23 Eylül 2009 Çarşamba

ottübüs prime: iyiler, kötüler ve ortalar

geçen bölümde, mahallenin muhtarları dizisinde erkan can "bu saçma dizide oynuyoruz ama yarın bir gün ünlü olursam, ikizim serkan can'dı o derim. s.k kadar bütçeli diziye maymun çıkarmışlar bir de. yevmiyem fındığa fıstığa gidiyor yeminle. sezon bitsin hele. ondan sonra bakalık. du bi' bakalık" tavrını sürdürmüştü. hakikaten de dediği gibi usta bir oyuncu olmuş, ama "erkan can mı? o kim yeaa?" soruları hep "mahallenin muhtarları dizisinde oynayan kıvırcık laz vardı ya" şeklinde cevaplandırıldığı için hak ettiği değeri hiç bir zaman alamamıştı. o hep "mahallenin muhtarları dizisindeki kıvırcık laz"dı artık. neyse, biz kendi dizimize devam edelim. geçen bölümde bir takım şeyler olmuştu. araya bayram tatili girdiği için savsakladık özeti. evet.
(erkan can: "bıyıkların takma olmasından anlamalıydım skko bir dizi olduğunu. peki ya şu hatundaki oduncu gömleği. sene hala 96 galiba.")

adem'i bulmak için gittiği sanayideki dükkan kısır bir döngüye girdikten sonra, arabanın altından çıkan ikinci ve son şahıs, ona adem diye birini tanımadığını, fakat dün akşam saatlerinde garip görünüşlü birinin, takım elbiseli bir takım kişiler tarafından eski model şahin marka kırmızı bir arabadan apar topar indirilip yola savrulduğunu, sanayi esnafının da tasasız insanlar oluşu nedeniyle bu olayla hiç ilginlenmediğini anlatmıştı.

olayın iyice ilginçleştiğini düşündü. kim doğru söylüyordu? hangisi gerçekten orhan usta'ydı? orhan usta diye biri var mıydı? yoksa birileri ona, şu hayatta elde edinilen bilgilerin gelip geçici olduğunu,; zamana, mekana ve bir çok farklı parametreye göre doğruluğunun derecelendirilebilir olduğunu mu anlatmaya çalışıyordu? "oha lan, olmaz öyle şeyler" dese de kendi kendine, bir çizgi filmde görmüştü. bir tarafta iyiler yani scooby doo'lar, diğer tarafta da gerçek kötüler varken bir de orta taraf ayı yogiler vardı. ve yine aynı çizgi filmde görmüştü, bazen gerçek kötülerin kazanması, yurt genelinde, dış temsilciliklerde ve yavru vatan kıbrıs'ta küçük çaplı sevinçler yaratabiliyordu. ama sevinmeyi bilmiyorduk. havaya ateş açan şehir magandaları da oluyordu.

kafası iyice karışmıştı. fakat gündelik işleri de onu bekliyordu. dükkandan teşekkür edip çıktı, veya öyle hatırlıyordu. uzaklaştığında, arkasında garip bir şeylerin döndüğünü hissetmiş ama arkasına dönüp bakmamıştı. bu çılgınlık derecesindeki anormallik onu korkutmuştu. en sonunda, büfenin oradaki otobüsünü çalıştırdı. ilk seferde çalışmıştı. gözle görülür bir performans artışı hissediliyordu. büfeciye bir korna çaldı, büfeci ellerini çıkarıp "eyvallah" manasında kaldırdı. büfecinin elleri, motor yağı olmuştu. üstelemedi, artık bu manyakçasına yerden kurtulmak istiyordu.

hemen ilk durağa gitti. yolcular 15 dk. gecikme yaşandığı için kızgındı. ilk binen 25 yaşlarında gözlüklü bir gençti. gerçek bir beyefendiydi. bu benden başkası değildi. kendimi de, bu yazı dizisinin bir yerlerine sıkıştırmak istedim. "bir öğrenci" dedi genç adam. "paso" diye karşılık verdi. genç adam, bu hamleye karşılık "evde unuttum" hamlesini yapmıştı. "pasosuz olmaz. ben nerden bilem senin öğrenci olduğunu" ile şah çekti. genç adam ise, "öğrenci kartım" var diyerek son hamlesini oynadı. "skerim, benim de var öğrenci kartım" diyerek mat etti genç adamı. genç adam, söylene söylene gitti, şahı kendi devirme karizmasıyla.

yolcular arasında yaşlı bir kadın dikkatini çekiyordu. dikiz aynasından ne zaman baksa, kadınla göz göze geliyorlardı. son durağa kadar inmedi yaşlı kadın. başörtülü, gri mantolu, gözlüklü hali ile her kim nerede olursa olsun "bağ-kur'dan emekli bu kadın" diyebileceği bir tipteydi. fransa'da bile olsa, "lé baeurr cour"dan emekli olurdu. o derece.

bütün yolcular indikten sonra, yaşlı kadın topallaya topallaya yanına kadar geldi. "bir hikayem var, ama ilk önce benim 20'liğin üstünü ateşle bakalım evlat" dedi. paranın üstünü verdi. yaşlı kadın bir sigara yaktı ve iki-üç nefes çektikten sonra "adem... benim oğlumdu" dedi.

Hiç yorum yok: