28 Temmuz 2009 Salı

yurtbay seramik reklamıyla geçen koca bir ömür

1 eyyorlama
benim ömrüm, evet. baştan söyleyeyim de sonra genele yaymaya çalışıp yazıyı yokuşa sürmeyeyim. sürmeyesin sürmeye.

doğadan sanata, yurtbay seramik.

benim ömrüm bu reklamın olayını (nedir lan senin olayın?) anlamaya çalışmakla geçti/geçiyor. türlü çeşitli manalar yüklüyorum cümleye.

kafamda bikaç senaryo var reklamın yapım süreciyle ilgili:

1: ııı, murat bey şimdi bizim bütçe çok kısıtlı. yani bütce demeye bin şahit gerek buna. ve bu parayla 10 yıl idare etmeyi düşünüyoruz. var mı bi fikriniz?
2: bebeğim, prodüksüyona filan dünyanın parasını vereceğimize 5 saniyelik bi reklam yapıp yıllarca yayınlatalım.
3: şiş lan stajyer, yurtbay seramik için bi slogan salla bakam. ne? doğadan sanata yurtbay seramik mi? oldu bence. bide kiğılı için söyle o zaman...

reklam artık aileden biri gibi oldu. akşam eve gidince ntv'yi açarım. ilk reklam kuşağında görünmezse merak ederim; başına bi iş mi geldi acaba diye.

ben bu yurtbay seramik sayesinde sevdiğim kızdan karşılık buldum yavrum. boru değil. hayat şiarı edinmişim kendime. nasıl? düşük bütçeli olabilirsin (cepte para olmayabilir), prodüksiyon kaliten kötü olabilir (surat bi boka benzemeyebilir), tek atımlık barutun; söyleyecek tek sözün olabilir (seni seviyorum) ama ısrarcı olursan er geç zihnine yer edersin. evet, bıkmadan usanmadan söyledim iki kelimeyi. noldu? çok şükür.kiğılı reklamı da var. dırıddıdı dırııııd diye iğrenç ötesi bi müzik ve halit kıvanç seslendirmesi. ama yurtbay seramik'in yerini tutmaz benim için.

- kızım, şu ntv yönetimine kesin bir dille söyler misin lütfen, biz batalı bir buçuk yıl oldu. topu attık bebeğim. yeter, yayınlamasınlar reklamımızı!
+ fakat beyefendi, adamlar içselleştirmiş olayı. para istemiyoruz yeter ki yayınlayalım diyorlar. ntv için banu güven neyse bu da o diyorlar.
- o derece?
+ celal pir'i gözden çıkarabiliriz ama sizi asla diyolar.

belki de işin sırrı (işin sırrı olin'de, iki kere rafine) müşfik kenter'dedir. şiir okuyormuş gibi geliyor kulağa. geçen gün sevgilime geyik olsun diye 'doğadan sanata, yurtbay seramik' dedim, ay çok romantiksiiiin deyip boynuma sarıldı kız. ümit yaşar'ın bi şiiri sanıyomuş solaganı. saf kız. ümit yaşar'ın değil ki. attila ilhan'ın şiiri bu.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

mustafa topaloğlu nun düzenli olarak kumar izlerken yakalanması

2 eyyorlama
geçen gün dikkat ettim çıkan bir arşiv haberde kendisine. kumar oynarken polis baskınında yakayı vermiş. şöyle bi açıp inceyeyelim dedim bari haberi ve içeriğini.

bi an bi kedi gördüm, sonra bi tane daha. üstelik aynı yerde aynısından. o ara ablam geldi, noluyo lan dedi, kedi dedim, dejavu dedi, i can stop dedim. meğer bu adam baskın yediğinde oluyormuş dejavu.

peşi sıra kurcalarken 1001 reklamlı haber portallarını gördüm ki bizim mustafa o gün yine yakayı kemik kadrosuyla ele vermiş. meme dali erbil, gökhan güney ve topaloğlu. kayserispor'un defans hattı gibi korkunç 3lü ayda ortalama 1 kere gizli bi evde basılıyolar. sonra polis bunları alıp bi eminiyet müdürlüğüne götürüp 140 lira ceza veriyor, sonra meme dali ile gökhan arka kapıdan sıyrılıp uçarken bizim uzaylı gazatecilere yakalanıyor. ama o sahne hep aynı. sadece gazeteciler değişik.

S01E01 (ilk bölüm-pilot) (ocakta yapılan bi baskından sonra)
-mustafa bey kumar oynarken polis baskınında yakalandınız
+ben oynamıyordum sadece izliyordum

S0E02
-sayın topaloğlu ataşehirde bi villada kumar.. (mart-2009)
+ben kumar oynamayı bilmiyorum. bakmaya gittim

S01E03 (nisan sonu 2009)
-mustağa abi (artık samimiler gasteciler) kumar izlerken hehehe
+hayır ben kumar izlemeyi bilmiyorum. yemek yiyoduk arkaaşlarla

S01E04 (dün gece-sezon finali)
-.....
+allah aşkına sus. sadece izliyodum.

24 Temmuz 2009 Cuma

lan eskiden bi kanal vardı diğer her kanalı gösteriyordu

3 eyyorlama
mesela buraya ''neydi olm o kanal bi buldurun :ppp'' yazıp bıraksam sadece beni burdan kovar mısınız kovmaz mısınız? kovarsınız.. onnçün hiç benim yanıma gelip de ''ateş'im biz seni şöyle seviyoruz, sen bizim böyle göz bebeğimizsin, sana öyle hayranız, seni beriki kadar öpüyoruz (zarflarım tükendi edatlara geçtim) demeyin, yalan konuşmayın.. aramızdaki bu dostane ilişkinin sonu 6 kelime ve bir smiley'e bakıyor.. neyse ki sınırlarımı biliyorum..

bu kanalın adı videolu bişidi.. google'a ''ya eskiden böyle bi kanal vardı diğer her kanalı gösteriyordu videolu bişidi neydi ya o?'' yazdım.. açılan sayfadaki sitenin bağlantısını koydum yukarı.. (deneyin isterseniz valla böyle çıktı) pek istediğim bilgileri edinemedim ama büyü, homoseksüellik ve fıkıh gibi alakasız konularda kahkaha sahibi oldum..

vala hatırlıyorsunuz di mi ama? bu kanalın ekranı böyle ufak karelere bölünmüştü ve her ufak akrede diğer yayında olan televizyon kanallarından biri gösteriliyordu.. hesapta tv'de ne var diye düşünmicen, buraya bakacan, burdan bir kanal seçicen felan.. arkada da müzik çalıyordu, bazen de radyo gibi reklam duyuluyordu, gelir modelini de böyle şekillendirmişler..

olm aklım çıkmıştı lan.. kendimi macera filmlerinde iyi adamın her adımını kameradan, bir büyük monitördeki bölünmüş küçük ekranlar vasıtasıyla izleyen kötü adam gibi hissediyordum.. lan lan ne süper bir kanaldı lan bu! yemin ediyorum bir yaz televizyonda sadece bu kanal açık kaldı..

''aha atv'de çiçek taksi başladı lan du kanal d'de ne var haha reklama girmiş salaklar sanki onu izliycem.. trt'de hala çizgi film mi evet iyimiş ha ordaki de.. dur lan şu ne haa kral tv'ymiş.. ibrahim erkal mı lan o? amaan bana ne oha power rangers başlamış lan! ama şimdi kapamıyım burayı hbb'de reklamdan sonra ne başlıcak ona bakiim.. haha tüm türk televizyonculuğuna hakimim şu anda allahım kim yaptıysa bu kanalı cennete gitsin..''

böyle de geri zekalıydım. power rangers kaçıyor ben hala hbb'deyim, ibrahim erkal'dayım, ayrılır mııııı-ıı-ıı ettt tırnakhhhttan'dayım..
bi de akşam baba eve gelince bir dini ritüel gibi bütün kanallardaki bütün haberler izlendikten sonra (number one tv haberler'i bile bulsa izliyor babam.. lan sanki vengaboys ne biliyorsun da son 45'liklerinin çıkış tarihini öğrenecen..) onun da canı televizyonda gezinmek ister..

- bugün de bişi yok kanallarda ha..
+ baba o videolu kanalı açalım hadi ordan bakarız en güzel kanalı..
- bak ateş sana bu soruyu bir kez soracağım ve bu an unutulacak aramızda, dürüst cevap ver: salak mısın evladım sen?
+ yaa nası kullanmıyosunuz o kanalı ya adamlar yapmış o kadar. şimdi kim bilir neler vardır başka başka kanallard...
- aha eurosport haberler.
+ baba çim kayağı haberl..
- şşşt..

abi size gönderdiğim linkteki (http://muzakere.wordpress.com/) 'flört' sekmesinden bir pasaj sunuyorum ölücem gülmekten:

- hocam son bir soru sorsam olurmu?

—est hiç sormadan sor


hiç sormadan soru sormak.. felsefeyi sorguluyorum şu an, var oluşu sorguluyorum.. sormadan sor diyor adam.. ve bu herife 'hocam' diye hitap ediliyor biri tarafından..

- hocaa kart yok mu kaart?
+ göstermeden göstereceğim..

23 Temmuz 2009 Perşembe

açık dergi

3 eyyorlama

gerçi dergi mi kaldı hasbam. redtube var şu var bu var, cd var film var. ama eskiden güneş gazetesinin arkasındaki günün güzeline bile hasretti millet. bulvar en son çareydi.

ufağız tabi o zamanlar, hiç bi şeyden haberimiz yok. o seneler bizim için meme sadece emzirmek, göt hava kaçırmak, çük ise işemek içindi. yine işemek için kızlarda ne bulunur mechul. (m.ö 2230)

haliyle büyük bir merak söz konusu. dolayısıyla inanılmaz mesak ediyor insan. hani yemiyoz artık o dönemlerde kukarayı. zaten hiç mantıklı gelmiyodu bana evlenmenin sadece aynı evi paylaşmak olduğu fikri. yoksa mümkün mü o kadar sabır. bi sebebi olmalı. ama soraman tabi kimseye. mahallede de hep aynı yaş grubundayız askeriye gibi. şöyle 2-3 yaş bizden büyük bi kaç eleman olsa en azından sorucaz mevzuyu.

herkeste bi korkaklık olurdu çokça. 2-3 tane çok ama çok iyi sır tutan eleman bir araya gelir bi dergi alır ve onu rahat bi 3-4 ay muhafaza ederdi.. ama işin en ilginç kısmı bunu gazete bayisinden alma sıradasında yaşanırdı. kimse cesaret edipte gidip “abi açık dergi versene” diyemez. bak; bi keresinde bizim hakan efendiyi yolladık. bizden 1 yaş küçük oldugundan daha saftı. programlayıp yolladık herife. diyeceği şeyi de ezberlettik.


-abi bi açık dergi alabilir miyim
+tabi, 150 bin
-al abi. [burda 200 bin verip heyecandan para üstünü bile almıyor]


getirdiğinde görüyoruz ki chip dergisi. bizim salak açık dergi deyince herif kendi açıp okuduğu dergiyi buna çakmış. neyse ki herifin kendi baktığı porno dergisini almıyo salak. geri geliyorum.

olayda porno kelimesi ise tamamen imkansız o an telaffuz için. ki zaten bayi için de 3-4 mahalle yukardan bi yerden alınmalı. tanıdık biri olmamalı kesinlikle. bi tehdit varsa zaten direk yandık. nasıl bakarız evdekilerin suratına. 1-2 salak denemeden sonra ikna edilebilir en saf eleman ben kalıyorum arada. dersimizi alıp bu sefer açık dergi istemeyiz. zira önceki aldığımız chip bi sike yaramadı. elektrik borularından yaptığımız tüftüfe külah oldular.

binbir zorlukla gidiyorum yere. ağzımı açıp konuşamam ben o an zaten. sadece yerdeki dergilerin arasından bi tanesini parmağımla gösterip şu diyorum sadece. onda da bi şey göründüğünden değil altı üstü bi baldır bacak görünüyo. o bacağın sahibini ise hiç unutmam; merve ildeniz.

alıp koşuyorum başardım diye bizimkilerin yanına. ordan da hiç bakmadan koşarak mahallenin en ıssız köşesine. dergi mi?

şamdan. bi gastenin magazin ekiymiş amına koyim. sonra sonra öğrendik bi şeyler ama o zamanda internet çıktı, dergi yalan oldu.


-abi bi dergi alabilir miyim açık.
+hazır yapışmışı var
-oluurr


2009/ f16incirlik

20 Temmuz 2009 Pazartesi

istanbul'da dayak yiyorum, gözlerim kapalı

0 eyyorlama
belalım, kasaturalım; mobiletli selman'a

nikim yok benim, şu yazısıyla ankara'da kavga etmenin zorluklarından bahsetmiş. haftasonu ankara'da 2 haftalık iznimin startını verecek olan ben ve ceketli ali dayi için, güzel bir çalışma olmuş. zira, biz manyak bir çift olarak, turistik gezilerimizde yöre halkı dövmeye bayılıyoruz. hatta bir keresinde kuşadası'nda sıkıntıdan caretta caretta dövmüşlüğümüz var. salak, kabuklu ve hantal hayvanlar olduğu için, dövümü pek rahat.

istanbul'un ankara'dan farkı, yediğin dayağın herhangi bir resmiyet kazanmaması. bakın, kavga demiyorum. bariz dayak. hadi, ankara'da gözünü karartıp milletvekili yeğeni dövdün. ama burada yok arkadaşım, her nasıl oluyorsa dayak yiyorsun. daha bugün, istiklal'de alman bıçakladılar. allahıma dünya savaşı çıkartacak bir olay aslında. ama birleşmiş milletler, bu dünya savaşı konusunu artık sıkı tutuyor, öyle saçma sapan konularda savaş çıkmıyor. yoksa 2124'teki tarih kitaplarında 3. dünya savaşı'nın çıkma sebebi olarak "türk gencosunun 'ne bakıyon hans' diyerek almanı bıçaklaması" olarak göstermesi hoş değil.

ayrıca, istanbul'da dayak yiyecek olanlara şu tavsiyelerim olacak:

1. polis çağırmayın.
2. döven adamın arkasından "belanı skerticem olm, sanayiden adam toplayacağım, bu dünya ikimize dar, çok analar ağlayacak" gibisinden tehditler savurmayın. yorgun bela'dan mükerrer bir dayak yemek hiç hoş değil.
3. dayak yemeyin. delikanlılık göstermeyin. kaçabiliyorsanız kaçın. kaçamıyorsanız, süt çocuğu imajı bırakıp, karşınızdakinin acımasını beklemeyin. bilakis, "biz de bu yolun yolcusuyuz" havası takının.
4. "dayak yiyen adam, olay mahaline döner" diye bir kural yok. ikinci kez aynı dayağı yeme ihtimaliniz matematiksel olarak düşük olsa da, istanbul'un imkansız dayakların mekanı olduğunu unutmayın.
5. bu coğrafyada beyzbol popüler bir spor olmasa da, sopasının "haydar" ismiyle çok popüler olduğunu aklınızdan çıkarmayın. sanki özal döneminde, "her torpidoya bir haydar" kampanyası düzenlenmişçesine düşünün ve trafikte artizlik yapmayın.
6. küçük çocuklardan korkun. bulaşmayın.

umarım faydalı olur.

19 Temmuz 2009 Pazar

ankara'da kavga etmek zor iki gözüm

1 eyyorlama
konuya girmeden evvelce, lafı açılmışken şunu belirtmek isterim: zuhal olcay gibi sevgilin/eşin/hatunun/fakbadin/takıldığın filan biri olsun, çok samimiyetle söylüyorum ki, üç vakte kadar kanser olursun. öyle sıkıntı verici melankolik bi izlenim yaratıyor bende. umut sarıkaya'nın trt2 gibi kadını gibi.

şimdi kabaca bi hesap yapalım: ankara'da 550 milletvekili var. bunların oğulları, yeğenleri, tanıdıkların çocukları filan olan toplam 750 genç erkek olduğunu varsayalım. babacan şimdi açık konuşmak gerekirse -ki neden kapalı konuşalım ki- bu 750 gençten herhangi biriyle kavga etsen götünü keserler lan. milletvekili yakınına ağız burun girişmiş bi insan! piii, ürperdim.

bi hesap daha yapalım diycem lakin tamamen dübürden uydrulduğu belli olacak rakamın. binin üzerinde üst rütbeli subay var. yolda yürürken çarptığın kır saçlı orta yaşlı parlak herif (bu tanımlamadan dolayı bile başım belaya girebilir) tümgeneral olabilir. hacı biz askerdeyken (sene 1967 diycekmişim gibi oldu ama iki ay önce. evet) tümgeneral gelecek dediydiler de kışladaki kaldırım taşlarını yaladıydık tek tek. bi tane kütahyalı eleman vardı da, general geldiğinde narkotik köpekleri kanlı canlı görünsünler diye itlerin taşaklarını oğuşturuyordu sabah akşam. inanmadın dimi? ister inan ister inanma, general böyle bişey. dört tane adanalı er, general gelince taşaklarını taşımakla görevliydi. herifte öyle bi taşak vardı... neyse, çarpıp da asabiyetle kavgaya tutuştuğun adanm general çıkabilir. sonrasını yazmaya mecalim y..

dünyada 180 tane ülke var desek, ankara'da da 150sinin elçiliği vardır. misal akşam eve giderken, içkiyi fazla kaçırmış (halk arasında zilzurna sarhoş olmuş deniyor ama adam diplomat olunca tabir bu oluyör) karakuru bi adam sana küfretti. neden diye sorma. etti işte. kulağının dibine anadolu iç anadolu zumzuğunu koyduğun adam çin büyükelçisi. kedi tekniğiyle bi anda tepene biner de 3 vuruşta soluğunu keser; iflahını sker de senin hala olan bitenden haberin olmaz. hadi diyelim adam çin değil de ekvadorlu olsun. olsun! diplomat eleman. polis dokunamıyo sen nasıl dokunacan?

üst düzey bürokratları ve yakınlarını saymadım bile daha. dünya kadar basın mensubu var mesela. biriyle kavga etsen, ikinci günü basın özgürlüğüne çirkin saldırı diye sürmanşette görürsün kendini. eşe dosta resil olursun. sonraaa mafyası mufyası, taşaklı mütahidi de boldur buranın.

sorun yalnızca mühim adamlar da değil. ulus'un kaleye bakan diliminde harlem'de görmediğin, çin mahallesinde görmediğin derecede pis adamlar var. hiç bakmadığın halde ne bakıyon diye bulaşan adamlardan bahsediyorum mirim. şaka değil bu...

lan en olmadı, trafikte korna çaldığın eleman melih gökçek'in oğlu çıkar da bagajdan aldığı samuray kılıcayla altı eşit parçaya böler şu yıllardır güneş yüzü görmemiş peynir beyazı vücudumu! evet tatile ihtiyacım var. psikolojik ve fiziksel yönlerden tatile ihtiyacım var. yoksa kavgacı bi insan değilimdir.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Saatin çektirdikleri

2 eyyorlama
Saatin çektirdikleri

Saçma bir başıkla daha huzurlarınızdayım siz sevgili okuyucalırımızın[Zeki Müren Mode ON].

Hazırlanmaya yeni yeni başlıyoruz, günde 100 saat ingilizce görülmeye başlanmış, ders denen şeyden yıllarca hazetmeyeceğimin ilk sinyallerini veriyorum...

Anadolu lisesine kazanma hediyesi olarak babamın damatlık saatini taşıma, kullanma ve koruma göreviyle görevlendirilmişim. Ne istiyorsun sorusuna pisiklet-bilgisayar yerine neden babamın saatini cevabını verdiğimi hala bilmiyorum. Ama saatin akrep ile yelkovanı dahil dijital olması sanırım bu cevaba büyük bir katkısı vardır. Çocukluk...

Bütün ders illet hatunun sesi kulağımda çınlanırken, ben yeni saatimin yepyeni özelliklerini keşfetmeye dalmış fekat ingilizce terimler yüzünden bazı sıkıntılar çekiyordum. Zilin çalmasıyla ayağa fırlamam bir oldu, dışarı hızlı adımlarla çıkarken hükümet gibi hatun dedikleri hocayla yanyana gelmişiz, fırsat bu fırsat diyip, saatten gördüğüm ingilizce kelimeleri soruyorum ve "bütün ders saatle ilgilendin" lafından sonra kulaklarımı hissetmemeye başlıyorum, yavaş yavaş kendime geldiğimde kulaklarım uzamış ve kızarmış bir şekilde gözlerimden yaşlar gelmeye başlamış bile. Daha sonra validenin geldiği ilk ve son veli toplantısında bu nalet hatun "bu çocuk okumaz bunu sanayiye verin" dediğini yıllar sonra öğrenecektim...

Bu nalet hatuna kapak olacak şekilde güzel bir üniversitenin iyi bir bölümünün hayvani anfisinde sayıları 100-159 arası öğrenci arasında deftersiz kitapsız sıkılmanın verdiği tüm daralmayla araya ne kadar var sorusuna cevaben saatime bakıyorum ve kafamı kaldırmamla prof. la göz göze geliyoruz. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken gözlerini benden ayırmıyor ve başımda dikiliyor. "Beyefendi saatinize baktığınıza göre sıkılmış olmalısınız, sizi burda zorla tutmak istemem isterseniz dışarı çıkın ve böylelikle beni de rahatsız etmemiş olursunuz. [Sınıfa dönerek] Hayatımda en nefret ettiğim şey dersimde saate bakılmasıdır, biraz saygı gösterirseniz sevinirim" lafıyla ömrümün en kırmızı halini yaşıyorum ve yıllarca pancardan bozma domates rengim hatırlanıp gülünmektedir dost sofralarında.

Zaman ne çabuk geçiyor yıllara bakınca mamafih saat 18 olsa da paydos etsem diye bakıyor insan her pazartesi cuma arası. Yine böyle geçmeyen zamana sabahtan baş ağrısı eklenmiş ve artık delirmenin kıyısındayken saate bakıp çıkışa hazırlandığım 18:01 sularında, patronun yanımda olmasına aldırmadan, baş ağrımı kastederek "Geçmedi bugün" lafıma, aramızın çok iyi olduğu patronumun zamanı anlayıp, biraz da takılmak amaçlı "Yarın gelme istersen!" lafıyla anlamış bulunuyorum ki bu saat konusu bana ara ara zulüm çektirecek mevzuu oluyor.

Adım Mesut göbek adım Bahtiyar
Yıllarca böyle umdunuz
Mesut Bahtiyar'dan
Saçma bir yazı okudunuz

7 Temmuz 2009 Salı

kelebek

0 eyyorlama
önsöz: bu hikayede geçen bütün orhan'lar hayal ürünüdür.

"kelebeğin ömrü bir gün" diyip pastoral coşumlar yaşayıp, hayatın kısalığı hakkında masal anlatmayacağım. ayrıca kelebeğin ömrü bir gün diye kim çıkardıysa, kim onu türkçeye çevirdiyse, bana kim aktardıysa; o kişinin geldiği kavmi skecün. 6 gündür, kelebekle ev paylaşıyorum ben. insancıl hayvan diyeceğim ama bildiğin insansı hayvan bunlar.

arkadaş, geçen hafta perdede kelebek gördüm. ulan bir gün yaşıyor zaten diye, en önemlisi de koltuktan kalkmaya üşendiğim için elleşmedim kadifemsi mahlukatla. valla 7 gündür ölmedi hayvan, ölmediği gibi hayatıma da ortak oldu. mesela yemeğe oturuyorum, buna bi bakıyorum, coşa coşa geliyor masaya doğru. nasıl kelebekse artık, ev yemeklerini özlemiş pezevenk. masaya bağdaş kurdu. kelebek, bildiğin bağdaş kurdu. artık ne bok yediyse, sittirdi gitti masadan bir kaç dakka sonra. trakesine soktuğum heyvanatının bu hareketinden "ben yedim allah arttırsın, sofrayı kuran kaldırsın" manası çıkardım, gene ses etmedim.

gitti, floransa çarptı 3-4 tur. bu da "ister kelebek ol ister tarantula, yemekten sonra vur götünü ışığa" demekti galiba. mıdır mıdır ne dediği anlaşılmıyor ki a.k.

günler geçtikçe, iyice evden biri oldu. dün eve geç geldim, bana hesap soruyor, böyle afralar tafralar, perdenin kenarına konup "bıktım ben bu hayattan" gibisinden el-kol ve kanat hareketleri. neyse, perde de uyudu gene bu.

sabah baktım hala perdede duruyor, uyuyor mu artık bilmiyorum, kendimi "uyu uyu. akşam gelince pes'te eline-kanadına vereyim de huzurla uyu, evrildiğin tırtılı, çıktığın kozayı skeyün" derken buldum. ve o an, tüm bilim dünyasını sarsacak şu fikir aklıma geldi:

"tırtıllar kozaya, kozalar kelebeğe, kelebekler orhan'a evrilir"

3 Temmuz 2009 Cuma

montserrat

1 eyyorlama
yap-işlet-devret-siktiret modeli bir ülke. kredi çekip satın almayı planlıyorum. bu fikre nasıl mı ulaştım? iyi dinle o zaman. notlar al. buralardan hep soru gelir.

işim gereği gereksiz sitelere giriyorum. geçen gün, gerçek hayatta hangi bilgi işime yaramaz diye fifa milli takımlar sıralamasına bakıyordum. montserrat milli takımı, son 4-5 yıldır sonunculuğu elinde bulunduran, kimselere kaptırmayan ülke. 4 maçlık milli maç kariyerinde 1 galibiyet 3 mağlubiyetleri var. attıkları 3, yedikleri 19. insanın içi burkuluyor.

tabi insan, milli takımı olunca, demek ki devleti de ülkesi de var diyor. ben öyle demedim. çünkü o sırada yönetici gelmişti ve "işlerimin yoğunluğu nedeniyle raporlar anca pazartesi gününe hazır olur efendim" dedim. bunun bir gidişi var görsen, fıtır fıtır gitti, oralarda dolandı geldi. ondan sonra, ben de araştırmaya başladım montserrat'ı.

bayraklarına baktım, ingiliz bayrağının kenarına pulu yapıştırmışlar, al sana oldu mu bayrak. sex pistols'un "god save the queen" şarkısını da milli marşları yapmışlar, oooh mis. "oh ne ala memleket". ulan dönem ödevi hazırlar gibi ülke kurmuşlar. neyse sağdıç, ben bir an, milli marşları izzet altınmeşe'nin "dert bir değil" şarkısıdır diye ümitlendim ama, gene modernist davranmışlar, yönlerini muasır medeniyetler seviyesine yöneltmişler.

biz de bakanlıkların siteleri falan olur ya. bunlar da sadece devletin sitesi var. bakanlık makanlık hak getire. devletin sitelerini de ucuz olsun diye, bloga yapmışlar. devlet bakanı günlük tutar gibi kanun çıkarıyor sanki a.k. valla aksi sözlük olarak biz daha organizeyiz. bir de sitelerine sanki restaurant linki gibi, ulaşım linki koymuşlar. 33a'ya binip, son durakta inin diyecek diye korkuyordum, daha vahim bir durum çıktı. sadece 1 ülkeden uçak var, o ülkeyi de ilk defa duyuyorum: antigua. istek üzerine kaldırıyorlarmış. uçağın arkasında "düğünlere, nişanlara ve özel günlere gidilir" yazıyor gibi geldi bana. kalkan uçak da aha bu. insanda güven uyandırıyor. sanki kaptan indikten sonra "iyi geldik" diye, "yol boştu" diye anons yapacakmış gibi duruyor. anlaşılan, bu ülkeye gitmek g.t istiyor.

gerçi adamlar da şanssız. sik kadar ülkeleri var bacım afedersin, onda da dünyanın en aktif volkanik yanardağı varmış. volkanik olmayan yanardağ var mı bilmiyorum. 2005'teki patlamada adanın 2/3 ü yanmış. 80.000 olan nüfus 4 yıl içinde 9.000'e düşmüş. nereye, nasıl gitmiş bu insanlar hiç bir bilgi yok. büyük ihtimalle yan adadaki akrabalarına gitmişlerdir. devlet başkanı arkalarından seslense de durduramış insanları. en son da o en ünlü vecizesini söylemiş: "ben kadıya derdimi yanıyorum, kadı bana sikini sallıyor".

neyse, bu adamlar da volkanik turizm işi yapıyorlar. en önemli geliri bu. dış borçları, meksikadaki bir bakkalaymış. bakkal veresiyeyei bir ara kesmiş fakat bu turizm işinden voleyi vuruyorlar. ayrıca, nüfus 1/10 una düşünce, kişi başına düşen milli gelir artmış. devlet bakanı da sanki marifetiymiş gibi ikinci en ünlü sözünü söylemiş: "götün kısmeti açılırsa, yarak bağdat'tan gelirmiş". devlet başkanını merak edenler:

ortadaki kavruk adam devlet başkanları. biraz küçük bir resim ama napacaksın. soldaki devasa adam ise, devletin kaynaklarını kahvede gumarda yiyen bacanağı.

neyse, işte bu devleti satın almayı planlıyorum. ama volkan hele bi dursun, ortalık durulsun.