26 Kasım 2009 Perşembe

ilim vehim

1 eyyorlama



1. hacı amca, arabistan sıcağında beyni sulandı veya şeytan taşlama sırasında kafaya taş geldi veya taş diye amcayı attılar. orada bir şeyler oldu ve akli melekelerini yitirip birden dans etmeye başladı. eğer delirmeyse, amca çok nefis delirmiş. taşkınlığa kaçmadan ve yer yer kıvrak figürlerle, fifa tarafından belirlenen kurallar ölçüsünde delirmiş.

2. olasılık ise demet akalın delirmiş olabilir. evet bu amca, aslında demet akalın. yalnız bu iddia ile ilgili tek sorun, amcanın demet akalın'dan daha güzel sesi olması. demet akalın'ın yaklaşık 4 aydır ortalarda olmaması bu iddiamı güçlendiriyor. kendini kamufle etme amacıyla, kendine hacı dede süsü vermiş olabilir.

3. bu bir kişinin rüyası olabilir ve rüyasına giren ak sakallı dedeyi bir şekilde kameraya çekmiş olabilir. senaryo şu: ak sakallı dede ilk başta adamla cebelleziyi paylaşma hususunda rüyanın sahibi ile anlaşıyor, sonra bu hafta oynanacak maçların skorlarını veriyor. ondan sonra ver elini hoppa hoppa.

4. iddiam şu: eskiden adnan şenses'in ilham periliğini yapıyordu bu amca. hangimizin böyle ilham perisi olsa bırakmaz ki sahneleri? ha söyleyin, hangimiz ceketi takıp beline oynamaz ki? hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşmaz mıyız? tabi adnan şenşes'in sahneleri yine bıraktığı bir anda, demet akalın'a ilham vermek için gelmiş olabilir.

bu hacı amcayı bile bir şekilde anlarım da, insan ofise neden "habitat" diye plaka asar?

Sağ alttaki şey...

0 eyyorlama
Hani derler ya "usta kafamı kaşıyacak vaktim yok..." aha işte tam da öyle bir dönemdeyken uzun zamandır yapmadığım bir şey geldi aklıma. Dedim neler oluyor acaba akside. Girer girmez sağ alt taraftaki dürbünlü tüfek şekli dikkatimi çekti. Baktım Chuck yerinde değil. Dedim zaar adamcağız giderken unuttu tüfeğini. Dedim tıklıyım da bari en son nereye bakıyorduysa belki oraya gitmiştir. Koşup peşinden yetişeyim de vereyim, cangıllarda silahsız kalmasın garibim.

Ama işin rengi bambaşkaymış. Tıklar tıklamaz dünya haritası beliriverdi. Radar dedi bişi dedi ödümü kopardı. Aha dedim dünyanın istediğin şehrine nişan alıp Alderaan gibi siliveriyorsun herhalde haritadan. "How does it work" linkine bile tıklamaya korktum o derece. Dedim yazayım da uyarayım insanları, bi kaza olmasın bir de moderasyona sesleneyim buradan; Kardeş ne o öyle? Allah muhafaza bayram üstü girmeyelim kimsenin kanına? Abimgillerle para topladık Lüksemburg'a girdik demek durumunda kalmayalım sonra...

25 Kasım 2009 Çarşamba

etkinlik

1 eyyorlama

ne zaman bir "kapanış konserli etkinlik" bir görsem, sanki beyaz peynir ve saralleli sandviç(1)(2)(3) yemişim hissiyatına kapılıyorum. millet sırf konseri dinlemek için, senin konuşmalarını dinleyecek. planın bu ha?

olm adamlar, istiklal marşı ve saygı duruşundan sonra dışarı sigara içmeye çıkacak; sonra saatlerine bakıp "konser başlamıştır artık" diyerek içeri girecekler. bu bariz. misal yukarıdaki etkinliğe saat 15:30 sıralarında girenlerin sayısı, içeride olanlardan 3 kat daha fazladır. yaklaşık olarak tabi.

"konsersiz etkinliğe gitmeyen, gitti mi de yarıda çıkan bir millet, çene altından gıdı çıkartmaya mahkumdur." (benjcev, biraz önce - içimden söyledim, takdir edersiniz ki manyak değilim -)

(1) : tarifi; yarım ekmeğin içine, saralle bir bıçak yardımı ile sürülür. daha önceden kestiğiniz beyaz peynir, içine tıkıştırılır, ve ekmek kapatılır. yaklaşık 5 dakika bekledikten sonra, sunulmaya hazırdır. (ne yemek yaparsan yap, 5 dakika bekletmek şanındandır). afiyet olsun.

(2) : salihli sekine evren anadolu lisesi yanındaki hüseyin bakkal, hala bu sandviçten yapmaktadır. salihli'ye gittiğinizde hüseyin bakkalı görmenizi isterim. hatta ilk başta, okulun duvarından atlamalısınız ki tadı çıksın. bunları yapmadan "salihli gördüm" demeyin. gerçi neden böyle bir şey diyeceksiniz? bildiğiniz ilçe lan. kaymakamlık falan var, hökömet binası diyorlar, belediye sarayı var, caddesi var, insanlar yürüyor. az kalsın şehrin içinden otoyol geçecekmiş ama ıskalamış, dışından geçiyor.

(3) : ayrıca, 'bir şehri gördüm' diyebilmek için yapılması gerekenler listesini, mahalli yöneticiliklerden alabileceğinizi biliyor muydunuz? bir de, sabah kahvaltıda çayınıza katacağınız bir tutam maydonozun vücudunuza zerre katkısı olmayacağını, aksine ağzınızın dadını bozduğuyla kalacağınızı biliyor muydunuz? bunlar hep, hayat için küçük ipuçları.


-- bu da, dünya tarihindeki, kaynakçası kendinden uzun ilk yazı olsun.--

bu ara yukarı yazma skini iyi buldum ha. ben bunu kullanır dururum gari.

23 Kasım 2009 Pazartesi

herkes msn'de, lakin herkes meşgul

7 eyyorlama
al bu paradoksu, ver ariston'un eline (çamaşır makinası olan evet), tüm ömrünü harcar da yıkık dökük grek sütunlarının gölgesinde; yine de bi sonuca ulaşamaz. zaten ulaşsa da ben anlayamam. lisede mantığım 100 üzerinden 12 idi. o kadar da net hatırlarım.

belli ki, beklediğin biri var can hatce, kan ali. belli ki, koskoca msn listesi bi yana, içini turuncu bi heyecanla dolduracak, umutla beklediğin bir bırlıt (efekt) sesi bi yana. belli ki, geri kalan biz lüzumsuz kalabalığın senin için zerrece değeri yok. ayağımız kaysa da salacak sahilinden denize bırakılsak (ne salacak'ı gördüm ömrümde, ne de denize bırakıldım. ama haberlerden filan bilinç altıma işlemiş), kurtarmaya yeltenmiyceksin.

belli ki, o kız girer de belki bi laf atar diye açık msn'in gün boyu. biz bir çift yumurtalık sahibi mahlukların senin için hiç değeri yok. ha, bişey söyliyeyim mi? o kız da bok titredir seni!

gizli işsizlik denen şeyi çok net gösteriyor bu. koskocaaaa ekonomik mi, sosyolojik mi, ideolojik mi şu an bilemeyeceğim bir terimi msn'le açıklamaya çalışacağım da hiç aklıma gelmezdi. herkes işde ama herkesin msn'i açık. ve herkes meşgul! tiksindim alayınızdan.

satırlarıma son verirken, laf sokma amaçlı bir müslüm gürses dörtlüğünü şuracığa nakşetmek istiyorum:

ben keder üretir dert yaratırım
aleme ibrettir her bir satırım
kırk yılın başında halim hatırım
sorulsa ne yazar sorulmasa ne

tüm laf sokuşlarım benjcev'edir. sonradan müslüm hayranı küçük kare pantolonlu entel! halkım lan ben!

20 Kasım 2009 Cuma

yolda bulunan parayı mususi etmek

0 eyyorlama
mülkiyetin doğada bulunan en saf halidir, yoldaki sahipsiz para. hele insanlık için küçük ama gündelik işler için büyük bir miktarsa, değmesinler keyfimize. örneğin 5 tl veya 10 tl. çok büyük mutluluk kaynağıdır kağıt para bulmak. paranın ilk görüldüğü andan cebellezinin bitimine kadar olan süreç şöyle işler:

1. "aha para galiba lan bu" süreci. buna farkediş süreci de diyebiliriz. yerde kuzu misali yatan paranın algılanışı.

2. "temizinden bi' onluk, taş attım da kolum mu yoruldu" süreci. burda da, insan beyni, farkedilen paranın değişim değerini hesaplıyor.

3. "başka kimse gördü mü acaba lan?" süreci. evet, bu da vahşi doğada türler arasındaki rekabete benzer bi durum. parayı gören şahıs, anında para ve kendi etrafındaki kişileri kontrol eder.

4. "parayı çaktırmadan bir güzel paparazzi edeyim" süreci. bu süreçte, insanoğlunun beyniyle işi bitmiş, ayaklarını ve dudaklarını kullanmaya başlamıştır. bir taraftan ıslık çalarken, bir taraftan da, sanki kumsalda dolanan banu alkan misali parmaklarının ucuyla, merkezi para olan ve çapı gittikçe küçülen daireler çizer. en sonunda da parayı ayakabbıyla kapatır. bundan sonra, para onun mülkiyetinde. mülkiyet tabanında. mülkiyet yerlerde.

bundan sonrası, yani haydan gelen paranın huya doğru çizeceği istikamet, parayı bulan kişinin yaratıcılığına kalmış.

bu noktadan sonra ahmet çakar tavrı alıyorum, biraz açılın, tüpürük gelebilir.

bir, marx sana söylüyorum. adamsan çıkar konuşursun. üretim ilişkileri açısından nasıl değerlendireceksin bunu.

iki, adam smith. hani modern ekonominin kurucusu olarak atfedilen adam smith. sen şerefsizin önde gidenisin. bakın, şerefsiz demiyorum, şerefsizin önde gideni diyorum. serbest piyasaya nasıl dayandırabilirsin bu mutluluğu? "lözefe" miydi "le cola" mıydı neydi o prensibin adı?

üç, bendeniz ahmet çakar. (ahmet çakar'ın, özeleştiride kantarın topuzunu kaçırma sürecine bayılıyorum). ben ki götler ordusunun en önde bayrakla koşanıyım, ben o parayı nasıl kaybettim? lan olm, daha biraz önce cebimdeydi.

neyse son bir şiir ile bitirmek istiyorum:

para para para
ille de para para para
arap arap arap
tut kıs kıs kıs!

ayrıca bu postumuzda, en son tayland'da top koşturup, aids'ten dolayı hayata gözlerini yumarak, tayland'daki yaşamı ve ölümüne dair akıllarda hiç bir soru işareti bırakmayan rahmetli mususi'yi de anmış olduk.

19 Kasım 2009 Perşembe

fotoğraf

0 eyyorlama

aile fotoğrafı çektirmek için, fotoğrafçıya gidilen zamanlardı. herkes, en şık kıyafetlerini giyer, en kabarık saç modelini yapar; varsa ailenin taşıtı - ki evin reisi tarafından "şahsî taksi" olarak adlandırılırdı - ona binilir; yoksa bir ticari veya toplu taşıma aracılığıyla, μ bir isim olmak üzere foto μ adlı dükkana gidilirdi.

işte o zamanlardan kalma bi' hikayedir dostlar. hikayenin adı: ﺑﮖﺫﺹﺶﺶ

yani, ben de anlayamadım şimdi. bunca yıldır bilgisayarla haşır & neşir (hashr 'n' neshr) olan ben, karakteri eşlemi ilk defa gördüm, onu kullanıyorum. büyüsüne kapıldım programın. en başta "şahsî" yazmamla başladı her şey. alengirli i'yi bulmak içindi.

½ gün boyunca uğraştım bununla. ama hala "Я" harfini hangi millet neden kullanır, anlamış değilim.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Babaların zamansız yaptıkları cinsel içerikli espriler.

0 eyyorlama
Kim ki şahsına kendisinden düşen tarafından "baba" denmiş bir erkektir, cinsel esprinin yerini ve zamanını unutan adamdır. Ama amcalar ve dayılar çok komiktir. Özellikle de bacanaklar.

Bir anda o ne pis, o ne yersiz espridir ? Baba aslında tek ve vazgeçilmez küfrün pezevenktir senin. Onu da şu an ismini vermek istemediğim birini siyaset, diğerini spor dünyasından tanıdığımız iki simaya söylersin sadece. Baba, sen ki an itibariyle 32 kişinin eniştesi, 5 kişinin amcası, 3 kişinin dayısısın. Kalan üyeler içinde iki de torunun var baba. Koca adamsın.

Asıl benim yüreğimi dağlayan nokta bambaşka. Yıllardır "Elin yanında o laflar edilmez" diye öğütler vermiş, bu uğurda yer yer hakarete ve kaba kuvvete başvurmuş adamın kendi prensiplerini çiğnemesi kanıma dokunuyor.
Fakat dayım ya da amcam da başkaları için birer "baba"dır? Dur azcık da kafayı ona takayım.

16 Kasım 2009 Pazartesi

seçimler

0 eyyorlama
"benim ülkem yok. ben herhangi bir toprak parçasına ait değilim. seçimlerim beni buraya getirdi, ama yapabileceğim seçimler kümesini ben seçmedim. yani, harun yerine hulusi'yi seçtim fakat tonguç'la arkadaş olmak benim seçeneklerim arasında zaten yoktu. dolayısıyla ben, sadece verilen seçenekler arasında sıkışmış bir seçim özgürlüğüne sahipsem, skmişim amcamları da, kına gecesini de... sokturtmayın gelinin çeyiz sandığına da havlu oyasına da... gelmeyeceğim ben. baba yaklaşma, atarım kendimi. baba indir o levyeyi. kendini düşünmüyorsan beni dü..." diye bağırdı genç adam.

oysa ne de iyi başlamıştı konuşmasına. tüm aileyi bir anda etkisi altına almış, ama sonlara doğru, en büyüğü kendinden 4 yaş küçük kuzenleriyle birlikte pistte koşturma ihtimali onu çileden çıkartmıştı. işi amacaya küfre kadar vardırmıştı. o sırada abisi, dirseğiyle dürtüp "küfre girer umut. küfre girer kardeşim. etme" diye fısıldayarak uyarıyordu.

bu olaydan 1 saat öncesi

umut: off ya, safinaz'ın kına gecesi varmış. zorla götürecekler beni.
abisi: olm ben ders çalışacağım için gelemem. benim marazetim var.
umut: yarramın kafası gelmezsin. annem senin sünnetliği de ütüledi.
abisi: ya skecem, dersanede sınav var ya. ödüllü deneme sınavı.
umut: lan allaşkına bi sus ya. ödüllüymüş... ulan şebit abi olmasa sen oraya bedava medava gidemezsin.
abisi: babasının hayrına yapmıyor ya. biz de istişareye gidiyoruz evlerine. hem burs da sağlayacaklarmış.


bu olaydan 1 saat sonrası

uyandığında, boş bir salonda, misafirlerin sigara kokan ceketlerinin arasında, karanlık bir ortamdaydı. dışarıdan "zennube" şarkısının nağmeleri içeri doğru usul usul süzülüyordu. demek ki, babası ilk önce bayıltmış; sonra da kına gecesine getirmişti. kapı aralığından kendisine bakan bir göz gördü. o göz, büyük birader'in gözüydü, onu izliyordu. kardeşinin uyandığını görünce, anında topuk eyledi ortamdan.

işte o an karar verdi: "benim ülkem yok. zamanın birinde hangi ülkede babalar oğullarına 'tamirat yapamayacaksan söyle, seni okula verelim' diyecek, işte o ülke benim ülkem olacak."

pelerinini giydi, asasını aldı ve odadan bir hışımla çıktı. daha geçen yaz sünnet olmuştu.

12 Kasım 2009 Perşembe

Cüneyt Arkın'ın her filmde giydiği kırmızı boğazlı kazak

1 eyyorlama
Bu adamın üstünden bir o kırmızı boğazlı kazağı çıkarmadılar lan. Çıkartsalar rahatlayacaktı, asabiyeti geçecekti. Ama her filmde demirbaş gibi dayadılar kırmızı boğazlı kazağı. Babam da o buhranla sinir manyağı oldu, her seneryoda düzinelerce leşi var. Sözleşmesinde yazıyor lan, gözlerimle gördüm. Film çekimi için günlük ücret, sigorta, yemek, prim felan bir de ''Fahrettin Cüreklibatur bu filmin çekimleri boyunca kırmızı boğazlı kazak giymek zorundadır. Kendisi aksi halde tazminat olarak yakaları albatros kanadı modeli gömlekle, dikine çizgili siyah '70'ler mafya babası' takımını giymeye mecbur olacaktır. Kenarları nedensizce kaldırılmış fötr şapka ise opsiyoneldir.'' maddesi var. Adamlar prodüktör tabi, oyuncular üzerinde büyük güçleri var. Bu dayatmalarla Arkın'ı leylek gibi gezdirdiler bir dönem. O da öfkelendi haliyle.
Tamam bu sinir oyunculuğunun inandırıcılığı açısından iyi oldu ama adamın psikolojisinde yer de etti bence. Bugün bir Cüneyt Arkın'la milenyum bebeleri bile taşak geçiyorsa, nedeni kırmızı boğazlı kazağın Cüneyt Arkın'ın zihni üzerinde bıraktığı tahribattır (aynı milenyum bebeleri bugün bir ziya şengül'le taşak geçiyorsa ise bunun tek nedeni ziya şengül'ün vişne çürüğü bir ten rengine sahip olmasıdır, hata kendisi veya güneş kreminde). Olm nası bırakmasın ba bak resme bak allahını seversen:
http://images.gittigidiyor.com/...

Yalnız resimdeki pantalonu hala İstiklal'deki gencoların üstünde gördüğümü fark etmek beni ürküttü.

Ülkemizde sanatçılara gereken kazak ne yazık ki öldüklerinden sonra veriliyor.

Bi de aklıma takıldı lan ''çıkarmak'' mıdır, ''çıkartmak'' mıdır? hatta ''kapamak'' mıdır, ''kapatmak'' mıdır? Hatta ve hatta ''Atilla Dorsay'' mıdır, ''Attila Dorsay'' mıdır? Sikicem ne alengirli gramerimiz varmış.

8 Kasım 2009 Pazar

gerçek hayatta işe yarayan bilgi

0 eyyorlama

bilgi, alınabilir satılabilir bir ürün olduğundan beri, bu ayrım yapılıyor. gerçek hayatta işe yarayan bilgi, gerçek hayatta işe yaramayan bilgi, zahiri hayatta işe yarayan bilgi, vs... insanlar, sadece gerçek hayatlarında işlerine yarayabilecek bilgileri satın almak istiyorlar. aslında, konstantre bilgi özü olsa, sulandırıp sulandırıp kullanacaklar gerçek hayatlarında.

insanların gerçek hayatı nedir peki? integral alınmayıp dört işlemin yettiği bir hayat olsa gerek.

+ abi integral biliyor musun?
- derdimi anlatacak kadar. dx dy o kadar.

veya coğrafya misal. başkent bilgileri sadece arkadaşlarla oynunu oynadığımız zahiri hayatta işe yarar. fakat meridyen bilgileri iftar saatlerini bilmek için, harita ve yön bilgisi kıblenin yönünü tayin etmek için gereklidir. ama mesela, izohipsler sittin sene hayatta bi' işine yaramaz.

+ abi, serbest muhasebecilik hayatımda izohipslerin işime yarayacağını düşünmüyorum.
- asıl sen izohipslerin işine yaramıyorsun tırrık.

gerçek hayatın tanımını yapmak gerekirse, bakkal alışverişi, gündelik gelir-geçer bilgilerle yapılan hava tahminleri, kahvede ona buna resmi tarihle yapacağın milliyetçi artizlikler.

insanlar bunlara para veriyor. misal osmanlı imparatorluğu'ndaki devşirme yöntemine pek talep yoktur gereçk hayatta. fakat, aksi gibi osmanlı imparatorluğu'nun fethettiği yerlerin halkına saygılı davrandığı bilgisi, fahiş fiyata satılabilir.

nasıl sadece öss'li lise zamanlarında, bilginin öss'de sorulup sorulmamasına göre dikkat ediyorsak...

+ hocam bu konu öss'de soruluyor mu?
- yok evladım, ama üniversite için gerekli.
+ (fısıltılı bir ses ile) erkan olm, akşama halı saha maçı var.

yok'u duyduktan sonra hocayla işi kalmadı pezevengin. yök'ü duyduktan sonra da hayatla işi kalmayacak, çünkü gerçek hayatında işine yarayacak bilgilere haraç verecek.

iki gün önce, yök'ün 28. kuruluş yıldönümüydü. gerçek hayatta işinize yarar mı bilmiyorum?

6 Kasım 2009 Cuma

demir bükey

0 eyyorlama

ben böyle spesifik insanlara bayılıyorum. bu adam, sanki çocukluktan beri ailesi tarafından, türk şoförlerine doğruyu öğretmesi için yetiştirilmiş gibi. hatta ismi de ona göre verilmiş: "demir bükeyiler, araba yapayiler yieavrum" diye teknolojiye şaşıran anneannesine gönderme yapmayı da es geçmemişler. ayrıca, bu adam sanki çocukluktan beri bıyıklı ve şapkalı gibi.

şimdi, bu adam yanlışı sevmez, hatayı affetmez tavrıyla; geceleri hbb'de olması beklenen şehvet dolu dakikaları "lastiklerimizi kontrol edelim", "dönerken sinyal yakalım, gerekirse kolumuzu camdan çıkaralım, arkanızdaki angut anlamadı mı, durun güzel bir dille izah edin, dolmuş şoförü levyeye mi yeltendi, beni tanımıyorsunuz ibneler" gibisinden sert ifadelerle ergenlere zehir etmiştir. neyi zehir etti diyeceksin? uzun oldu cümle, haklısın. geceleri hbb'de olması beklenen şehvet dolu dakikaları. kim? demir bükey. ok mi? very welllll.. haydi bakalım diğer paragrafa. sizi hınzırlar, kıh kıh kıh.

şimdi her babanın bir demir bükey olduğu zaman vardır. 18 yaşına girmiş çocuğuna direksiyon kursu veren her baba biraz sinirli, biraz küskündür talihine. işte demir bükey, ailelerin içine bu şekilde sızar: "oğlum yavaş yavaş bırak debriyajı, bağırsın araba sen bas gaza, olm bas gaza lan. oğlum daha ilk sürüşünde ne diye dirseğini camdan çıkarıyorsun? frene bas, frene bas lan! el frenini çek, perdeyi arala, gireceğim rüyalarına" gibisinden hoyrat bir demir bükey olur.

ne? o filmler hbb'de değil miydi? show tv'de miydi? pankreas güreşlerindeki amerikan gladyatörlerin o yağlı vicutları? yanlış programı mı izlemişim?

5 Kasım 2009 Perşembe

system32 gerçeği

0 eyyorlama

"c:\windows\system32" dizinini windows işletim sistemlerinin temeli yapan gözlüklü genç mühendis! biliyor muydun ki, bu coğrafya ergeni pornolarını orda saklar? bunu bilsen, "windows gibi adın batsın" diyerek inzivaya çekilmez miydin? system 32 dediğin, 31 için kurulmuş bir sistem olmuş bu ülkede; sen hala vistadasın, kustadasın koç?

anneler, babalar! ergen çocuğunuza, bir de mevzu bahis klasörünü inceledikten sonra bakın. nasıl? o masum, saf, tertemiz çocuktan eser yok di mi? ne? cinsellik hakkında bilgilendirme konuşması mı yapacaktınız? kim? amerikan pastasındaki örnek baba figüründen mi duydunuz bu konuşmayı? neden? ağzıma vurdun ki durup dururken?

şimdi bir takım mailler geliyor bana, yok neden sadece windows kullanılıyormuş gibi yazıyorsun, linux gerçeğini göz ardı edemezsin, orda da nefis pornolar oluyor diye. işte ben bu tip adamlara "aşırı linux hassasiyeti olan adamlar" diyorum. işte ben bunu diyorum arkadaş. bunu!

bu programda da system32 gerçeğini hep beraber öğrendik. eğer pornolarını masaüstüne kopyalayan ergen varsa onu bilemem. o benim alanım değil. o konuyu siz cinayet masasına açın derim. bariz biçimde oğlunuz tarafından tehdit ediliyorsunuz. ayrıca kahrolası pamelaları bu işe bulaştırmayın!

4 Kasım 2009 Çarşamba

kış kokusu

0 eyyorlama

"kıç kokusu" diye bakınız verecek arkadaşların allah belasını versin. burası blog lan, isminde sözlük geçen her yeri p.ç etmeyin. atasözü ve deyimler sözlüğünde bile gördüm sizden birilerini. yavşak, "ben kadıya derdimi yanıyorum, kadı bana sikini sallıyor" maddesine (bkz: seni kınıyorum ve sana sikler hazırladım) yazmış. olm elleşme radyoyla. kaksiktirgit!.

pardon, sizi de üzdüm bu denyo yüzünden. bak daha köşeden bakıyor hala. ne diyorduk? sigortadan emekli pezevenk... devekuşu kaberesi'nin aynı ismi taşımayan "aşk olsun" adlı oyunundan duyduğum bu espriyi, bir yerde yapacağıma dair 1993'te yemin etmiştim. gün, bugünmüş. en sonunda yaptım. hakaaaaan abi, sen manyak mısın ya hakan abi?

kış kokusu, hep çocukluğumu hatırlatır bana. aslında tek bir kış kokusu da yok. bazen köydeki tezek yakılan evlerden gelen isin tatlı kokusu, bazen şehirde karbonmonoksit ile genzi yakan duman, bazen de soğuğun bizzat kendi yakıcı kokusu. ama hepsi ilginç şekilde, ilkokuldan eve dönüş yolundaki akşama çalan gri havayı, tek kanal sıkıcılığını, seyyar satıcıdaki kış meyvelerini, renkli lastik çizmelerimi vs.. bir sürü gereksiz detayı hatırlatır.

kış aylarında, mahalle arasında oynanan futbol da genelde orta saha mücadelesi şeklinde geçtiği, o soğuk havada terli terli eve dönünce de babam ebemin penaltısını gösterdiği için, durum iyice sıkıcı hal almaya başlardı. tek eğlence, haftasonları radyodan kamil ocak stadyumundan merkeze, merkezden izmir alsancak stadına bağlanılan programları dinlemek ve neden/nasıl zevk alarak izlediğimi hala kendi kendime sorduğum, mustafa yolaşan'ın sunduğu pazar 90 türevlerini izlemekti.

işte yine, o kış kokusunu almaya başladım. hava yine gri. kravatı çıkarabilsem, inadına gidip sokakta top oynayacağım, ama kravatı çözmeye gücüm yetmiyor. kördüğüm olmuş.