12 Mart 2010 Cuma

elime düşen şarkının bokunu çıkarırım

başlığı böylece bırakıp, şurdan kuzey çevre yoluna çıksam; koşarak uzaklaşsam da soluğu bolu il sınırında alsam, hiç kimse hiçbir şey kaybetmez. yani o kadar açıklayıcı bi başlık. az ama öz konuşan adamın kesinliği ve netliği çok net şekilde görülebiliyor. ama işte, benim en büyük olayım bu, bokunu çıkarmak.

ortaokulda (ya da orta okulda) her öğle paydosu öncesi tüm sınıf hep bir ağızdan ilahi söylerdik. evet, öğrenimime küçük bir rahibe adayı olarak, sümele manastırında devam ediyordum. ya da pınarbaşı imam hatip lisesi'nde, küçük bir imam adayı olarak. sana hangisi daha mantıklı geliyorsa bebeğim...

millî görüşün şahlandığı dönemler. imam hatip yurdundan çıkıyorum, milli gençlik vakfının evine akıyorum; mücahitlerin savaş videolarını heyecanla izleyip, dosdoğru nurcuların yurduna. orda abilerle ders çalışıp ve de sevişmesiz karate filmleri izleyip tekrar imam hatip yurduma dönüyorum. yaz tatili geliyor, kur'an kursuna süzülüyorum filan. aman yarabbim, öyle bir hoca olacam ki, yok böyle bişey. ha işte, o dönemde her öğle paydosu öncesi sınıfta ilahi söylenirdi. benim favorim 'karanlığın ortasında' isimli eserdi. ben bunu ezberime bir aldım, bir daha da bırakmadım. ilahiyi yazan adamdan çok söylemişimdir. sesim güzel olsa okulun ve de aynı zamanda ilçenin ilahi grubunda yerim garantiydi. aynı tonda bir de 'bu hafta olmasa gelecek hafta, canını alacak ölüm meleği' şeklinde bir nakarata sahip olan ve dinleyenlere yalın bir dille azrailin her daim buralarda takıldığını anlatmaya çalışan bi eser daha vardı. bu ikisi favorimdi. bak yazdıkça hafızam zehir gibi çalışmaya başladı. üst sınıftaki sarı çocuğun muazzam söylediği 'allahu allah' vardı bak, o da iyiydi.

daha evvelden, ilkokulun başlarında coşkun sabah ve udu çok meşhurdu. hele bi "anılar" parçası vardı ki, hey yavrum hey. 7-8 yaşlarındaki beni anılar anılar diye diye hüzünlere salardı. götümün bokuyla neyin anısıysa artık! anne karnını mı özlüyordum, içten içe reenkarnasyona mı inanıyordum nedir... bu şarkıyı öyle sevmişim öyle içime yer etmiş ki, yemin ediyorum şu gün traş olurken sakallarımla beraber coşkun sabah'ın udunun telleri de lavaboya dökülüyor.

kanaatkâr bi adamım. tek şarkıyla bir yılı geçirebilirim. "uğla uğla niyazi, yiyeceymisun beni" türküsüyle ilkokul dördüncü sınıfı bitirdim.

lise başlarında, yine yatılı okulun verdiği melankoliyle ve mahalledeki abilerin telkinleriyle müslüm gürses'i ve biraz da ferdi tayfur'u içeri buyur ettim. uzun süre de bi yere salmadım adamları. sabah kalktım dinledim, sıçarken dinledim, dişlerimi fırçalarken dinledim, uzun saçtan dolayı müdürden kesik yiyince efkarlandım dinledim, gece yatarken dinledim, reno 12 arabanın içinde ilk biramı böbreklerime salarken dinledim. kaseti kalemle geri sararak defalarca dinledim. içimi öyle bir hüzünle doldurdum ki, bir avuç gözyaşı doldu elime/en acı sitemler geldi dilime/pişmanlık duyup da kendime/oturup ağladım çocuklar gibi. ve bunu yaparken zaten çocuk sayılırdım.

o arada, ben dönem dönem böyle tek şarkıya/şarkıcıya kendimi esir ederken memlekette pop müzik patlamış. akranlarım kıl oldum abi'lerle, bu kız beni görmeli'lerle modern dünyaya köşesinden dahil olurken ben mahalleme, kahveme, müslüm'e cengiz'e ümit'e deliler gibi sadık kalmışım. şimdi dost meclislerinde 90'lar popundan söz açılacak da 'ehe ehe, sinan özen de pop söylüyodu değil mi' diye ortamdan soyutlanacam korkusuyla yaşıyorum. buna da yaşamak denirse...

lisenin sonuna doğru işte "hulen bak yarın öbür gün üniversite okuycaz, elin şehirli bebelerine taşak malzemesi olmayalım. disko gençlerinin arasına düşmüş talihsiz gencebay orhan gibi olmayalım" diye rock müziğe dadandım ve onun da bokunu çıkardım. sabahlara kadar, solistinin ne didiğini davulcusunun bile anlamadığı kuzey avrupa metal gruplarıyla aha böyle ağzım açık, gözlerim kan çanağı birlikteliklerim oluyordu. pazartesi sabahları istiklal marşını brutal tonda söylemeye başlayıp müdür yardımcısından zopa yediydim: ses veriyorum: khoorkhmğaaarrhh!

mavi sakal'ın iki yol şarkısını haftalarca usanmadan dinlediğimi bilirim. "bir ay doğar ilk akşamdan geceden, neydem neydem geceden" türküsünü de; nilüfer'den kavak yelleri'ni de. benefit derler bir grubun sex sells diye parçası vardı bak, pazarlama yönetimi derslerinde hep onu söylüyordum. bi ara feridun düzağaç'tan daha dipteydim, sondaydım, depresyondaydım. teoman'dan daha paramparçaydım, parça pinçiktim.

yeniliklere kapalı biriyim galiba. bi şarkı 3 ay götürüyor; bi lokanta 5 yıl, delgado'nun tek golü 3 yıl, bi çorap 2 hafta, bi yâr 8 yıl (gerçi çorap mevzuu ortaya çıkarsa her şey değişebilir)

Hiç yorum yok: