16 Ekim 2008 Perşembe

ellerimden utandım

dün sabah, hiç tanımadığım bir eğitime, sırf işten kaytarmak olsun diye, usulca yaklaşıp "ben de geliyorum haceliz" dedim. ya ikidir yazılara böyle giriş yapıyorum, bu yüzden "dünya mükerrer oy kullananlar derneği" ve "özgün duygusal yazarlar ev ve yapı kurma kooperatifi"nden tehdit telefonları alıyorum. evime ericsson gh688 takoz modeli göneriyorlar. işte ben buna tehdit telefonu derim. kafaya bir çaktı mı oturtur mücella. oturtur diyorum başka da bir şey demiyorum.

neyse, aldığım eğitim "ilkyardım eğitimi". tabi mevzu ilkyardım eğitimi olunca, insan hemen başından geçebilecek en tehlikeli olayları düşünüyor. tabi ben de hemen barnağımı kaldırıp "alkol komasına giren biri için neler önerirsiniz? neden alkol koması?" gibi sorular sordum. hoca derse katılımımdan dolayı ilk önce teşekkür etti, sonra garip gurup sorularla katıldığım için beni bir güzel dün geceden ıslatmış olduğu kütahya meşe odunuyla yumuşattı, sonra da kanaat notumu "kıt kanaat" verdi.

neyse efendim, asıl anlatmak istediğim bu değil. eğitimde bizlerle birlikte işçiler de var. bunu söylemekten bile utanıyorum ama, görseniz kimin işçi kimin beyaz yaka olduğunu hemen anlarsınız. hayır kıyafetlerden değil efendim, o mağdur duruşlarından. ezilmişliklerinden, o alışık olmadıkları steril ortamlara girme streslerinden, ellerini koyacak yer bulamayışlarından. ellerini, ağır işlerde 12 saat boyunca çalışmaktan yara bere dolmuş ellerini, o nasırlı ellerini koyacak yer bulamıyorlardı, saklıyorlardı.

ama inanın, ben utandım ellerimin pürüzsüzlüğünden. ben saklamak istedim her gördüğümde onları. biliyorum onların halinden sorumlu ve suçlu olan en az bizleriz, ama öyle sunmuşlar ki hayatı bize "suçlular", kendi boklarından biz kendimizi suçluyoruz vicdanımızdan. aynı çevrenin içine ettikleri yetmiyormuş gibi bize çevre tasarrufu adı altında "duşta daha az kalın, sifon çekmeyin, bok koksanız da olur, hatta boksunuz" demeleri gibi. bana bu yaşadığımız dönemi anlatın deseniz şimdi diyeceğim şey: "yapmadıklarımızdan vicdan azabı çekme dönemidir" derim.

neyse, bir ara herkes kendini tanıtıyordu, herkes en mutlu olduğu anı ve en büyük hayalini anatıyordu, "dünya turları", "sahilde bahçeli müstakil evler" havada uçuşuyordu. ve sıra ona geldiğinde; o çocuk, esmer çocuk öyle bir vurdu ki yüzüme tokatı, ben bu kadar ağır bir tokat yememiştim: "hayatımda en mutlu olduğum an yok. en büyük hayalim minibüs almak" dedi.

ellerimden utanıyorum. vicdanınızın azabını ben çekiyorum.

Hiç yorum yok: