31 Ekim 2008 Cuma

sözde imf karşıtlığı

0 eyyorlama


"ay em ef" diye uyandım rüyamdan. öyle güzel bir ülkeyiz ki, imf denilince aklımıza ümük geliyor.

efendim yıllarca belimizi bağladığımız, ebemizi sunduğumuz, yeri geldi "al buyur baba burdan yak" dediğimiz imf'ye sanki yaramazlık yapan halamızın oğlu gibi davranıyoruz ya, ben bu ülkeyi çok seviyorum. özelleştirmekten başka herhangi bir ekonomik politikası olmayan bir hükümetin başbakanından da bu beklenir. yakında şöyle bir açıklama bekliyoruz:

+ dünya bankası yetkileri ile görüşmeniz nasıl geçti?
-ümüklerini sıkarız.
+onu demiştiniz.
-sümüklerini sileriz

Babamın dayısının kızının oğlu

0 eyyorlama
İçimizde var "o bizim akraba" demek. Çook uzaktan olsa bile, bizim akraba diyerek böbürlenmek. Bir çok kez kulağınıza gelmiştir;
-bizim bi akraba da Vestel de müdürün koltuğu olmuş.
-bizim uzaktan bi akraba da Arçelik reklamında oynayan Çelik.
-Bursa mı? ya bizim halanın torunu var orada, o yardımcı olur.
-İzmir mi? gidiyosun şu adrese, Habp ı buluyosun, beni Salli den Yaren tuhafiyeden Mustafa gönderdi de, o halleder.

türevi cümleler.

Benim de çok uzak sayılmasa da akrabalık ilişkilerinde uzak fekat gönül ilişkilerinde yakın bi akrabam var. Babamın dayısının kızının oğlu; kısaca kuzen, gerçek anlamda kardeş.

Kardeşlik duygusunu yaşatanlara, sevgilerimle.

Siz kardeş misiniz?

0 eyyorlama
Cuma sabahı, eskilere gittim birden nedense. Hoş anılar geçiyor aklımdan ve birini yazmak geliyor içimden, kısa ve öz.
Uzunca bir ayrılıktan sonra birleşme gecesi, benjcev in evi boş. Alınacakların listesi belirli: Camel soft - Efes şişe. Büfeye girilmiş büfeci teyzemize Camel soft denmiş karşısında kembıl mı sorusu alınmış. Bir kaç (3) tekrardan sonra kembılın ne olduğu çözümlenmiş ve evet denmiş.
Para ödenme faslı bittikten sonra teyzeden o güne kadar duyduğum kulağa, gönüle en hoş gelen soruyu duyuyorum:

-Siz kardeş misiniz?
+İkiziz teyzecim abim benden bir buçuk ay büyük.

24 Ekim 2008 Cuma

"şimdiye salli'den izmir'e gitmiştik"

0 eyyorlama
bu cümleyi duymayan var mı ey hemşehrilerim? bu cümle ki, salihli'de bir dönem yaşamış kişilerin, büyükşehir trafiğini betimleme aracı; kimilerinin 1 saatlik zaman dilimini değerlendiremediğinin acısıdır.

belediye seçimlerinde bile bu sözü slogan haline getiren, "gabazlıların isyan partisi" (gip) adayı vardı. "kerhanaya gideceğinize; salli'den izmir'e gidin" diyordu. bu kadar netti. tabi ekonomik programı salli'den izmir'e üstüne kurulu herhangi bir parti dünya üzerinde olmadığı için, 3 oy aldı. o da salli güven muavinlerinden geldiği o kadar açıktı ki, adamlar oyu verirken elini titretmişti ve oy pusulası otobüs kolonyası kokuyordu.

lan saçmaladım, 1 saattir yazacağım diye kasıyorum. şimdiye salli'den izmir'e gitmiştim. hatta geri dönüp turgutlu'daydım. manyağım ben ya, ring atıyorum bu güzergahta.

16 Ekim 2008 Perşembe

ellerimden utandım

0 eyyorlama
dün sabah, hiç tanımadığım bir eğitime, sırf işten kaytarmak olsun diye, usulca yaklaşıp "ben de geliyorum haceliz" dedim. ya ikidir yazılara böyle giriş yapıyorum, bu yüzden "dünya mükerrer oy kullananlar derneği" ve "özgün duygusal yazarlar ev ve yapı kurma kooperatifi"nden tehdit telefonları alıyorum. evime ericsson gh688 takoz modeli göneriyorlar. işte ben buna tehdit telefonu derim. kafaya bir çaktı mı oturtur mücella. oturtur diyorum başka da bir şey demiyorum.

neyse, aldığım eğitim "ilkyardım eğitimi". tabi mevzu ilkyardım eğitimi olunca, insan hemen başından geçebilecek en tehlikeli olayları düşünüyor. tabi ben de hemen barnağımı kaldırıp "alkol komasına giren biri için neler önerirsiniz? neden alkol koması?" gibi sorular sordum. hoca derse katılımımdan dolayı ilk önce teşekkür etti, sonra garip gurup sorularla katıldığım için beni bir güzel dün geceden ıslatmış olduğu kütahya meşe odunuyla yumuşattı, sonra da kanaat notumu "kıt kanaat" verdi.

neyse efendim, asıl anlatmak istediğim bu değil. eğitimde bizlerle birlikte işçiler de var. bunu söylemekten bile utanıyorum ama, görseniz kimin işçi kimin beyaz yaka olduğunu hemen anlarsınız. hayır kıyafetlerden değil efendim, o mağdur duruşlarından. ezilmişliklerinden, o alışık olmadıkları steril ortamlara girme streslerinden, ellerini koyacak yer bulamayışlarından. ellerini, ağır işlerde 12 saat boyunca çalışmaktan yara bere dolmuş ellerini, o nasırlı ellerini koyacak yer bulamıyorlardı, saklıyorlardı.

ama inanın, ben utandım ellerimin pürüzsüzlüğünden. ben saklamak istedim her gördüğümde onları. biliyorum onların halinden sorumlu ve suçlu olan en az bizleriz, ama öyle sunmuşlar ki hayatı bize "suçlular", kendi boklarından biz kendimizi suçluyoruz vicdanımızdan. aynı çevrenin içine ettikleri yetmiyormuş gibi bize çevre tasarrufu adı altında "duşta daha az kalın, sifon çekmeyin, bok koksanız da olur, hatta boksunuz" demeleri gibi. bana bu yaşadığımız dönemi anlatın deseniz şimdi diyeceğim şey: "yapmadıklarımızdan vicdan azabı çekme dönemidir" derim.

neyse, bir ara herkes kendini tanıtıyordu, herkes en mutlu olduğu anı ve en büyük hayalini anatıyordu, "dünya turları", "sahilde bahçeli müstakil evler" havada uçuşuyordu. ve sıra ona geldiğinde; o çocuk, esmer çocuk öyle bir vurdu ki yüzüme tokatı, ben bu kadar ağır bir tokat yememiştim: "hayatımda en mutlu olduğum an yok. en büyük hayalim minibüs almak" dedi.

ellerimden utanıyorum. vicdanınızın azabını ben çekiyorum.

14 Ekim 2008 Salı

Balığ’ın kahvesi ve bir efsanenin çöküşü

2 eyyorlama

Başlık yanlış değil, orası Balığ’ın kahvesi Hakan’ın yeri diye geçti tabelalarda yıllarca.

Hayat acımasız hayat tikenli bir yol. Yanında 4-5 kişi çalışırken ki zamanlarını bilen, bu küçük bünyenin gözleri önünde bir çöküşün hikayesi. Çiçek’iyle, dayaklık Mehmet’iyle, cyborg dayısıyla, yıllarca sekine kantininde bize en güzel patates ekmeği***** yediren Ramazan abisiyle güzel günlerin geçtiği sıcak ortam.

Eskiden tatillerde sabah buluşma noktası (akşamları gidilen yer için (bknz: REBEKA)). Peki neden eskiden? Peki ya şimdi sabah nerde buluşuluyor? Çivi çiviyi söker haceliz.

Neyse son zamanlarda herkesin sıkılmakta olduğu mekândı aslında balığ’ın kahvesi hakan’ın yeri, kimse itiraf edemesede.

Mekanı tasvir etmek isterim ileride çoluk çocuk okusun, bilgilensin bir efsaneyi gözlerinde canlandırabilsin diye.

L (büyükle) şeklinde bir bahçe düşünün, yeşil örtüleriyle dolu sayıları biri aşkın 15 tane masa.

Bahçenin tümüne masa atarak paranın dibine vurma mantalitesine gitmemiş, yeşilliği ve doğayı da düşünmüştü mekan sahibi.

İçerisi bölmeli bir labirent gibiydi, yeni başlayanlar ana kapının girişinde başlar. Yıllandıkça ana kapının sağındaki loba geçer, üstad kıvamına gelenler en dipteki bölmeye geçerler. Gizemli kişiliklerde 3 nomeroyla gösterilen yerden başka bi yere geçiş yaparlar.

1 numara: meydan larusun 19 cildi bulunur burada ki raflarda, kitaplık, kimsenin uğramadığı bir gar gibi, tozlu ve harekete aç.
2 numara: çay ocağı
3 numara: gizli geçit. (aksiyon filmi anlatıyorum sanki, yan dükkana geçiş var burada sadece)
4 numara: tuvalet. En mühim yer.
* çok eskiler bilir koltuk vardı burada.
** tv kapının önünü kesiyo gibi görünüyor ama yukarıda o tv.
*** sobanın önünde devamlı oturan yaşlı amca.

4 numaranın önündeki raflarla soba arasında dolap var çizittiresim gelmedi.

Ne çizittirdim be!

Kapı jr küçük çaycının ortama hakim olması için açılmış sanki. Sanki bir maçta biri camdan çıkmış sevinçten de bari kapı yapalım demişler.

Yıkıldı, ocak gitti ilk başta, sonra kahvenin içinden başka mekana geçilen boşluk örüldü. Koca kıraathane kapandı, yanda ki sikko dükkana (figure 1 de görülen 3 numaralı geçitten geçilen dükkana) taşındı. Yerine Urfa sofrası kuruldu, yansın mangallar, pişsin bideler.

Adım adım yıkılmasını ve yeniliklerini izledi bu bünye, kimse bilmez gecenin bi vakti önünde sigarayla hatıralarımı yokladığımı (bunu bende bilmiyodum gerçi, deli).

*****İstanbul’da bir hürkuzen isimli çalışmamızda patates ekmeği kötüleme, yer yer ince dokundurma eğilimim;(noktalı virgül ü de kullanmayı hiçbir zaman öğrenemedim) eski tadı bulamamaktan korkmam ve Sekine’de yenilen ortak ekmekleri özlememdir.

13 Ekim 2008 Pazartesi

kaygan zeminin azizliği

0 eyyorlama
En çok futbolcuların etkilendiği düşünülse de doğru değildir, iddia edilen. nice yiğitler bilirim, sözüm ona bu azizliğin kurbanı olan.

Erotik bi girişle kitleyi elimde tutmaya çalışıyorum. Surukleyıcılıkten uzak, okuyucuların dıkkatının oraya buraya kaydıgı yazılarla nam saldım. Onca dergıden, gazeteden hatta gazete kupurunden kovuldum. Uslubumdan zıyade hırpanı gorunusumun belgelendıgı fotografımın yer alması da baska bı handıkaptı. (brasıl qualıfy for fıfa 2013 handı cup)

Kaygan zemınden kastım malum arkadaslar. Hatun mılletı dunyayı yonetıyor! Yalan mı lan? Sss bure bak bıyo: yalan mı?

Satırlarım bı erkegın cıglıgı gıbı duruyo olabılır. Oyledır de! Ama haklı bı ıtıraz, tavır hatta! Bu kaprıslerden, bu burnu buyuk edalardan ve bu dırdırdan yıldım. yerim böyle azizliği! sağol!

10 Ekim 2008 Cuma

mustafa denizli üzerine çeşitlemeler

0 eyyorlama
mustafa denizli'nin babama çok benzediğini düşünüyorum. ama jupp derwall'i birine benzetemedim. hele şu gençlik hali ile babamın gençlik halini yanyana koyunca diyorum ki, "ulan sizden bulmaca bile yapılmaz, arada 7 fark yok" diyorum ve gülüyorum keh keh. beni bu iki fotoğraf karşısında, kendi kendime konuşuyor halde görenler deli zannediyordur. deli diyorlar bana, desinler değişemem aga.


yalnız bu görüntü ve bu görüntünün canlandırdığı hatıralar, beni en az uefa kupası finalinin sonunda penaltı atmış popescu, yere çömelmiş fatih terim, g.tünü kaldırmaktan aciz koşan okan buruk ve tek kolla oynayan bülent korkmaz kadar duygulandırır. çünkü o zaman, galatasaray futbol takımının, ulaşılması güç başarılarının temellerinin atılmaya başladığı yıllardır, ve naiftir biraz daha futbol. saftır prekazi'ye, simoviç'e, tanju'ya, sakallı uğur'a olan sevgi. en son böyle sevgiyi, hagi, popescu, bülent korkmaz, taffarel ve hagi ve hagi ve hagi'ye duydum.

ha bir de fotoğrafta, ufak bir detay var. denizli ile derwall arasından bizlere gülen adam. iğne deliğinden kafasını geçirmiş bu adam, bu fotoğraftan başka bir yerde görülmemiş. bu adam kim mi? tabi ki, sabri sarıoğlu'nun eniştesi.

yıllar sonra, fenerbahçe'ye gelen mustafa denizli, "mustafa denizli, şampiyon yap bizi" gibi gıcık bir tezahüratla gelmiş, 5 yabancı sınırlaması olan takımda 6 yabancı oynatmış, şampiyonlar ligi'nde 0 puan toplayarak rekor kırmıştır. kendisi ki, uyumadan önce kafasında maçları 100 defa oynar ve 51'ni kendi kazanır idi.

şimdi, ertuğrul sağlam'dan boşalan ve sinan engin'in göz diktiği, samet aybaba'nın "las olm azcık da ben oturam" dediği koltuğa geçmiştir. beşiktaş ile ne yapar eder bilemiyorum ama artık babama da benzemiyor. biraz da geyik bir adamdır mustafa denizli. iran'da futbol takımı çalıştırmışlığı bile vardır. ulan neyse ya.

ufff saçma oldu bu yazı ama fotoyla idare edin.

tanrı'nın ayak izleri

0 eyyorlama


dünyanın başına tebelleş olmuş, gerizekalı bir millet olan ingilizlerin son uydurması. ya nasıl bir şeydir bu ya? inanıyor musunuz lan siz harbiden bunlara? eğer inanıyorsanız, nerde kaldı modernizminiz, nerde kaldı akılcılığınız, nerde kaldı bizim çaylar? işte premier lig bu!

hayır efendim, ahanda haberi bu: buna dıkla. dıknaz.

ben her ne kadar gerizkalı olsa da, herhangi bir insanın, bu haberi yazan adam da dahil, allah'ın ayak izinin olabileceğini düşünmez. zati çelişkilerle dolu bir durum: allah'a inanmayan biri için, olmayan bir şeyin ayağı olmaz. inanan biri için de, allah 30894 numara ayakkabı giyecek kadar küçük ve sadece 4 tane ayak parmağına sahip olacak kadar da engelli değildir.

9 Ekim 2008 Perşembe

bilim kurgu filmlerindeki uçan araba manyaklığı

0 eyyorlama
dün gece, hiç tanımadağım bir yönetmene, sırf ibneliğine, usulca yaklaşıp gıyabında "ne zevk-ü sefa düşkünü, keyif pezevengi adammışsın, ben senden bir bok anlamadım" diye azar çektim. sonra uzaklara dalıp, derin derin düşündüm. sigaramdan bir nefes çektim. rüzgar esiyor, montum bir sağa bir sola dalgalanıyordu.

neden sonra, arkadaşım geldi ve şöyle buyurdu: "(onlar ki) devam etsene lan, bir cümle kurdun sonunu getir bari". o sırada omzumu, işaret parmağıyla delercesine dürtüyordu. rüzgarın şiddeti biraz olsun düşse de, hala montumu dalgalandırmaya yetiyordu. biraz daha dursam bu şekilde, ya nuri bilge ceylan gelecek bana başrol teklif edecekti, ya da .mı g.tü dağıtıp hasta olacaktım. öksürerek boğazımı temizledim ve arkadaşıma "mına godunuz evin barkın. kapatın şu pencereleri, dondum dondum" dedim. ve başladım hakan peker'den bir uzun havaya: "vazgeçeen ah ben değildim, sonuna kadar da direndim."

öksürerek boğazımı temizleyip argümanlarımı sıralamaya başlayacaktım ki, yine gıcık tuttu. bir defa daha küllem küllem öksürdüm. ne yaparsam yapayım çıkmıyordu mını kıvamını yeşilini s.ktim balgamı. "s.kerim uzaylı filminizi de, ben yatıyorum arkadaş. osurmayın odada da. sonra pencere açıyorsunuz, hasta olan ben oluyorum" diye odadakileri azarladım. vurdum kafayı yattım. vurmamın etkisiyle, duvardan mario'daki çiçek çıktı. aldım onu ve büyüdüm. hayatım bilim kurgu filmi tadında ama biraz daha tırt, atari oyunu olmuştu.

sabah kan ter içinde uyandım. "odamda osurmuş pezevenkler" dedim içimden. hatta sonra dışımdan da tekrarladım, duyarlar da ibret alırlar diye. ama nerdee, odada kimse yoktu. demek ki osuran ben değilim, yükselen duvarlar, mamidi mamidi ben cezaa diye bir new york halayı çektim. new york halayını bilenler içni söylüyorum, deniz tarafındaki kalede çekilir bu halay ve halaybaşı halaydan en az 3 metre uzakta durur. aristokrat ipne, halaybaşı olmuş ya, beğenmez gayrı halaydakileri.

sonra dün gece tam bir yüzeysel adam gibi "uzaylı filmi" diye nitelendirdiğim, o bilim kurgu filmini hatırladım. isterseniz hikayenin geri kalanını teyzemden dineleyelim. teyzem, atilla dorsay olur. şaşırdın değel mi? ben de şaşırmıştım? ama sen, nasıl atilla dorsay olursun demiştim.

bilim kurgu filmlerinin karakteristik özelliğidir uçan araba.

lafını balla kesiyorum deze. (okurlara döner) üff bu teyzem de çok sıkıcı. durun ben anlatayım. şimdi bu arabalar var ya, uçan kaçan, yeri geldi arkasından alev alev yanan (ki feridun düzağaç "alev alev" şarkısını jetgillerden esinlenerek yazmıştır, bir sohbet ortamında kulağıma fısıldadı, ben de "hafız çok içtn, ayrıca kulağımı yalama" diyerekten de bir güzel dövmüştüm)

yaa neyse s.kerim uçan arabasını da şeyini de ya. taşıt kredisi faizleri olmuş %1.9, sen diyorsun ki uçan araba al. la olm eve zor tablet getiriyorum, doppler efekti olmuşum ben, şrödingerin kedisi olmuşum ben, yerim tespit edilemiyor. (mühendis kimliğimi cesurca havuzbaşında sergilerim böylece)

amaaan konu da pek uzadı. androidler evde aç, tablet bekler. hadi ben kaçar. gece gece kafa mı kaldı adamda.

8 Ekim 2008 Çarşamba

askerlik şubesi'nden izlenimler

0 eyyorlama
askerliğimi bir yıl daha erteletmek amacı ile, halıcıoğlu askerlik şubesine gittiğimde gözlerime inanamadım, şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum. şube önünde insanlar duruyordu. ama öyle böyle durmak değil hafız, aklını alır. hareket eden tek bir varlık bile yoktu. durmak, durmak, durmak... (sakıp sabancı tandansı)

herkes o kadar duruyordu ki, nefes alışlarımı duyan komutan "hıfıs hıfıs kafamı s.ktin" diyerekten beni azarladı. "hıfıs?" diye sordum. "tamam len mıhıs mıhıs da olabilir" diyerek bana girmem gereken sırayı gösterdi. tanrım o da neydi? benim askerlik şubesi binası sandığım şey, meğersem bir sıraymış. evet asker adayları ve yeni mezunlar olmak üzere iki gruba ayrılan gençler, 19 mayıs kuleleri gibi üsüste geçmişler, sıra oluşturmuşlardı. neden yatayda değilde, dikeyde bir sıra oluşturulduğunu hiç sormadım?

sıra şu şekilde işliyordu, yeni gelen en alttan giriyor, en üstteki ise işlemini halletmek için, kulenin tepesinden atlıyordu. aynı zamanda, böylelikle er kişi (bu tanımın en fazla uyduğu mekan burasıdır herhalde) askerlikteki talimlere dayanıklı birey haline geliyordu.

ben de sıraya en alttan girdim. herşey normal gelmeye başlamıştı. zira girişte cep telefonlarımızı ve beyinlerimizi birer poşete koyup, danışmaya teslim etmiştik.

isterseniz hikayenin geri kalanını benden dinleyelim. evet ben, bendeyiz. teşekkürler ben.

şimdi gözlerimizi kapatalım, biraz geçmişe gidelim, ve buralara nasıl geldiğimi şöyle yüzeysel bir biçimde inceleyelim, fazla ayrıntıya girmeden. efendim, 2007 haziran'da 17 yıllık eğitim hayatımı güzel bir jübile noktalayıp, okuldan mezun olunca "askere mi gidecen yieavrum yoğusa işe mi girecen?" soruları da artmaya başlayınca, 3. bir çıkış yolu aramaya başladım. ve bulmuştum; halamlara gitmeliydim. soranlara "halamlara gidecem" diyordum. tabi bir müddet bu devam etti, sonra akrabalar ve komşuların askeri kanadı olan a.k.a.k.o.b (akraba ve komşular askeri kanadı odunlu birlikleri) tarafından muazzam bir tartak yedikten sonra işe girdim. 0 çocuk babasıyım. o gün bugündür askerlik namına yaptığım, "hehehe şafak kaç aga" dan başka bir şey değildir.

ammaaa....

5713 sayılı yasadan faydalanarak askerliğimi 10 ay kadar daha ertelettim. yedek subay adayı olarak ağustos 2009'da askerim dadaşlar.

memleketimi en iyi şekilde temsil edeceğim. ulan sanki askerliğe değil de bilgi yarışmasına gidiyoruz. bir millet "en iyi şekilde temsil" olayı ile büyüdü lan!

7 Ekim 2008 Salı

Buket TV

0 eyyorlama
bu isimde bir kanal var. nextstar uydu alıcılarında 167. kanalda çıkıyor. hehe.
sabahtan akşama ha babam klip oynatıyorlar. işleri güçleri şarkı türkü, makara kukara. yayınlanan en yeni şarkı 2004 yapımı falan. en çok 90ların türk pop müziğiyle karşılaşıyor, Emel'in "Hovarda"sını, Tarkan'dan "Kış Güneşi" ni hala zevkle dinliyor, Sertap Erener'den "Rüya" isimli şarkıda ise hafiften bunalıma girip "İyi ki o şarkı modayken ergen falan değilmişim" diyorsunuz.

Faruk k falan çıkınca da kapatıyorsunuz. kullanımı bu kadar basit ve pratik.

6 Ekim 2008 Pazartesi

dikkat dikkat..

0 eyyorlama
ıska kategorisi rağbet görmedi. herkes gidip kendi şahsi blogunda yazıyor dimi duygusal patlamalarını, ruhunda kopan fırtınaları, gelgitlerini? oğlum açık olun biraz. elma şekerlerini, renkli balonları, pamuk helvaları özleyin hiç olmazsa, gözün sevem. ceketli ali dayi'nin kategorisi tutmamış demesinler sağda solda.
hadi bakim.

şımarıp "gelişmeler" kategorisine sokabilirim bu yazıyı.

2 Ekim 2008 Perşembe

ölü doğan kanunlar üzerine

0 eyyorlama
selamun aleyküm! moderasyon uyuyo arkadaş! bayram tatiline gittiler. mübarek ırmızanda oruç tutmayan adamlar, ırmızanın tatilinden yararlanıyo! neyse kendileri bilir de ben fırsattan istifade kaçak olarak bi yazı itrlryeyim. bu yazı yüzünden kavga çıkar mı bilmem de kendi bloguma diil buraya yazasım var! konuya giriyorum:;-.!?%

ölü doğan kanunlar üzerine bi yazıyla hem akademisyen kimliğimi konuşturayım hem de sabah sabh sinir bozayım. bozarım arkadaş. bayramda ne işim var benim diyarbakırda. elalem-moderasyon da dahil- rebekada dost sohbetiyle gönlünü saarhoş etsin ben kırmızı tuborglarla ertesi günkü-bugünkü- nöbete hazırlanayım. konuya girdim sayılır:;-.!?%

rebekada içersin salihlideya da asmalıda. can dostlar da alternatifti ama yıktılar aq. onlar olmazsa başka seçenekler de vardı biz liseli delikanlılarken. araba buldunmu karaağaca seyirtirdin. kimi endüstrinin bahçesini seçerdi- ibo güzel mesela- ya da gençlik parkının orası diğer adresti. ama listebaşı sekinenin üstüydü. 7 yıl yoklama verdiğin okulun denize bakan tarafındaki kaleyle dağ arasında kalan çevre duvarı neler gördü hacı. bahçeye az mı çövdürdük. zamanla ihtisas yapıp rüzgarın hızını, yönünü ölçen babayiğitler yetiştirdi o kaldırımlar.

peki şimdi? şimdi de yeni nesil doldurdu boşluğumuzu. hala içiyolar orda, hala işiyolar fütursuzca.(alen fütursuzca, arjantinli topcu ısmı gıbı lan) demem o ki bı yasa yapıyosan toplumun kafadan uymayacagı kanunlar yapmıcaksın. olü dogar boyle işte! sekınenın ustunu dusuneceksın, nabzını tutacaksın salli çocuklarının!

ps:yawrum benjcev yazdı kaçtı gibi olmasın, yours 'sinsi'rli!