26 Eylül 2009 Cumartesi

ottübüs prime: tesbihte hata

geçen bölümlerde, aynalı tahir ölmüş, dizi yaklaşık 5 bölüm kadar diziye ismini veren aynalı tahir'siz çekilmişti. sonra, türk dizi tarhindeki en muhteşem geri dönüşlerden biri yapıldı ve aynalı tahir dünyaya tekrar gönderildi. erkekliğin kitabında da yazıyordu, "de ki (onlara): aynalı tahir dünyaya ikinci defa gönderildiğinde, zalimler sofrası dağıtılacaktır." fakat gelen aynalı tahir, bu sefer alişan değildi. başka biriydi. uzaylı zekiye ve nörü gantar'dan sonra, üçüncü bilim kurgu dizimiz de böylelikle çekiliyordu. neyse, biz kendi dizimize dönelim.

(jenerikte tuğba özay'ı tüm türkiye'ye "beni ünlü yaptığınıza pişman olacaksınız" derken görüyoruz)

yaşlı kadın ile konuşmak için 15 dakikası vardı. kadın adem'in annesi olduğunu iddia ediyordu. kadın, başörütüsünü ve gözlüğünü çıkardı. bu haliyle gençliği pek ala hayal edilebiliyordu.

"yıllaaar önceydi, kocam kemal ile bayram tatilinde yamaç paraşütü yapmak için fethiye'ye gitmiştik. adem'i de komşulara bıraktık". o anda lafa girip "hacı abla, aile misiniz pet-shop musunuz belli değilmiş argadaş. lan bu adem, kedi mi ki komşulara bırakılsın" diyecekti ki vazgeçti.

yaşlı kadın devam etti. "o gün hava hiç olmadığı kadar durgun, deniz ise çarşaf gibiydi. paraşütlerimizle yamaçtan aşağıya kendmizi bıraktık. ilk başlarda sorunsuz gidiyordu. aşağıda ölü deniz'i sanki bir ekran koruyucuymuşçasına izliyorduk. daha sonra, arkamızdan müthiş bir rüzgar çıktı. kemal kendi ekseni etrafında deli gibi dönmeye başladı, ben ise rüzgarla birlikte kıyıdan uzaklaşıyordum. kıyı görünmez olduğunda hala havada seyir halindeydim. bayılmışım. uyandığımda, daha sonra kahire olduğunu öğrendiğim bir şehirde, yüzüm gözüm toz içinde bir hastanede buldum kendimi. 3 gün yoğun bakımda yattıktan sonra, mültecilik bürosunda 2 gün gözaltında tutuldum. anlattığım hikayeye kimse inanmıyordu. açıkçası ben de inanamıyordum ama gerçekten böyle olduğunu düşünüyordum. 2 ay tutuklu kaldıktan sonra, sınırdışı edildim. nereye gideceğimi bilmiyordum. çölde yürümeye başladım. akşam oluyor, sıcaklık değişimini saniyler içinde hissedbiliyordum. donarak öleceğimi düşünürken, bir otobüs gördüm. buradan sonra daha da ilginçelişiyor hikaye".

yaşlı kadın ve kendisi için iki tane çay söyledi. daha 10 dakikası vardı. kadın devam etti: "otobüsün içine girdim. terkedileli çok uzun zaman olmadığı belliydi. arka beşliye uzandım. tam uyumaya başlamıştım ki, bir ses duydum. belli belirsiz 'kaptan müsaityer' diyordu. sesi izlemeye koyuldum fakat ses otobüs içinde her yerden yankılanıyordu sanki. ses daha sonra bir hikaye anlatmaya başladı. sanki otobüs benle konuşuyordu. ikarus'lar ile magirus'ların yıllardır süren savaşından bahsetti. kendisi bir ikarus'muş ve 'kaptan müsaityer' dediği kişi de bunun kaptanıymış ve alçak bir magirus saldırısında yaralanmış. daha sonra da malülen emekli olmuş. daha sonra troleybüs'lerin şehre gelmesiyle, ateşkes ilan edilmiş. troleybüsler, çok daha güçlü oldukları için ne ikaruslar ne de magiruslar bunlarla savaşmaya yeltenmiyormuş. hem kaptan müsatiyer'in yokluğu hem de troleybüslerin iktidarı, bunları göç etmeye zorlamış. en sonunda da kendini tanıttı o böğürtülü sesiyle. o çığlık hala dün gibi aklımda:

beeeen ikarus'ların lideri ottübüs prime. 'kaptan müsaityer' için savaşmaya hazırım"

Hiç yorum yok: