25 Ocak 2010 Pazartesi

domuz gribi, sen de yalanmışsın!

nasıl korktuydum var ya! aklım çıkıyordu her öksürüşümde, her burun çekişimde. koskoca dünya sağlık örgütü şeyapmış (ne yapmış), korkmamak elde mi?

aldatılmışlık hissi yayılıyor tüm benliğime (yazının bundan sonrasına romantik genç şair-yazar adayı gibi devam ederim, memlekette ne kadar ergen kız varsa aşık ederim kendime). lan neydi o öyle be? öksürene tıksırana hapşurana düşman oluyordum; anam babam bile olsa. hastalık kaparım korkusuyla sıhhıye semtine bile gitmiyordum. zibil gibi hastane var, birinden bulaşmasa ötekinden bulaşır. aldanmışım...

meyveye yeşilliğe verdiğim parayla eryaman'dan ev alırdım vallahi. gülme hacı, paranın para olduğu zamanlardı, alınırdı yani... vitaminden fire vermemek için portakalı kabuğuyla yemeyi bile düşünüyordum. aşı bile oluyordum az kalsın. ellerim yıkanmaktan buruş buruştu ve gözlerin, gözlerin bir sabah denizi mavisi (ahaha, olum ben romantik yazar olcam ileride. çok büyük paralar kazanacam bu işten)

kapitalizmin alameti farikası, "sorunlar yaratıp sonra bu sorunlara çözümler üretip paraya çevirmektir" derlerdi de kulak asmazdım. aslında kulak asmazdım demeyelim de, siyaset derslerine pek katılamıyordum o zamanlar. uyku çok daha tatlıydı. neyse, bu domuz gribi işinde ne para döndü hakkaten be?

şimdi ben bunları yazdım ama, iki gün sonra domuz gribinden kuyruğu titretirsem işte, o zaman çok fena olur. fazla mı coştum acaba? hastalık bu aga, alaya dalgaya gelmez. ellerimi yıkayıp bi mandalina yuvarlıyam da, ne olur ne olmaz. biraz da brokoli olacaktı dolapta...

Hiç yorum yok: