şu anda bu düğümü çözmeye uğraşıyor yetkili makamlar.

Şimdi de bir evlilik tutturmuş durumda bu adam. Buradan bu arkadaşın müstakbel hayat arkadaşı adayına sesleniyorum: Yapma kızım... Bak yapma bacım... Adam günde üç öğün içine testesteron basılmış viagra hapı yutan bir tavşan hareketliliğinde. Konuya komşuya rezil olursunuz bakın... Apartmanı rahat komaz. Bunu al, zehirli okla uyut, San Diego hayvanat bahçesi yetkililerine teslim et. Orada timsah, babun felan takılsın, ölümü de hayatını yaşamayı seçtiği yolla olsun. Vahşi hayvanlardan biri, arkasında bu adamı gördükten sonraki bir anlık şoktan kurtulduktan sonra haklasın bunu. Hem sen, hem biz, hem ülkemiz hem de ormanların kralı aslan kurtulsun. Aslan aslan olalı böyle muameleye maruz kalmamıştır.

Yazımı sonlandırmadan önce bunun yatak odası fantezilerinden biri hakkında ipucu yazayım ki, nasıl bir fenomenle karşı karşıya olduğumuzu bilin. İki kelime söylüyorum bakın: Tahin helvası...

Atın bunu siteden. Temiz bir aksi sözlük için bu gerekli...

Yakında nasıl bir insan evladının bir bloga yazı yazarken nick olarak kendi ismini seçebileceğini irdeleyeceğim. Evet, doğru bildiniz, son derece sorunlu bir insan evladının.

Bekle bakalım 'erdem', sıra sende!

altıma pijama giyerim

13 eyyorlama
Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Aksi'cilerin gerçek yüzleri vol.2 -ceketli ali dayı, Türk gençliğinin üzerindeki kara el-

6 eyyorlama
ceketli ali dayı.. Hepimiz biliyoruz di mi onu? Blogumuzda halkın sesi kontejyanından, yüreciklerimizi sımsıcacık eden yazıların arkasındaki mahlas ceketli ali dayı.. Bir anadolu köylüsü samimiyetini bir Fransız soylusu inceliği, bir Avusturyalı fizikçi zekası, üç Çinli sanayici hoşgörüsüyle karıştırıp, üzerine yarım su bardağı Yahudi mizahıyla servis ediyor bizlere.. Sevdiriyor kendini, burada kuşkumuz yok..

Peki koşulsuz şartsız sevdiğimiz bu ceketli ali dayı'yı aslında ne kadar tanıyoruz? Beyler kullandığım italiğe dikkatinizi çekerim.. Orada bi şeye dikkat çekiyorum boru değil..

Cevap veriyorum: Hiç tanımıyoruz! (tamam oynamam bitti yazı ayarlarıyla, aldım hevesimi)

Gerçekler gün ışığına çıksın..

Nick: ceketli ali dayı
İsim: Selver Gündoğdu
Gerçek İsim: Kristen Anderson
Bilinen Kod Adları: Çakal, Sırtlan, Akbaba, Şahin, Zürafa, Beyler Takma İsim Olarak Kullanacağımız Hayvan Tükendi, Karadul, Karadut (bu 'karadul'u yanlış duyanlar tarafından yayıldı), Sidikli Selver (mahalledeki lakabı)
Bağlı Olduğu Kurum: Kanada Hükümeti Dış İşleri Bakanlığı Nedensiz Kötülükler Odası
Görevi: Bir takım pislikler, canilikler yapmak

Evet sevgili aksi blog takipçileri.. İçtenliğine güvenip kalbimizi açtığımız, 5 yıldızlı oylar verdiğimiz bu şahıs aslında vatanı bile muallakta olan bir ajan, bir yabancı mihrak maşası, bir kapitalizm kuklası! Yaptığım araştırmalar beni korkunç bir gerçekle yüz yüze getirdi..
Anderson'un Türkiye'deki gizli görevinin ana amacı Türk gençliğinin aritmetik eğitimine sekte vurup, -özellikle ondalık sayılar konusunda- bilinçsiz bir jenerasyon yaratmaktı.. Onun yüzünden bir nesil ''4.5 + 3.2''nin cevabını cos6x sanıyor.. Sayıları ondalık bölümlerini ayırmak için bazen (.), ben (,), bazen de ((), yani parantez açma imgesi kullandı, çocuklarımızın aklını çok pis karıştırdı.. Üstelik bu çelişkili ifadeleri sezip seslerini yükselten sabilerin de beslenme çantalarına gizlice brüksel lahanası yerleştirme suretiyle, onları psikolojikman çökertti.. Hiç kimse kendisine ve matematik diktasına karşı çıkamaz oluncaya dek gizli kapaklı eylemlerini sürdürdü..
Türkiye'deki mevkisi bu kara gayesini gerçekleştirmekte son derece yararlı oldu ona, daha fazla detaya giremeyeceğim..

Peki ceketli ali dayı'nın bu hain planı bir İsviçre saati mekanizması gibi tıkır tıkır işlerken, o neden Aksi Sözük'te zaman harcıyordu? Aklımı kurcalayan bu sorunun da cevabına kısa bir süre önce ulaştım:

Kanada Hükümeti'nden gelen gizli emirler ona bu kanalla iletiliyordu çünkü! Adını daha sonra açıklayacağım bir başka Aksi'ci, hükümet adına hükümetin taleplerini şifreli yazılarla kendisine aktarıyor! Masum bir blog olarak okuduğumuz bu sayfalar, işte böyle iğrenç emellere hizmet ediyorlar!

Gerçekten yozlaşmışlığın kalesi olmuş burası.. Ama merak etmeyin yoldaşlarım, yazdığım her kelime, zifiri karanlıkta yanacak bir mum ışığı olacaktır.. Beni takip etmeye lütfen devam edin..

Bir sonraki hedefim; iğrenç fantezileri ve akıl almaz libidosuyla kadın-erkek, canlı-cansız herkesin korkulu rüyası olan deatly ve onun yatak sırları..

istanbul da büyük aslında

2 eyyorlama
"ankara çok büyük lan" başlıklı bilimsel dozu bir hayli yüksek yazımdan sonra, haftasonu gittiğim istanbul'un da hakkaten büyük oluşuyla ilgili bir yazı neşretmek istedim.

-babaanneye anlatır gibi-

ortasından deniz geçiyor gadasını aldığımın şehrinin nene, olacak iş değil. şileplerle, şimendiferlerle, şizofrenlerle ancak sağlanabiliyor şehiriçi ulaşım. sayın yetkili, 4 eşit parçaya böl şu şehri. sağ, sol, yukarı, aşağı istanbul koy isimlerini de. nedir bu hırs, nedir bu büyüklük kompleksi?

yedi tane tepe varmış memlekette. sonradan katılanlarla sen de düz hesap 10. allah göstermeye, şehrin öte yakasında anan baban öleyazsa, yetişemiyceksin. o kadar dağ tepe aşmak kolay mı?

her gidişimde daha bi soğurum istanbul'dan. soğuğu zaten öyle berbat, öyle nalet! adamı bi yandan yalayıp, bi yandan üflüyor gibi. ıslak ıslak üşüyorsun. ankara'ya indim, iliklerim ısındı. yalanım varsa melih gökçek ısıtsın beni (sıcak gülüşüyle)

bizde eryaman varsa, onlarda beylikdüzü var işte. bizde çinçin varsa orda tillahı var. bizde mogan gölü varsa onlarda marmara denizi var. bizde boklu ankara çayı varsa onlarda da haliç var... aynı aslında yani.

vapur on numara bişey ama. olsaydı ankaramızda da, her sabah binerdim. güvercinlere simit atardım.

daha anlatacak çok şey var aslında. dedim ya, çok büyük. lüzumsuz büyük lan. ne gereği var. inönü stadına gidip bağlılıklarımı bildirip geri dönmem 3 saatimi aldı. geri kalan her mahallenin, semtin zerrece lüzumu yok bence.

böyle işte babaanne, deli işi gökdelenler filan var. araç zibil, bina zibil, martı zibil.. ama insanı eksik işte.

19 Ocak 2010 Salı

Aksi'cilerin gerçek yüzleri vol.1 -benjcev, karanlık bir başarı öyküsü-

8 eyyorlama
Benjamin Cevatoğulları.. Ya da hepinizin bildiği adıyla benjcev.. Ya da çok azımızın bildiği adıyla Süleyman Hurma.. Ya da hiçbirimizin bilmediği adıyla Antonio de Dias Manuel Alejandro Gaucinho Pedretti (unutuyoruz)..

Başarılı bir iş adamı, daha da başarılı bir site yöneticisi.. Bugüne kadar hiçbir yamuğu olmadı.. Hep hoşgörülü, hep nazik, hep güler yüzlü, hep temiz.

Belki de biraz fazla temiz..

Buradaki mütevazi rolüne rağmen 0'dan başlayan bir demir-çelik imparatorluğunun sahibi kendisi.. Üstelik de hırslı biri, Cem Hakko'nun tekstil imparatorluğuna savaş açtı, sınırlarını batıda Ciner Grubu, doğuda T.C. gelir vergileri, güneyde turizm sektörü, kuzeyde Sivastopol'a kadar genişletti.. Sonra ''Sikerim şirketini de sınırını da lan ne işim var Sivastopol'da..'' diye düşündü ve sınırını güneybatıdaki Fedon'a kadar genişletti.. İşte böyle biri o, ara yönleri bile rahat bırakmıyor..

Devlet büyüklerine rüşvet yediriyor, devlet küçüklerine de (trafik polisi) rüşvet yediriyor, ihaleye fesat biraya su karıştırıyor bu da yetmiyor eşli ihalede eşinin güzelim koz elini yiyordu..
Oyunu kazanmak için her türlü hinliği yapmaya göze almıştı.. Asla, ama asla geldiği beldeye dönmeyecekti..

Ve başardı Antonio..

Artık 'büyük adam'dı.. Sözü dinleniyordu.. Dünya onunla beraber gülüyordu artık..
Ama bir şeyler eksikti.. Ne eksik olduğunu çok düşündü.. Kurnazlığı ona (her zamanki gibi) yardım etti, hayatındaki noksanı buldu..

Halkın sempatisi!

Halk onu sevmiyordu.. Halk onu istemiyor, ondan korkuyordu.. Vergiden düşmek için memleketi Venezüella'ya bir okul yaptırması iyi tepkiler aldıysa da sonra bu okula ibnelik olsun diye hidrojen bombası atması kafalarda soru işaretlerine yol açmıştı..
Her şeye sahip olmalıydı Antonio.. Sırtlarına basa basa sosyal merdivende yükseldiği emekçilerin gözünde bile, öyle ya da böyle hem sevilmeli, hem sayılmalıydı..

Ve bir alt benlik yarattı: benjcev..

Uludağ sözlüğe girdi, güzel yazılar yazdı, milleti güldürdü.. Çok seveni oldu, yetmedi.. Gitti bi de blog açtı kendine.. pembeli.blogcu.com diye bir yemek tarifleri blogu.. Sonra halkla ilişkiler danışmanlarından biri bu blogun internetin gördüğü en gay site olduğunu söyleyince, 'aksi' adlı bu blogu açtı.. Ve bir masal naifliğine bürünmüş zehrini saçmaya burda devam etti..

Bu gerçeklere, bana ve savunmasız deatly'e (he bu arada kendisiyle ilgili şoke edici seks skandalını ilerleyen günlerde belgelelerle, faturalarla, sodekso kartlarıyla açıklayacağım, ben bu yola baş koydum artık dönüş yok) ''Siz de siteye yazmıyorsunuz artık ha..'' siteminden sonra deatly'nin penis büyütücü aleti esrarengiz bir biçimde kalp krizi geçirince işkillenmem ve kendisi hakkındaki araştırmalarımı derinleştirmem sayesinde ulaştım..

Siz aksi blog takipçileri.. Bir paskalya tavşanı sevimliliğine bürünmüş bu sırtlanın gerçek yüzünü görün! Kanmayın bu herifin şakalarına esprilerine! Burada kendisinden karşıdan karşıya geçmek için yardım isteyen teyzeleri kloroformla uyutup, helikopterle TEM otoyolunun ortasına bırakan bir caniden bahsediyoruz.. Bi de ipi de çözmüyor hayvan, kadın tam yol kenarına çıkacak hoop topaç gibi geri çekiyor.. Gaddar herif..

Sırada 7-15 yaş arası jenerasyonun en büyük kabusu, bir eğitim-öğretim teröristi, ceketli ali dayı..

Aksi'cilerin Gerçek Yüzleri

0 eyyorlama
Uzun zamandır yazmıyordum burada.. Bunun elbet bazı sebeleri var.. Bu kurumun içi çürümüşlüğünün, kokuşmuşluğunun verdiği rahatsızlık, bireysel huzursuzluğmdan kurtulmuş, etik çerveçevesini zorlamaya başlamıştı.. Ve kararımı verdim..

Artık içimizden biri gerçekleri saf toplumumuzla paylaşmalı.. Sorumluluğu ben aldım..
Şu andan itibaren Aksi'de yazan herkesin kirli çamaşırlarını ortaya döküyorum.. Ben.. Rapper Zombie..
Aydınlanmadık hiçbir kuytu kalmayana dek bu kamikaze yazılarım sürecek.. Susturulabilirim, engellenebilirim, pandiklenebilirim (deatly), hatta ve hatta canıma kastedilebilir ancak ilk kurşun atılmış, dikkatler çekilmiş olacak.. Öyle umuyorum en azından.. Bundan sonrası siz değerli okuyucularımıza kalıyor.. Bu işin peşini bırakmayın, ölürsem adımı yaşatın kabrime de gelin.. Hiiç öyle artistliklerde gözüm yok ölmüşüm lan.. Bi çiçek bırakın ayıptır be..

Yalnız site görmeyeli amma değişmiş lan.. Bi teknolojik aparatlar renklendirmeler felan.. Giriş butonunu yarım saatte buldum.. Ya işte nerden geliyor bunun kaynağı biraz da o yöne eğileceğim zaten.. Ayrıca bi sürü takip eden varmış -ki bunlardan en sonuncusu walkyria adlı arkadaşın resmini bana dünya üzerindeki hiçbir teorisyen açıklayamaz- işte bu takip edenler için bütün uğraşlarım..

Üye sırasına göre başlıyorum.. Alev saçan klavyemin ilk kurbanı, imtiyaz sahibi diyip bağrımıza bastığımız benjcev..

6 Ocak 2010 Çarşamba

ankara çok büyük lan

4 eyyorlama
bu başlıkla ne kadar basit ve bayağı bi insan gibi göründüğümü bilmiyor değilim. ama hakikaten çok büyük.

yani, bir seyahat dergisi gelse bana dese ki (niye desin ki diye sorma), ankara'yı anlatan bir yazı yaz bize; başlığım yine bu olurdu. haa, seyahat dergisinin fulârlı ve 'göt kılı tabdanslı sakallı' yayın yönetmeni "çağırın şu iti hele bi, çağırın da yazdığı yazıları dübürüne itiştirivereyim" derdi muhtemelen. ama ankara çok büyük.

şu konu çok net: hıncal uluç bizimle ya topyekûn dalga geçiyor, ya da artık topun yarısı çizginin öbür tarafında. allahım, bu cümlede yakaladığım metaforu ballandıra ballandıra açıklamamak için kendimi çok zor tutuyorum.

şu konu çok net: yukarıda şu konu çok net diye lafa başlayınca, kafa hıncal uluç'a kaydı. aslında net olan konu şu: ben akşam eve geldiğimde şehirlerarası yolculuk yapmış gibi hissediyorum. evden sabah çıkmamışım sanki de, şöyle bi askerlik yapıp gelmişim gibi.

"bugün çankaya'daydım" demekle "bugün nevşehir'deydim" demenin gram farkı yok benim için. öyle bir durumdayım.

eskişehir hep bunların sorumlusu. allah sizi inandırsın, çay koyup derse gidiyordum da, geri döndüğümde çay daha demini almamış oluyordu. allah inandırsın dedim oğlum, inanmazsan çok yüklü vebali olur.

oran civarında bir trt muhabiri, trt binasının önünde sokak röportajını rahata getirmeye çalışırken mikrofonu uzatsa bana, sorsa ankara sizin için ne ifade ediyor? ankara eşşek kadar lan der, anama babama selamlarımı iletip yürür devam ederim yoluma. zira yolum daha çok uzun.

bir de, kömürle çalışan 65 model otobüsleri var. bunu da yaz.