25 Eylül 2008 Perşembe

fena halde duygulandıran bi dene şiir.

0 eyyorlama
.
Bazen ...
Nefes almak değildir , yaşamak...
O'nunla gülüp, O'nunla ağlamaktır...
Sarı -Kırmızı olmaktır , her an O'nu solurcasına...
Bazen ...
Özgürlük , çimlerde koşmak değildir...
Sevdası uğruna prangaya vurulmaktır...
Hep O'na tutuklu kalmışcasına...
Bazen ...
Başarı, para , kupa kazanmak değildir...
İnsanların yüreğine dağlanmaktır ...
Damarında , kanında yaşarcasına ...
Bazen ...
İmparatorluk , ülkeleri ele geçirmek değildir...
Bir meşin yuvarlakla , yürekleri fethetmektir...
Sınır tanımadan hüküm kurmaktır , milyonlarcasına...
Bazen...
ASLAN , bir hayvan değildir...
Bir simge , bir semboldür ...
Tarifsiz güçtür ...
Ruhundaki asalete yazılmışcasına...
Bazen ...
Cehennem, öbür dünya değildir...
Taraftarla coşmuş , SAMİYEN'dir ...
Alev alev yanarcasına...
Bazen ...
İmkansız , olmaz değildir...
7 kişi 7 Sıfır yenmek , ağları delmek , şampiyonluktur milenyumda ...
Hayalleri gerçek yapmaktır, sahaya her çıktığında...
Bazen ...
KRAL olmak , taç giymek değildir...
Soyunu sevgiden , ünvanı halktan almaktır...
Her doğan bebenin METİN olmasıdır...
Kuşaktan kuşağa akarcasına...
Bazen ...
VEFA, semt adı değildir..
14 yıl kan kusup , ölümüne arkasında durmaktır...
Her şartta , yıkılmaz bir duvarcasına...
Bazen ...
Tarih, tozlu bir sayfa değildir...
Gerçektir , yaşamdır....
1905'te doğup ciltlere sığamamaktır...
Destanların değişmez yazarı olurcasına...
Bazen ...
GÜÇ , bir sıfat değildir...
Evsiz, barksız , beş parasız , en zorda , tüm dünyayı ayağa kaldırmaktır...
Üstünde sade bir parçalı formayla , kolaycasına...
Bazen ...
Cesaret , korkuyu yenmek değildir...
Onbinlerce rakibin içinden geçip, kalesine bayrağını dikmektir...
Tek başına, kimse yokmuşcasına...
Bazen ...
Sevgi...Anne , baba , eş , dost değildir...
Onlardan ötedir...Tutkudur renklere , armaya ...
Ayrılmaz parçanmışcasına...
Bazen ...
Hayat herşey değildir...
Galatasaraylı olup, Galatasaraylı gibi yaşamaktır
Doğumdan ölüme, kalbin her çarptığında,
Cim bom bom diye atarcasına...

çarşamba pazarı-peynirciler reyonu

0 eyyorlama
salihli peynirciler birliği başkanlığına;

peynirlerinizi hayvan postu içerisinde muhafaza ettiğinizi farkettiğim ilk günden beri sizlerden tiskiniyorum ibneler.

peynir olarak tabir edilen mukaddes yiyecek küçükbaş hayvan postuna sarılmaz efendim. ha amacınız "biz bunu halis muhlis koyundan keçiden yaptık" şeklinde bir peşkeş çekmekse, onu zaten biliyorum. zira henüz irmikten peynir yapabilen bir babayiğit tanımadım.

şuanda yetişkin bir birey olduğum halde sadece ve sadece 27 adet diş ile hayatımı devam ettiriyorsam, boyum çük kadar kaldıysa ve misafirliğe gittiğinde normal durumlarda utangaçlıktan kırılan ben, kahvaltılarda yüzsüzce "bu market peyniri mi?" diye sormak zorunda kalıyorsam bunlar hep sizin yüzünüzden. yavşak herifler. kalsiyuma dair bir şey geçmedi şu boğazdan yıllar yılı.

belki ben basketbolcu olacaktım? belki ipana reklamında oynayacaktım?
bir keçi postu yüzünden öğretmen oldum. ülkemiz böyle böyle şey oluyor işte. hep beyin göçü bunlar.

22 Eylül 2008 Pazartesi

bankalarda inecek va!

3 eyyorlama
var değil va o bir kere. zira hiçbir muavinin ağzından, o son r'yi duymadım. "aga o son r'yi söylemeyecektik, sallili kimliğmizi kaybettik". ulan amerikan aksanında r'ler söylenmeyince kral olursun büzinıs ortamlarında, salli şivesinde de r'yi söylemeyince muavin oluyorsun. demek ki tarihin gelişiminde bu r harfinin pek bir etkisi yok. ama garip bir kontrast açıkçası.

neyse, ilkokuldayken bankalar'da inip dersaneye giderdim keriz gibi. oysaki olanca maviliğiyle şehiriçi otobüsleri pazar yerinin orda da duruyormuş. ama bankalar mevkiinden sonrası gözümde şer yuvası, pazar yerinin orası ise olağanüstü hal ilan edilmiş mardin kırsalı olduğu için, atladım cephanelik otobüsünden.

ayrıca cephanelik otobüslerini kırmızı tabelasından tanımakla ilgili bir şeyler yazabilirim ama yazmıyorum. bu da sırf ipnelğimden!

bıyığını s.keyim osman tamburacı! aha bu küfürü her eden de, milli takımlar teknik direktörü olmuyor. milli takımlar teknik direktörü'nün sorumlu olduğu milli takımlar ise aşağıda sıralanmıştır:

1. türkiye a milli futbol takımı.
2. lisede "milli oldum haceliz" diyerek giren gençler.
3. zambiya bayanlar milli voleybol takımı.
4. b genç masatenisi takımı.
5. nihat genç sakalı. (küfür edilebilir, opsiyponel)

21 Eylül 2008 Pazar

çarşı ziraat bankası'ndan başlar, bu bir gerçek

0 eyyorlama
ne ziraat bankasıymış be arkadaş! salihli'de biri ne zaman "çarşıya gidiyorum" dese, karaman camiiiii'nin (kaç tane i var bilmiyorum) ile ziraat bankası arasında kalan, o ömrümün en uzun, o ömrümün en s.kindirik yolu aklıma geliyor. babam oluyordum sonunda. çünkü dersane klasöründe turşu suyuydu babam. (yılmaz erdoğan gibi şair olamayışımın sebebi besin maddesi olarak otlu peynir değil de turşu suyu kullanmam, ha bir de salli'de doğduk mınaki. ulan "mınaki" de küfür değil de motosiklet markası sanki. mınaki 1200 cc. cc-kerim ha!

neyse zat-ı muhteremler, zart-ı muhteşemler(ossuruğu kuvvetli manasında. burada yazar karaman camii'nin arkasındaki kabızlığa bitkisel çözüm bulan tükkanı işaret ediyor), çarşı dendi mi aklıma beşiktaş gelmez ilk aşamada. olanca kırmızılığıyla ve önündeki merdivenlerinden dışişleri bakanlığına giren abdullah gül gibi çıkan köylüleriyle ziraat bankası gelir. o nasıl bir mimaridir yarabbi! salihli'ye "küçük moskova" denilişinin sebebi de ziraat bankası'nın sovyet mimarisi ile dizayn edilmesidir. sadece dizayn edildi yalnız. imarını "s.s. kabazlılar kooperatif ve müteahhitler a.ş." yaptığı için çok da sovyet havası oluşmadı. o yüzdendir ki, "küçük moskova" terimini benden başkası kullanmaz. ulan götümüzden "küçük mosokova" uydurduk, sonra da teorize edeceğim diye ebem ağladı.

ya napıyorum oğlum ben gece gece? neyse, çarşı ziraat bankası'ndan başlar, yıldız'da biter. bu bir gerçek! bunu yadsımayın.

ziraat bankası-turşucu-bali dövüz-karaman cami

1 eyyorlama
evet başlıyorum. öncelikle sayın yöneticilere bana burada yazma şansı verdikleri için teşekkürü bi borç bilirim. hee yanlıs olmasın, sans mans dedıysem sonucta onıkı dergı ve 7 unıversıte yayınında cıkan yazılarımın da katkısı var burada yazmamda. neyse konuya gırıyorum.

efendım bı oncekı yazıda sayın moderasyon cok guzel ozetlemıs bu dortlunun seytanı durumunu. tekrar, tursucunun 5 basamaklı sayıların karekokunu şak diye bulabıldıgınden, zıraat bankası atm sinin yıllardır kartları yutarak emekliye ızdırap oldugundan, dersaneler mevkıne gıdılırken karaman camiinden gecmeyerek aksamki ıcraatını ele veren liselilerden ve de bali dovızden-ki kendisine dair bısı yazamadım- bahsetmıycem.

tam da bu dortgenın ortasında, karı kıza bakarak dolasırken duyduklarımdan bahsedıcem ve salıhlıye yapacagım gondermeyle bıtırecem yazıyı: tkplı gencler nıhayet salıhlıye de musallat olduktan sonra-musallat kelımesı benı baglar arkadasım- sallı cocugunun ılk teması gerceklesır bunlarla. ıkı eleman bıldırı dagıtan genclere yaklasır, bırı dıgerını gazlar alalım da bakalım dıye. dıgerıne gore daha kalender olan genc alır bıldırıyı ve yoldas demesını tembıhleyen arkadasına uymaya calısarak 'saolasın yurtdas' der. ya cok sikik oldu bu yazı.. ee tabi akademik uslubumdan kurtulamadım..

salli de boyle bı yer hacı!

11 Eylül 2008 Perşembe

ziraat bankası önü lokmacıları

0 eyyorlama
.
aslında başlık "karaman camii arkası lokmacıları" da olabilirdi. hatta "bali döviz a.ş çaprazı lokmacıları" olarak bile açardım başlığı, kimse de karışamazdı. buraların ağası benim çünki.
hava atmak bir yana, yani yönetici olmamdan ziyade şu sebepten bu şekilde betimledim lokmacılarımızı:
birisi elinde yağlanmış kese kağıdı ile gelip, "bedava lokma dağıtıyorlar" dediğinde "nerede ulan?" demez miyiz? pekala deriz. "ben hiç bedava şeyleri öyle kapışmam" diyen varsa derhal sayfamızı terketsin. lütfen. yönetici olarak emrediyorum.
işte o "nerede ulan?" sorusuna "ziraatin orda" yanıtını aldık biz yıllarca. "turşucunun orda" da denilebilirdi aslında. turşucu benim için daha manidardı, ziraatle üniversiteye kadar işim olmadı çünki. gerçi lokmacı makinaları da o dönemde peydah oldu, öncesinde herkes kendi apartmanında yapıyordu hayrını. elinde siniyle gelen teyzeleri hiç unutamam.

annem hep "hayırsa alacaksın, çok sevap" derdi. yoksa bedava şeyi kapışmaktan hiç haz etmem. sonuçta yöneticiyim, belli bir noktadayım. benim de bir ağırlığım var.

8 Eylül 2008 Pazartesi

but ve kuru üzüm: bir kötü adam profili prerequisite'i

0 eyyorlama
yerli ve dünya sinemasından birçok film izledim. anladığım kadarıyla da, naçizane fikrim; her filmde en az bir adet kötü adam olur. bu adamlar, mutlak kötüdürler. ibretlik kötüdürler. bir insanın "neler yapmaması" gerektiği, islam'ın yasakladığı, okul müdürünün azarladığı, şeytanın "yap haceliz, allasen yap, valla bir şey olmuyor" dediği her türlü pisliği yaparlar. arsito'nın mutlak kötüsünü oynarlar. ariston'un mutfak robotu.

şimdi efendim, yerli sinemada ise anlamadığım iki nokta var: birincisi münir özkul, mesih olabilir mi? mesihse, bunu neden beyan etmedi? mesih değilse de; gelecek olan yaşar usta'dan daha iyi olabilir mi? eğer münir özkul, gerçek hayatında rollerinden daha kötü bir adamsa, insan kendinden iyi olanı nasıl taklit eder? ben bir uçak olabilir miyim misal? veya roger federer? veya "gandhi oldum ben dadaşlar" diyip ortamlara girsem yadırganmaz mıyım? ortamdakiler "seni kim gandhirdi?" diye kelime esprisi yapmazlar mı?

ikinci anlamadığım nokta ise, kötü adam olmak için yeterli ve şart koşul; butu elle tutup azı dişleri ile hoyratça, hırpanice koparmak mıdır, sıyırmak mıdır? nedir yani; yıllarca sinir olduğum ama bu noktada işe yarayan bir söz var: "tavuk, balık, kelle; bunlar yenilir elle". evet acaip gıcık oldum ama her butu el ile yiyen kötü olamaz. naif bile olabilir. diğer husus ise, üzümü kafadan yukarıda tutup; salkımın altında kalan taneleri ağızla girişmek, bir hayvancasına, bir keçiymişcesine, bir dombaya özenircesine; insanın içine şeytanın girdiğinin göstergesi midir? nedir yani? o gelen kütür kütür ses, homur homur burun fiziltisi, etraftaki kıkır kıkır gülen hatunlar veya kazım kazım şutları, şimdi bilemiyorum, bunlar kötülük'ün tanımı mıdır?

ama biliyorum ki, cebinde leblebi taşıyan adam iyidir, candır. leblebi yiyen adamdan zarar gelmez. leblebi mideyi bastırır, tok tutar. leblebi, münir özkul'un ceket cebinde.

7 Eylül 2008 Pazar

23 ağustos 2008 galatasaray denizlispor maçı

0 eyyorlama
cevat prekazi...

doğduğum yıl galatasarayda forma giymeye başlayan, arnavut fitbolcu.

doğru düzgün konuşamayan, muhtemelen sık sık altına sıçan, okuma-yazma bilmeyen, gazetenin verdiği galatasaray formalı bez bebeğe prekazi ismini koyan, yemek sinisinden kalesini abisine karşı cesurca koruyan ve hatta abisinin kafasına yediği sert şutlar yüzünden salak kaldığını iddia ettiği ceketli ali dayi, malesef bu kadarını hatırlıyor ona dair. sonradan okuduklarına, izlediklerine, duyduklarına bakınca anlıyor; doğduğundan beri başka memlekette yaşamış olan abinin, türkiyeye geldiğinde galatasarayı tercih etmesindeki sebebin sadece ve sadece cevat prekazi olmasındaki manayı...

92-93 sezonuna ait bir poster vardı dolabımızda, yeni çıkan doğaüstü araç mazda 323'ün hemen üstünde. hakan şükür vardı. bülent korkmaz, tugay... sarı bir herif vardı, ismi her ne ise, onun adı "sarı" idi benim için. götz diye bir adam hatırlıyorum. tüm bunları yanlış hatırlıyor da olabilirim, gidip doğrusuna bakmayacağım ama. gene odamızda asılı olan abiye ait resimli, imzalı, mühürlü "galatasaray taraftarlık belgesi"ne özenen ceketli ali dayi gözünden göreceğim o zamanki galatasarayı. monaco maçı sonrası balkondan izlediği şölene gidemediği için ağlayan gözle.

ortaokulda öztürk isimli beşiktaş taraftarından muazzam bir yumruk yemiştim çeneme. alt ve üst dişlerimi uygun yerine oturtabilmek üç tenefüsümü almıştı. ümit davala'nın bacağı kırıldığında gözyaşı dökmüştüm. sıra arkadaşımı hakan ünsal'a aşık etmiştim zorla. ortasondayken galatasarayın o genelde muhtemel ve mükemmel ilk 11'i kalemliğimde yazılıydı. sene 1999...

2000'de tarih yazarken kendime uefa şampiyonluğunda pay çıkartıyordum. ulan sanki ben o kadar sevmesem bi sik yapamazlardı. salak. popescu'nun penaltı sonrası geri geri koşuşunu o tarihten beri kaç kere izledim bilmiyorum. hagi diye adam vardı. ona söylenebilecek pek söz yok. herkes söyledi, "dünya" söyledi.

dostum sen kalbindeki kronojiyi yazmışsın, tüm bunların 23 ağustos 2008 galatasaray denizlispor maçıyla ne alakası var diyenler olabilir. hatta daha ileri gidip ters konuşan, küfürlü konuşan da olabilir. şuan şu yazıyı yazıyor olduğum kategorinin verdiği duygusallıkla hoşgörülü yaklaşıyor ve coşkuyla ekliyorum; prekaziyle başlayan sevgi, büyüdükçe, değişmedikçe ali sami yen hep rüyalarımda ve dualarımdaydı benim.

rüyamın gerçek olmasını sağlayan benjcev'ime sonsuz teşekkürlerimi sunarken, o anlarda yanımda olan kişinin herhangi biri değil, "en değerlim" olmasından da ayrı bir mutluluk duyduğumu belirtmek isterim. hatta onu öpücem. siz bakmayın.

4 Eylül 2008 Perşembe

23 ağustos 2008 galatasaray denizlispor maçı

0 eyyorlama
türkcell süper ligi açılış karşılaşması, vodefone ortaokullar bilgi yarışması 3. sorusu, avea öğretmen hattı faturası.

sıcak bir yaz öğleden sonrası, mecidiyeköy'den karşıya geçen otobüslerin durduğu, kimi zamanda harekete geçtiği durakların oradaki bakkalda biralarımızı yudumlayarak başladı macera. aslında günün güzel geçeceği, biz oradayken sarı-kırmızılıların (bilindiği üzere galatasarayın rengi sarı kırmızıdır. burada şimdi adını şey yapamayacağım bir ortaokul türkçe sorusu var. yavru vatan derken kıbrıs'ı hatırlatma gibi veya sadece yavru derken rauf denktaş'ı anımsatma gibi hatta yav diyince rauf denktaşı gülümsetme gibi. ulan ne uzun parantez oldu, roman yazdım şerefsizim bir parantezin içine)otobüsünün geçmesinden belliydi. ilk defa futbolcularımızın tümüne bu kadar yakın oluyordum. hatta lincoln bana, "bir fırt versene haceliz" der gibi hareket yapmış, ben "nah" çekince de kendini yerlere atmış, bakkaldan sarı kart beklemişti. sarı kart beklerken bakkal bana para üstünü verdi. ortam gerginleşti. sabri ise sevgilimle görünce beni, "oo anlayalım yani" dedi. kewell tiskindi, servet sümkürdü.

yanımda bulunan sevgilim ceketli ali dayi'ya dönerek, "maç başlamadan girsek iyi olur, zira biletlere para bayıldık" o kadar dedim. kendisi çok anlayışlı olduğu için, bunu hemen kabul etti. akşamına sorduğu çok özel bir soruyu da aynı şekilde ben cevaplamıştım. neyse efendim, biletlerimiz madem eski açıktan, biz de eski açığa girelim, zorluk çıkarmayalım dedik ve sıraya girdik. sıra o kadar uzundu ki, sanırsınız barnebau'da barcelona-real madrid maçını izlemeye geldik. bu ilüzyon içeri girince kayboldu. çünkü tribünlerde yer yer doluluklar vardı. peki dışarıda beklediğmiiz uzun sıra da neydi? bilemiyorum. hayat bazen garipleşiyor mecidiyeköy civarında.

neyse maç geleneksel şekilde hakemin düdüğü ile başladı. sabri gitti düdüğe vole attı ve o sırada bütün burnu dıkalı taraftarlar "1-2-3 şişşşşşşş zi bo bo şak şak zibobo, lay lay lay lay lay lay laaaaaaa laaa zibobo" adlı kenya türküsünü söylediler. evet bu da bir gelenekti. maçın 15. dakikasında ceketli ali dayi, "36. dakikada gol olabilir, galatasaray bu dakikaları çok seviyor hatta adnan polat'ın 36. dakikayla seviyeli bir ilişkisi var" gibisinden bir şeyler dedi.

galatasaray oyuna hızlı başlamış, spor gazetelerince horozlar olarak adlandırılan denizlispor fitbolcuları ise sağı solu eşeliyorlardı. ilk yarım iki takım da birbirini tarttı, maç orta saha mücadelesi şeklinde geçerken 36. dakikada sahneye kewell çıktı ve "eeeh mınaki, sizin horozunuz varsa bizim memlekette de kanguru var" diyerekten galatasaray'ın 2008'i 2009'a bağlayan sezondaki ilk golünü attı. ceketli ali dayi, golü bildiğinden habersiz sevinirken ben hemen yan tarafta bulunan tabelayı gösterdim. ağladı. çünkü bir anda kendisini denizlispor taraftarı, benim de "tabelaya bakalım göbek atalım" diyen galatasaraylı biri olduğumu düşündü. neden gösterdiğimi anlayınca da, o da sevindi. karşılıklı gülüştük. sinisice öpüştük hatta.

taraftarların çoğunluğu "ilk yarı böyle biter, bitmezse adam değilim" derken, kaleci aykut sahneye çıktı ve "daha durun, ben ölmedim, yenilecek goller, yatılacak ters köşeleri kalınacak kontrpiyeler var" dedi ve kornerden gelen topu yine kornere attı. bu böyle 2-3 sefer devam etti ve bu korner silsilesinden sıkılan denizlisporlu fitbolcu, ofsayıt tartışmaları arasında galatasarayın 2008 2009 sezonunda yiyeceği gollerden ilkini attı. taraftarlar pek inanmasalar da ofsayt olduğuna, "adettendir" diyerek yan hakeme küfür ettiler. yan hakem "diğer yan hakeme küfür ediyorlar yalım" diyerek üstüne alınmadı. ilk yarı böyle bitecek derken harbiden de böyle bitti.

ikinci yarıda kaleler değişti. inanır mısınız dostlarım? ilk yarı gol attığımız kaleyi şimdi biz savunuyorduk. futbol nankör meslek derler ya, harbiden de öyle. neyse efendim, neyse ben de ceketli ali dayi'dan özenerekten "63. dakikada gol olur" dedim. 63. dakikada mehmet topal topu orta saha civarında kağmışken, kendisi ile göz göze geldim, ve usulca gözlerimi kapayarak "vur" işareti verdim. o da benden alıp gazı vurdu, top direkten dönmüş, çıkan sesten etkilenen vatandaşlarımız kendilerini yerlere atmışlardı. direk zingildiyordu. ben ceketli ali dayi'ya dönerek, bir şerefsiz gibi, bir labunya gibi "nasıl da bildim topun direkten döneceği dakikayı" dedim, o da bana sevimli şekilde güldü. sarıldık. direkten topun getiridği ve birbirimize sarıldığımız bu romantik dakikalarda, ceketli ali dayi bir anda kendini çekti ve "ha bu arada 76. dakikadan çok kıllanıyorum" dedi. sonrasında sarılmaya devam etti.

dakikalar harbiden 76 olduğunda, hakan balta da "ohoo harbiden de dakika 76 olmuş, akşam ezanı okundu, karım bekler" diyio ayağına gelen topu avşurttu. avşurtma tabir edilen, ileri de çok kullanılacak bir vuruştu bu. nasıl pele rövaşatayı bulduysa, hakan balta'da kaval kemiğinin hemen altıya vurduğu "avşurtma" vuruşunu gerçekleştirdi ve top direği yalayarak içeri girdi. sonra da top ağlardayken "tüh tüh ne koyuyorsunuz anlamıyorum şu direklere" diyerek yere tüpürdü. gol yine ceketli ali dayi'nin belirttiği dakikada gelmişti. 2-1.

ben galatasaray-denizlispor maçını bırakmıştım. kulaklarım "benjcev-ceketli ali dayi dakika tahimn etme" maçındaydı. kendisi 2-0 öne geçmişti zira. du bi de ben sallayayım dedim ve "hafız, 83. dakikada enfes bir gol olacak" dedim. ve saniyeler 83. dakikanın sonlarındayken, galatasaray denizlispor ceza sahasının hemen yarım metre dışında, orada bir cami var ya, ha onun hemen solundaki sokaktan lincoln ile serbest atış kullanacaktı. lincoln tam serbest vuruşu kullanacakken ayağı yere takılmış, düşmüş, ve hakemden sarı kart bekliyordu. hakem de çocuk üzülmesin diye "al terbiyesiz çim, nasıl vurursun lincoln'üme" diyerek çime sarı kart gösterdi. çim, cezalı duruma olduğu için, kayserispor maçı deplasmanda oynanacaktı. neyse efendim "yaa sevgilim, aşkım, biriciğim, şu 83'ü 84 yapsak he gülüm, uefa'dan özel izin alayım istersen ha bebeğim. hadi be, 'he' de olsun bitsin şu iş" dedim ve o da kabul etti. 84. dakikada sahneye o ana kadar kendisine enteresan küfürler ettiğim barış özbek piste çıktı ve göbek attıktan sonra topu kafayla ağlara gönderdi. sevinci görülmeye değerdi. çünkü bir tek kendisi deli gibi sevindi, tribünlere koştu. o an barış özbek'i gören, galatasaray'ın şampiyonlar ligi ile birlikte dünya kupası'nı kaldırdığını düşünebilirdi. barış özbek, belki de futbol haytatını bitiren golü atmıştı. galatasaray 3-1 önde iken, ben de ceketli ali dayi karşısında durumu 2-1'e getiriyor, ben de içimden "hem ben direkten dönen topu da bildim" diyerek, kendimi rahatlatıyordum. öyle de çirkefe yattım. derken, sevgilim "89" dedi. benden tiskinmiş olduğu her halinden belli idi. artık kısa cümleler kuruyordu. duvaksız gelin olmazdı. halimiz dumandı. akdeniz akşamlarıydı.

dakikalar 89'u gösterirken 4.hakem 4 dakikalık uzatmayı gösterdi. buradan hareketle, 3.hakem 3. dakikalık uzatma gösterebilirdi. ama galatasaraylı futbolseverler, hakemin uzatmaları gösterdiği tabelayı yanlış anlamış ve "oğlum hakem tezahürat yapmamızı istiyor" diyip hep beraber "4 4 4" adlı dünyanın en kolay tezahüratını yapıp cimbom'un 4. golünü atmasını bekliyorlardı. ve gol, inanılmaz bir şekilde 89. dakikada gelmedi. 90. dakikada eser'in kafayla indirdiği topa lincoln'ün de hakan balta'ya nazire yaparcasına avşurtma vuruşuyla geldi. top defansa çarpmış, kaleciyi yanıltmış, forveti ise güldürmüştü. hakan balta lincoln'e "oğlum banane banane, top defansa çarptı, benimki daha güzel gol" derken, ben de sevgilime "nasıl da bilemedin dakikakayı. ahahhaa. al bielemedin işte. bir dakika bir dakikadır yavrum. oooh ooh" derken iyice kendimden geçmiş, coştukça coşmuştum.

sonrasında metro ile taksim, ıslak hamburger, nevizade'de bir kaç bira. istiklal'de yürürken çok özel dakikalar, sonrasında içilen mariacchi ve tekila. ardından geyik taksici derken kendimizi eve zor attık. bozuk asansörün yapılmış olması ise o gün bize verilen bir hedayeydi.

ceketli ali dayi

0 eyyorlama
yönetici. evet, sadece bu sitenin yöneticisi (ulan site yöneticisi diyince aklıma gözlüklü ve emekli öğretmen, aidat toplayan bir adam geliyor) değil, herhangi bir sözüyle yön verebildiği için hayatımın da yöneticisi. en ufak hareketiyle, en ufak bir sözüyle hayatıma yön veriyor, bir maestro veya bir orkestra şefi edası ile yönlendiriyor.

en sevdiğim tarafı da; kendisini betimlerken site yönetcisi ile orkestra şefi betimlemelerini aynı paragrafta kullanabiliyor olmam. çünkü kendisi o kadar sürprizlerle dolu ve bir o kadar da hayatımın içinde ki...

hobilerim: kitap okumak, müzik dinlemek. dünya barışı ve penguenler.

içip içip traktörle kanala uçan köylüler

1 eyyorlama
bitmedi arkadaş.
ne halis mulis "kabazlılı adam yapımı rakılar" tükendi memleketimde, ne alkolizme deva bulundu ne de kanallar, traktörler, tırpanlar..
geçenlerde halibrağam enişte olarak bilinen alkol müptelası kişi gene dehşet saçtı. traktörle kanala uçan, düşen değil, uçan halibrağam enişte sol ayak tarak kemiğinde tespit edilen 2 kırık ile üç ay bağlardan, iki ay şeftali bahçelerinden, dört saat de keş ümmet'in kahvesinden uzak kaldı. "motur eşliğindeki alkolik insanlarımız ve demirköprü barajı sulama kanalları" federasyonuna itiraza giden halibrağam enişte'nin menajeri sağ eli boş döndü. sol elinde ise zıbık mustafa'nın bahçesinden aşırdığı ham erikleri saklıyordu.

sülale üyeleri "en azından römork sağlam" gibi sözlerle birbirlerini teselli ederlerken olay mağduru teyzem duruma şu cümlelerle veryansın ediyordu: "boyun posun devrilsin herif"

3 Eylül 2008 Çarşamba

dedenin suratında geometri çalışmak

0 eyyorlama
inanılmaz bir dönemdi. nasıl bu hale gelmiştim? 2001-2002 sezonu, öss finalindeydim. akrabalar, görümceler, enfesler enfesi eltiler, amca kızları ve halaoğulları arasında, areneya alkışlarla ve geçmiş yılların öss sorularıyla uğurlanıyordum. ışıklı bir hayata ilk adımı atıyordum. sanki of deli gönül tarıktım. veyahut of aman nalan. veya yandım çavuş dinlenme tesisleri, bilemiyorum karmaşık duygular. ama şundan eminim ki; herhangi bir sünnet çocuğunun ilgisini görüyordum o günde.

annem bir yandan okunmuş şeker verirken, babam bir yandan kimsenin düşünemeyeceği yaratıcılıkta olan şu sözü sözlüyordu: "bilemediğin soruları boş bırak". işte bu dedim, şiar edinmem gereken söz. aynı kuralı fifa ofsayt pozizsyonları için hakemlere öneriyordu: "tereddütte olunanan pozisyonlarda devam ettiriniz". ve ben bütün hayatım boyunca "bilemediğim soruları boş bıraktım" o günden beri. tereddütlü olan pozsiyonlarda hayatıma devam etmedim. risk almadım.

neyse efendim konumuz bu değil şimdi. burada geceleri hayata dair çıkarımlar yapan radyo djleri gibi yazmak istemiyorum. sonuçta burası radyo değil ve benden "vatani görevini yapmakta olan halaoğlu için şarkı" istenmiyor.

evet öss'ye giriyordum. yapılacak 1 net binlerce kişiyi geçmemi sağlıyordu. böyle böyle 3 net yapsam sınavda, 3 binlerce kişiyi geçecektim, 2 binli yılların ilk yarısında. ali rıza bilbao.

evet o sırada gördüm dedemi, hayatım boyunca hiç görmemiş oldupum dedemi. yüzündeki bir sürü kırışıklığın yerini paralelkenarlar, üçgenler, kenarortaylar. açıortay sandıklarım acı ortaklarıymış meğersem, hayat 3 saatlik sınavmış halbüsem. meğersek yıllar sizinle olsun.

not: dedem pisagor değil.

domain alma hikayesi

0 eyyorlama
evet, buna yavşaklık desem olmayacak, hibinoluk deselm hiç olmayacak. tipik bir domain yönlendirme sistemi.

sitemizin ismini adres çubuğuna yazmaya üşenenler için paraya kıymadık mınaki, http://www.aksisozluk.net i aldık. aldık da iyi mi ettik? bilemiyorum. tı allah kahretmesin sizi.

parasını isterim. yavşaklar. acaip siniri bozuldu. 15 ytl. gerçi bir günde nerelere vermiyoruz ki. hadi helal-i hoş olsun. keranacılar sizi.

düğün sevinci

0 eyyorlama
abimin düğününde kapıda dinelip gelenlere kolonyağı dağıtmıştım. davetliler ile beraber kolonlara yağ sürmüştük. düğün salonu sahibi dolgun bir ücret teklif edip "duvarların da badanası geldi ağalar" diyince aile meclisi bir dahaki seneye beni de evlendirmeye karar vermişti. neyse ki roman havaları esnasında sergilediğim düşük performans daha evlenme çağına gelmediğimi gözler önüne serdi.
çiftetelli sırasında gelin ve damatın depesine savrulan paraları cebellezi etmeye çalışmam ise ailem için tam bir hayal kırıklığıydı. bir daha görüşmedik.

düğünlerde en çok takı merasimini sevdim. minik kuyumcu kutucukları her zaman ilgimi çekmiştir. onları yerden toplayıp, eve götürüp huzur bulduğum günler çok geride kalmış olsa da hayat güzeldi. balkondan fırlattığımız kağıttan uçak, melahat teyzelerin bacasını 2 defa dolanıp tekrar bizim balkona düştüğünde yaptığım sükseyi ömrümde bir daha yapamadım.

ilk biramı bir düğünde mehmet dayı'mın elinden içmiştim. mustafa enişte de ses çıkartmamıştı duruma. şimdi ikisi de ciğerden ve gırtlaktan ameliyat oldukları için sigara ve alkol kullanmıyorlar. olan bana oldu.

abimin kına gecesinde garip olaylar cereyan edince adamın biri pompalı tüfekle gelmişti. korkumdan kuzenime sarılıp "oysa ki anadolu lisesini kazanmak üzereydim" demiştim. korkuyla genç yaşta tanıştım. kuzenim halen mevzu ile dalga geçmeye devam etmesine rağmen ona kızmıyorum. biri bana aynı tavrı sergilese gebertirim.

şimdi de size kendimin en sevdiğim özelliğimi söyleyeceğim: düğünlerde dağıtılan dondurmayı, pastayı yanımdakiyle paylaşmaktan asla çekinmem.

aksi sözlük

0 eyyorlama
şimdi efendim buradan "iyi akssamlar turkiyah, mehrabaa istamboool" diyen, konsere gelmiş gavur sanatçı samimiyetsizliği yapmayacağım. bunu benden bekleyenleriniz varsa, ahanda buraya yönlensin. hadi naşşş..

sonra vay efendim bilgi çağı, hay efendim uzay istasyonu, yandım anam su getir iletişim ödülü. ee birader ne s.k anladım ben senin internetinden. nasıl bir bilgi çağıymış ki bu, paso milliyetin galerisindesin, paso mp3 indiriyorsun, chat, yonja, karı kız siteleri. lan ayıp. valla billa ayıp. ee madem bilgi çağı, ödevin olmadığında da gir bir vikipedia'ya, veyahur şimdi aklıma gelmedi, faideli bir siteye. yok ama, işin gücün zevzeklik.

bu ara milliyet'in kaç sayfa okunduğunu gösteren tabela var ya taksim meydanı'nda. var ya.. eheh neyse ya, bir şey demiyorum ilk günden. sinirimiz bozmayacağım, çok sinirler bozulacak. lan o tabela var ya.. haha valla sinirlerim bozuldu.