27 Mart 2009 Cuma

ölüm, her derde deva!

bu yazı, doğruya doğru aga, erdemin uludağ sözlükte "derin mavi" mahlası ile yazdığı yazıya polemiksel yanıt olmasa bile üstüne bir yorumdur. gerçi, yazısının üzerine kendisine "orta yolcu ipnatör, neşişyansınnekebapçı akımının en önde bayrakla koşanı" desem de, ölye olmadığını biliyorum ve aslında demek istediğinin farkındayım.

yazısında şöyle buyurmuş berdüş:

1 ay öncesine kadar sorsaydınız bana farklı şeyler söylerdim. "faşist"ti derdim onun için. "80'lerin azılı katili" derdim. "mehmet gül'den, kırcı'dan bir farkı yok" derdim. ülkeyi karanlığa sürükleyen provaktörlerden, maşalardan sadece biri derdim.

o kadar zıttı dünyaya bakışımız. yanılıyor olabilirim söylediklerim de ya da haklı da olabilirim. bunlar benim fikrimdi. ama bunlar dünya görüşüyle alakalıydı, kendini tanımam etmem. düşünüyorum da babam da solcudur mesela benim. eski solculardan. kazara siyasete girip bir partinin başkanı olabilirdi. ve allah korusun, böyle bir kaza başımıza gelseydi, istemezdim hakkında kötü temenniler içeren cümleler okumayı, ya da bir kişinin bile "hak etti" iması beni yıkardı.

bu saatten sonra mesele, "yaptıklarını ödüyor" ya da "hak etti" meselesi değildir. adam belki de öldü. umarım kurtulur, vefat etmişse de allah yakınlarına sabır versin. bana düşen ancak bunlar olur.


olm ne efendi adammışsın sen ya! mahallede küçük çocukları haraca bağladığımız, bakkaldan çokomel neyim arakladığımız, yeri geldiği yakalandığımız, kulaklarımızdan çekilip götümüze inen tekmeyle bakkaldan kovulduğumuz yılları unutturamaz bu bana. ne pislik adamlardık ha, zeytniliği yakıp belki de memleket tarihine geçecektik ama o malazlar kibritlerle değil zeytinlik, burun kıllarım bile yanmazdı. onu düşünemedik.

neyse. gündemle ilgili bir yazı çok olmazdı buralarda ama bu sefer yazasım geldi. anlayacağınız üzere konu muhsin yazıcıoğlu'nun helikopter kazası ve çok büyük ihtimalle ölmesi. tabi olayda bir alengir yoksa. olayın öncesinde ve sonrasında yaşanan bir çok şey kıllandırıyor zira. yakında kurtlar vadisi'nde, helikopter düşerse şaşırmayın. ama komplo teorilerini falan bir yana bırakalım, konumuz bu değil. ayrıca bu minvalde bir yazıyı sanal alemde okumuş falan da olabilirsiniz. iki gündür yazılmayan şey kalmadı.

ölüm hakkında atma tutma hakkına sahibim diye düşünüyorum. çünkü hayat, kıçıma ölümlerin en yağlısını soktu. ha bu durum bana böyle bir hak verir/vermez, tartışılır. kimileri ölüm hakkında "hak teala" der, mevta mutlaklaştırılmış kriterlere göre iyiliklerinin ve kötülüklerinin ödülünü ve cezasını alacağı yere gitmiştir; kimileri ise herhangi zaman veya mekanda bir daha göremeyeceği için isyan eder, hayatı zindan edenlere, yaşatmayanlara. anlayacağınız aslında mevzuu tam da bu s.ktiğimin yerinde çıkıyor. bir varoluş felsefesi problemi değil, aslında yokoluş felsefesidir.

ve helikopter düştüğünden beri, bu konuyla ilgili olan çoğu yorumda, ölümün kutsallaştırıldığını, milletvekili dokunulmazlığından da öte sığınak olduğu, ölen/ölecek/ölmesi muhtemel birinin ardından konuşulmaması gerektiği hakkında görüşler var. bu coğrafyanın dine, ölüme bakış açısıyla ilgili bir şey. ölümden sonra, muhakemenin insanlar tarafından değil kutsal hakim tarafından yapılacağına olan bir inanıştandır.

ya bir ara vermek istiyorum. ikinci paragrafı yazdığımdan beri saçma bir şey dolaşıyor aklımda. bu helikopter falan düşmemişse, biri işletmişse gibi bir ihtimal var. ben bu durumda fotomac'ın atacağı başlığı yazayım, yoksa içimde kalacak: "yerde ararken gökte bulduk". öhm, neyse.

belirtmem gerekir ki şu hayatta herhangi bir olay, ölümü dahil, muhsin yazıcıoğlu'nun; bu memleketin gördüğü ve alenen gördüğü ve bildiği ve görmezden geldiği ender suçlulardan biri olduğu gerçeğini değiştirmez. domestik ve oryantal bir mussollini'dir, hitler'dir. yakın tarihte hrant dink cinayetinden 70'lerdeki maraş ve bahçelievler katliamına, üniversitedeki eli satırlılardan kahvehane baskınlarına kadar her çorbada tuzu vardır. elini taşın altına sokmaktan kaçınmamıştır yani. şu memlekette "son zamanların en muhteşem suçluları" listesi yapılacak olsa top 20'de yerini alacak bir şahıstır yani.

hiçbir zaman hiçbir "kişiye ölsün, gebersin, oh olsun" gibi bir yaklaşımım olmadı. sorunu hukuki yönden halledelim gibi bir yaklaşımım da yok. "yargılamadan ölmesin" gibi bir görüşüm yani. eminim ki muhsin yazıcıoğlu kendisinin 100. faşizm yılında bile, "hayat boyu faşizm ödülünü" alırken bile asla yargılanmayacaktı. güvenmiyorum, hukukumuzun bu derin işlerdeki samimiyetine.

ama beni düşündüren, ölmesine üzülmeyen, belki de sevinenlere, "nerede o humanistliğiniz" diye vikvikleyen tayfa. arkadaşım, sana ne? hatta böyle "liseli kız sana ne"si var ya, ellerini falan açıp, aynen ondan! birisi, başka birinin ölmesine sevinebilir, ölmesini isteyebilir. herhangin bir humanistin böyle bir isteği ve duygusu da olabilir ayrıca. humanizm, insan olan her şeyi sorgusuz sualsiz sevme, insan fetişizmi değil ki. eğer böyle bir düşünce sistemi olsaydı hümanizm, çürütülmesi bir ismail yk'ya bakardı. humainst filozof peter singer'ın dediği benim de wikipedia'dan şahane şekilde arakladığım gibi;

Birçok istisna olmasına rağmen, hümanistlerin çoğu kendilerini en büyük dogmadan özgürleştiremiyor… önyargılı türcülük… Hümanistler diğer canlı türlerine karşı düşüncesizce istismarlara karşı durmalıdır.


İnsanın gelişimidir hümanizmin ereği, bütün insanlar için hayatı daha iyi yapmak. Hümanizm güzel şeyler yapmaya, şimdi ve burada iyi yaşamaya ve geleceğe daha iyi bir dünya bırakmaya yoğunlaşır, sonraki hayatta ödüllendirilmek üzere hayat boyu acı çekmeye değil.


sonuç ve özet olarak, bir insanın ölümü elbette birilerini üzecektir. duygusal olarak ben de annesine üzülmüş bulunmaktayım. fakat konuyu değerlendrirken, muhsin yazıcıoğlu'nu sevenler bile şu gerçeği göz önüne almalıdır ki; kendisi birçok kişiyi sevindirecek bir ölümle bitecek hayatı göze almış, istemiş ve onu başarıyla icra etmiştir. gerisi bizim gibi sözü dinlenmeyenler için laf salatasıdır.

merhuma vakti zamanında allah'tan birazcık vicdan dilemiştim. şimdi ne yapıyorsa yapsın, umrumda değil.

Hiç yorum yok: