6 Ekim 2011 Perşembe

rakı niyetine isveç şurubu içen insan evladı

0 eyyorlama
alkol ihtiyacını rakı yerine isveç şurubu ile gidermeye çalışan kişi, zinde kişi,aktar kişi,cinyıs kişi,dahi kişi,dahi anlamındaki da yı ayrı yazan kişi,kişim geldi geliyom.
lan hem kafam yükselicek, hem zımba gibi, fişşek gibi olucam diyen adam.
anam isveç şurubu getirmiş hacı melmeketten,gerçi melmeket isveç değil ama orcinali burda var dedi inandım,allah vere de hacı misi çıkmaya, bi baktım yüzde 40 kusur alkol, özrü kabahatından beter bi ilaç mnskym.tam bana göre hacı,gözlerim farladı yeminle,aha sora habp aradı.ihihihi.

- alo.
+ alo abi nerdesin ya, dün halısahaya gelmedin, arıyorum açmıyosun emenike.
- ya sorma karşim yaa, bizim biraderle kavga ettim, o sinirle aldım 1 büyük isveç şurubu, yengenle dertleşme, muhabbet derken sızmışım.
+ abi ne içiyon sen yaa dicem ama sölemiş bulundun. aga isveç şurubu öle rakı gibi içilir mi yaa?
- öle deme lan mucize ilaç olum bu. ba ba bendeki zekaya ba, dedim hem kafam yükselicek, hem de karaciğerden makata tüm organları sıfırlıcam. çaktın?
+ abi bişi demiyorum ben sana.
- hacı beraber yapalım bak bigün, valla yengen kaçtır nerde bu hayırsız diyo. şurubun yanına yengen bi kaşık salata yapmış, bi de aspirin yoğurtlamış, öfff diyorum. ertesi gün ne baş ağrısı ne bişey. üstüne bi de cila niyetine ufak öksürük şurubu yapıştırdım, bebek gibi uyudum şerefsizim.
+ abi yengeye de içirdim deme sakın.
- yok lan daha neler, yengene c vitamini erittim, içine şeker de attım gazı çıksın diye.
+ abi allah akıl fikir versin ya. nerdesin şimdi?
- yengenle hastanedeyiz, mideyi yıkatıyom iç dış. yengen de burda bak selam söle diyo.
+ abi ne diyon sen? iyi misiniz?
- iyi iyi ya yok bişey. sabah kontra niyetine bengayla mojito yaptıydım, bileğim düzeldi ama mideyi bozduk heralde.
+ abi görüşmeyelim.
- neden güzel kardeşim?
- güzel kardeşim?
- kardeşim?
- kar...
+ dıt dıt dıt dııııt.

29 Eylül 2011 Perşembe

hayata ve geceye dair denemeler

0 eyyorlama
dün gece evrimin doğal işleyişini düşünürken aklıma kanal 6 geldi. kahretsin ki beni kanal 6'ya getiren, ve hatta orda da bırakmayıp sonrasında özal ailesinin çenesindeki devasa çukurlara kadar götüren düşünceler silsilesinin nasıl olduğunu hatırlamıyorum. bazen bir şey düşünmeye başlarım, sonra ummadık bambaşka bir düşüncede bulurum kendimi, daha sonra sorar kendime "oha lan nasıl geldim buraya kada" dememle izlediğim fikirleri gerisin geriye (görev yerini boşaltmış sağ bek tadında veyahut hansel gratel geri dönüşü de denir psikolojide) tepmem bir olur. mesela, bir anda zihnimi amcamın harmandalı oynayan içkili vücudunda bulunca tırstım bir öğle yemeğinde. nasıl gelmiştim buraya...

10. amcam düğünümde çok kötü bir harmandalı performansı sergilemişti.
9. amcamın damızlık ineğinden ne güzel peynir yapmıştık hanım yengemle. lokum gibiydi şerefsizim.
8. inek sütü en iyisi yine de nerden bakarsan.
7. keçi sütü ne amına koyayım.
6. mahalle karfurumuz safi zengin söğüşlemeye oynuyor bariz. mesela kağıthane'deki ise gayet bakkal gibi. veresiye bile yazıyordur.
5. gima mı kaldı aga, ohooo. karfur oldu hepisi.
4. maçtan önce eski açığın önündeki gimada ne içerdik.
3. şu hayatta tek tanıdığım fransız, derbi için karaborsadan rakip tribün bileti kaktırılan galatasaray fanı fransız gazeteciydi. skecüklerdi belasını az kalsın.
2. gerçi özgürlük anıtının aslı fransa'daymış. fransızlar ne gerzek millet lan. gerçi şu hayatta fransız mı tanıdık da konuşuyoruz.
1. lan bi felaket filminde de özgürlük anıtı değil de, alibeyköy'deki mısır heykeli yıkılsın.

ama işte, dün gece, o kahrolası gece, gayet bilimsel verilerle evrimin doğal işleyişini düşünüyordum. madem hayvanlar evrimsel olarak olarak kendi yaşamlarını idame ettirmeye programlıydı, hamsiler neden git gide lezzetini kaybetmiyordu. gerçi olabilir de hani. yani bir milyon yıl sonra belki de bilim insanları bu konu üzerinde tartışmalara girer.

-eskiden homo sapiens türü, milangaz'ın icadından hemen sonra, hamsi denen bir deniz canlısını ayçiçek bitkisinden özüttükleri yağda ve buğday bitkisinin cücüğünü ezerek çıkardıkları beyaz maddede yoğurarak kızartıyorlarmış. daha sonra hamsi hayvanı kendini koruma içgüdüsüyle insan oğlunun yemekten hazzetmediği bamya-kabak-kereviz arası bir tat almış. bunu metrocity harabelerinde bulduğumuz teflon tava kalıntısından anlayabiliyoruz.

milyon yıl sonra bir profesör bilimsel bir tartışmada "cücük" de demesin aga.


aslında konu kanal 6 da değildi ama, hbb'ydi bir ara, onu hatırlıyorum. hbb'nin yaz öğlelerin sıkıcılığında verdiği brezilya ligi maçları beni bir dönem futboldan soğutmuştu. kalelerin fileleri bile acaipti sanki. ama sonra özal ailesine kadar gelmiştik işte. hatta semra özal'ın çenesinde çukur çıkarttıracak kadar nasıl bir baskın gendi bu? ve hatta nazmiye demirel. first lady'lere bak. olaya bak.

neyse ne. kanal 6 da bir garipti yalnız. bir aralar her türk ailesinin tv kumandasının 6. tuşunda kesin kanal 6 vardı. ilk 3 zaten kanal değişemez, değişmesi dahi teklif edilemez, teklif edilmesi dahi kabul edilemez, kabul edilmesi dahi akıldan geçirilemez, akıldan geçirilmesi dahip öpülemezdi. kanal 6 hakikaten çok garipti. bir anne yönetiyordu adeta onu. sürekli logo değişirdi. bir bakardın içinde göz olurdu, nazar boncuğu misali, bir bakardın altında çizgi olurdu tombala pulu gibi. 3 yıllık yayın hayatında 10 kere logo da değiştirilmez ki. 1 değiştirdin ses etmedim, 2 değiştirdin o da tamam ama 10 kere de değişmez ki.

hiç de hak etmediği halde sırf içinde 6 var diye televizyon kumandasında yer bulan sinsi kanala nasıl gelmiştim işte! gerçi mütevazılık da var hani. ben ilk özel kanallardan olsam kanal 4 koyardım adımı. "ilk 3 trt desen, 4 de benim işte, beni izleyin" olurdu sloganım. onlar ama böyle düşünmemiş herhalde. biz ilk özel kanallardanız ama kesin birileri bizden çok daha kaliteli yayın yapar, 4 ve 5'i onlara bırakalım insan gibi. o da akıl!

belki derdime çare bulurum diye yazıya dökeyim dedim ama yok cevabı yok. adeta harmandalılarla, özallarla, gimalarla işgal edilmiş düşünce dehlizimde kanal 6'ya sığınmıştım dün gece. bir limandı, sığınılacak belki de.

siz de en iyisi aklınıza kötü şeyler geldiğinde kanal 6'yı düşünün. sizi bir süre idare eder. mutluluk için garanti vermez ama sizi üzmez de kanal 6.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Otuza bir iki kala...

0 eyyorlama


. . . sen değişmedikçe hiçbir şey değişmiyor aslında, iyisi de kötüsü de. . .

Söylesene sen bana; yirmili yaşların kadınının yürüyüşüyle otuzun ki arasında bir fark var mıdır?

Kadınlar yirmili yaşlarında bedenlerini göstermek, bunu yaparken de kendini gören gözlerde kendilerini görmek isterler. Otuzlu yaşlardaki kadın; neredeyse bütün hallerini, kendini görenlerin bütün hallerini gördüğü için vazgeçmeye başlıyor mudur aynalarla dolaşmaktan?

Otuza yaklaştıkça çatlamaya başlıyorsa o aynalar tam orta yerinden; otuz olunca belki çatlayıp o yol yol ayrılan aynalar 'artık gereği yok' diyerek kaldırılıp, insan kendi gözleriyle kendine bakmaya başlıyor mudur? Artık insan kendini sadece bir gövde olarak kabul edince bir rahatlama çöküyor mudur üzerine, tuhaf bir kendine gelme süreci yaşıyor mudur gövde-ruh ikilisi? Otuz olunca bir kadın, kendini sorgulamaktan, eleştirmekten, kalbini sıkıştırmaktan vazgeçip 'ben de böyleyim arkadaş' diyebiliyor mudur?

Sahi ne zaman kurulur o cümle? Meydan okumayan, 'yerse' demeyen, 'kesinlikle böyleyim,değişmem' diye diretmeyen, kendi halinde bir ''bende böyleyim''; sesi, sakin sular gibi akan...

Mesele sanırım şu; galiba otuza bir, iki kala ve otuz olunca en nihayetinde; gelişmiyor, değişmiyor, iyileşmiyor da kendine alışıyor insan!

İnsanın kendine alışması otuz yılını alıyor demek ki!

İnsan, kendisiyle kavgası bittiğinde mi başlıyor yaşamaya?

O zaman mı başlıyor her şey?

Sesler durulunca mı?

12 Ağustos 2011 Cuma

Sigarasız Yaşayamam Abi'cilere Tavsiyeler

5 eyyorlama

Çoğul bir başlık attığımın farkındayım, ama bu yazı sadece 1 tavsiye barındırıyor. Gerisi sonra gelebilir.

Bir şeyi 40 kere ya da 400 kere yaparsan, bunu yaptığının farkına bile varamazsın. Olmaz. Otomatiğe bağlanır o bi' kere. Örneğin mesela; ben her sabah işe gelir gelmez bilgisayarımı açarım ve ilk olarak günlük burç yorumlarına bakarım. Fakat,bunu yaparken "dur bakayım" demem yani, bir bakmışım sayfa açılmış karşımda.
Doğru bir örnek verdim mi acaba endişesini yaşıyor olduğum şu dakikalarda konumuza dönmek isterim:

Konumuz aslında sigara izmaritinin pis yapısı ve bunun farkındalığı.

Bir dönem sigara kullandım diyebilirim. Ancak dışarıda içtiğim sigaranın izmaritini yere atamadığım, o pis şeyle dakikalarca çöp aramak zorunda kaldığım için bıraktım.
Grinpis ya da tema ya da herhangi bir yere üye değilim. Kaldı ki izmariti sanatsal bir şekilde yere atmacaları daha çok bu üyelerde gördüm. Ve aklı başında, eğitimli, kültürlü olduğuna inandığım insanlarda. Nasıl olur, diye sordum kendi kendime. Yedim bitirdim kendimi.

Çok sonraları, buldum cevabımı...

Ergenliğinde başlarsın sigaraya. O dönemlerde de çevreci bir styla pek rağbet görmez(kendimden biliyorum hiç popüler değildim). Sigarayı tutuşun bile bir styladır. Çekerken kafa yukarı kalkar üflerken gözler kısılır. Sigara külünü nasıl sallasam diye oturur düşünürsün. Sonra da o izmariti takla attıra attıra fırlatırsın.E sonra büyürsün. O zaman da bu yaptığının ayırdına bile varamayacak derecede otomatiğe bağlamışsındır.

Aşağıdaki abimizde otomatik devre dışı. Alkışlanası.




...ve işte ben bugün bunu fark etmeni istedim dost.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Sek lütfen, Sek!

11 eyyorlama


www.youtube.com/watch?v=aRwuDdqbAzk

Aç sesini aç!..

Çilingir; rakı sofrasında, çeşit çeşit mezelerin bulunmasından ötürü, farsça 'çeşnigar' kelimesinden türetilen bir sözcük. Bir rivayete göre, dertlerin döküldüğü, konuşulduğu sofraya, dertlerin çözüldüğüne olan inaçtan dolayı çilingir sofrası denmiş.

- Çilingir sofrasının olmazsa olmazı?

- Sohbet!

Rakı, kuru ve yaş üzümlerin kıyılıp su ile karıştırılarak mayalanmasından elde edilen sumanın anasonla ikinci kez distilasyonuyla yapılıyor. Terleme anlamına gelen 'arak' veya 300 yıl önce ilk kez ırak'ta yapılmış olmasından dolayı 'ıraki' olarak anılır, anason katılmasının ise istanbullu bir barba tarafından bulunduğu söylenir. (eski istanbul'da meyhaneciler yaşını başını almış, kalender ve azınlığa mensup kişiler olup 'barba' diye anılırmış.)

Rakıya buz koymamak, rakıyı ve suyu buzdolabında soğutarak kadehe doldurup içmek en doğrusudur. Eskiden rakı bardağının dibi sivri olurmuş, masanın yanındaki buz havuzuna batırılabilsin diye. Bir de; rakı kılıfı diye bir şey var. Beyaz dantelden, bardağı yarı beline kadar kavrayan bir kılıf. Beyefendiler, eski meyhanelerde bunları ceplerinde taşır, rakı ellerinin ısısıyla ısınmasın diye bardak doldurulmadan bu kılıfları takarlarmış, eski zaman şeylerinden biri..

Bardakta ısınmaması için de rakı kadehi küçük olmalıdır. Bu yüzden işte en güzeli çay bardağı ya da o hacimdeki küçük kadehlerle içmek rakıyı. Bir trakyalı olarak küçüklüğümde bu sahnelere çokça şahit olarak büyüdüm. Ben küçükken babam sağlam içermiş. Eve hep geç geldiğini hatırlarım misal. Bir de babamın meyhanede çekilmiş fotoğraflarında bıyıksız adamlara mavi tükenmez kalemle bıyık çizdiğimi hatırlıyorum çok net. Annem, ‘’Lüleburgazdan ayrıldık da kurtuldu baban o hayattan’’ der bazı bazı sinirlenince. Babam da ‘’Keriman abartma Allah aşkına’’ der. Annem de ‘’yalan mı Mustafa, yalan mı? diye devam ederekten başlar anlatmaya. Şimdi pek içmez babam. Hele kızıyla hiç içmez. Anca toginellla (ağabey) gelecek de Ankaralardan; rakı iççez bu akşam diyecek de, ben de ortalarda dolanıp ‘’ağbi bee, ben de iççem de mi, di mi be, iççem di mi’’ diyeceğimdeee anca o öyle. Sert bir babam var benim. İçtiğinde yüzündeki ifadeyi severim ama.. Yumuşak bir adam oluvermesini.

Bana göre, rakı yemek içkisi değil, aperatif içkisidir. Bugün özellikle barlarda veya kokteylerde küridite dediğimiz salatalık, havuç, cips ve kuruyemiş gibi malzemelerle servis ediliyor. Eski rakıcılar çilingir sofrasında tuzlu sakız leblebiyi ararlarmış . Bildin mi? Bilemedin! Yavru kuşum; Bugünün beyaz ve sarı leblebisi değil, Rumların stragalyası. Kimi yerlerde tatlı kuruyemişlerle, örneğin kuru kayısı, üzüm ve incirle de servis ediliyor rakı.

Ama rakı mezesiz olur mu ki? Topla ağzının akan sularını da şimdi de mezelere gel bakayım, yaklaş:

Peynir canavarı biri olarak derim ki, yarım yağlı ezine koyun peyniri. ama, halis mulis sızma zeytinyağı, kekik, az miktarda pul biber ve ince kesilmiş kızarmış ekmek ile beraber servis edilen beyaz peynir.

Közlenip doğranmış sivribiber, sarımsak ve sızma zeytinyağı ile ezilmiş beyaz peynir karışımı da güzeldir. Beyaz peyniri değişik otlar ve sebzelerle karıştırarak meze çeşidini arttırabiliriz. Yine közlenmiş kırmızı biber veya maydanoz, nane, dereotuyla beyaz peynirin birlikteliğinden mükemmel mezeler yapabiliriz.

Bir de şu var, hımm onu da söyleyelim, beyaz peyniri sahanda sızma zeytinyağıyla kısık ateşte pişirip üzerine serpeceğiniz pul biberle sıcak servis yapabilirsiniz.

Hatta ve hatta taze kaşar loruna ayrı bir tavada kavurduğunuz minik minik doğranmış biberlerleri de karıştırdığınız zaman, o noktada ben deliriyorum işte. Ağzım sulandı yemin ederim.

Folyo içine koyduğumuz bir dilim beyaz peynirin üzerine domates, maydanoz, pul biber, kekik ve sızma zeytinyağı ilavesiyle ateşte veya teflon tavada pişirerek değişik bir meze de yapabiliriz yine. Rumlar bu beyaz peynirin sıcak servis ediliş şekillerine sahanaki diyorlar. Ama çilingir soframda beyaz peynirle birlikte zeytin, mevsiminde domates, salatalık, isteğe bağlı olarak kavun, karpuz ve yaş üzüm de olsun olur mu?

Benim tercihim, 25 cm lik bir servis tabağında, ortada bir dilim yarım yağlı ezine beyaz peyniri, etrafında domates dilimleri, zeytin, maydanoz, tatlı sivribiber, hepsinin üzerine dökülen sızma zeytinyağı ve serpilen kekik. Teflon tavada ya da ızgarada hafif yakılarak pişirilmiş hellim peyniri de varsa tabağımda, ımmmmmmm.

Damak tadına güvendiğim bir arkadaşım, bir keresinde marul yaprağının üzerine soya sosu, sirke, bal ve az karabiber karışımı yaparak ikram etmişti hellim peynirini. Denedim, taze kaşar ve dil peyniri ile de güzel oluyor bu meze. Tamam bundan da olsun tabağımda işte.

Rakı kadehimin koordinatlarını veriyorum, 1/3 oranındaki soğuk kulüp rakısı'nın üzerine dökülen 2/3 oranındaki soğuk su ya da sek! mümkünse sek! sek lütfen, sek!


* * *

Kimi adamlar vardır, çocukluk hiç geçmez o adamlardan. Uzun uzun baktıkça efkarlı bir türküye dönüşürler kimi zaman, daldırır insanı, derin daldırırlar. Onlar yürürken rüzgar mı çıkar yoksa yürüyüşleri mi rüzgarlı kestiremezsin. Geniş, yüksek, göz alabildiğine uzanan, her an kendine baktıran göğüsleri vardır bu adamların, konuşurken, gülerken, inip kalkar. Tuhaf bir alçakgönüllülük olur bu adamlarda, sanırım o yüzden biraz eğimli dururlar yer yüzü koordinatlarında. Boynu, öyle boş bıraktın mı yana doğru hafiften düşen cinsten. Bu adamların kollarının ucunda elleri vardır ki her şeyden çok onlara bakmak ister insan, bilirsin; uçlara doğru çocuk, bileklere doğru adam! Sen şaşırınca gözlerini kocaman açan adamlar vardır; sırf sen gözlerini kocaman açtığından! Çocukluk hiç geçmez o adamlardan!

Uzun, neşeli, zeki.. uzun uzun düşünen, zekasından neşe akan, neşesi uzadıkça uzayan bir adam. Rakıyı içmesini bilen; çilingir sofrasının sohbet adamları..

Beyler; düşünmekle, duygularla, efkarla bu kadar birleştirilince rakı... Mesele alkol değil. Mesele, beynin karıncalanması ile oluşan sersemlik hali değil. Mesele efkar sarınca bünyeyi; rakı kadehi ile birlikteyken oluşturduğunuz o fotoğrafta! Ondan belki, severim güzel içmesini bilen adamları.

Kadın? delikanlı kadın olmak ve bunun rakı ile bütünleştirilmesi mi biraz da? o sonra. o uzun hikaye.

Ben, severim güzel içmesini bilen insanları diyim de sen anla!

* * *

UYGULAMA:

Lütfen aşağıdaki fonksiyondaki doğru eşleştirmeleri yapınız. Doğru yanıtı veren ilk aksi yancısı bir adet rakı kılıfı kazanacaktır.

Not: Tanım kümesinde boşta eleman kalmayacaktır dememe gerek yok sanırım! Kızdırmayın adamı, fonksiyon dedik!!!

Tanım kümesi: ( çikudia, çipuro (tsipouro), uzo, duziko , sake , pastis, rakı, anis , mastika )

Görüntü kümesi: (İstanbul , Fransa , Japonya , Balkanlar , İspanya , Girit , Makedonya , Atina )



27 Temmuz 2011 Çarşamba

Enteresan Akrabalar

3 eyyorlama
Nasıl giriş yapacağımı bulabilmek için bu 43üncü denemem arkadaş, unutmuşum yazı yazmayı.

Bu aralar çok acayip akrabaların hikayelerini duyuyorum sizlerle paylaşmak istedim.

Bi tane ananne duydum mesela 96 yaşında eceliyle ölmeyeceğini anlayınca hayatında hiç kullanmadığı sigaraya başlamış. Yüz yaşını devirmesine rağmen hala dimdik. Senden benden sağlam. Evleneceği yıllarda talipleri arasından bir tanesi sübhaneke duasını tam okuyamıyor diye elemiş misal. Kızlarından çok damatlarını seven, kızları geldiğinde siz niye geldiniz diye atar yapabilen bi hatun. Allah uzun ömür versin. Daha damadı olucaz :)

Bi arkadaşım annesini anlattı, fazla heyecanlı ve evhamlıymış. Başından geçen iki olayı, arkadaşımın ağzından anlatıyorum:

"Abi bizim valide inanılmaz evhamlı, tansiyon da olunca bişey olduğunda tak kapatıyor kontağı bayılıyor.

Bi gün yazlığa giderken kırmızı ışıkta durduk, yanımızda da bi mobilette iki tane genç. yeşil yanınca yavaştan hareketlendik. Gençler nolduysa dengelerini kaybettiler bizim arabaya çarpıp, düştüler. Daha hızımız saatte 10 km değil ya. Neyse hemen durduk, indim arabadan çocukların yanına geçtim. Çocuklarda hiç bişey yok, hala gülüyorlar kendilerine, dizlerinde ufak tefek çizikler var ama asfalttan dolayı. Neyse gençler üstünü başını temizlerken. Arkamda bi kalabalık oluştu. Bi ton adam toplanmış arkama bi baktım aralarında annem yerde yatıyor. Gençlerin dizlerideki çizikleri görünce bayılmış. Gençler dahil bi ton kişi ayıltmaya çalıştık yarım saat valideyi.

Başka bi gün deniz kenarında yürüyoruz serpil sultanla, gençten bi kız batıp çıkıyor denizde. Baktım koşan eden yok tshirti çıkardım daldım hemen suya. Yanına gittim kız sarılınca birlikte batıp çıkmaya başladık. neyse ben bi şekilde kurtuldum bundan, kıyıya doğru yaklaştırıyorken bi kaç eleman daha geldi yardıma aldık kumsala çıkardık kızı. sonra iki tane ambulans geldi biri valideyi aldı biri kızı. Serpil sultan batıp çıktığımı görünce bende boğuluyorum sanmış bayılmış yine."

Babamdan hiç bahsetmiyeceğim :)

27 Haziran 2011 Pazartesi

can sıkıntısının tarihi

2 eyyorlama
-bir insan açlığa, susuzluğa, futbolsuzluğa, aşksızlığa, sekssizliğe günlerce, hatta sonuncusuna yıllarca dayanabilir. ama eğlencesizliğe dayanamaz. illa ki ambiansa uygun bir delilik yapar. anonim.

bir takım kendini bilmez canı sıkılan adam ve kadınlar. bilhassa soldaki çömeşmiş sıkılana dikkat


tarihi yazanlar hep canı sıkılanlardır. milyonlarca yıl süren insanoğlunun tarihinde; geçirilen evrimler, değişen yaşam koşulları, yüzyıllar süren savaşlar, sanayi devrimleri, ihtilaller, teknolojik yenilikler, dinler, kurulan ve yıkılan devletler sonunda gelinen sonuç bağcılar, ümraniye, flash tv, çek yat ve dar paçalı kot ise ben bunu sınıf çelişkisine vs değil, can sıkıntısına bağlarım arkadaş. kimbilir ilk insanlar milyon yıl sonrasını nasıl düşlemiştir? torunlarının kendileri gibi can sıkıntısı ile yaşamayacaklarını düşleyip nasıl da seviniyordur garibanlar. şimdi ben onlara nasıl anlatırım esenler otogarını, nasıl dilim varır hala sandalet giydiğimizi söylemeye?



yalnızlık değildir can sıkan... yalnızlık kendi yalın haliyle herhangi bir sorun teşkil etmez. bu yüzden abartılmış, eeaammm siz nası diyoğğ, overrated bir terimdir bence. ama işte, cihangir'de kedi bokuna basmayagör, tek derdin yalnızlık olur.


kimbilir yalnızlık hakkında cilt cilt romanlar, cinaslısı tunçlusu mısra mısra şiirler, 90'lık kasetlere sığmayan şarkılar yazılmıştır. yalnızlık tek başına nasıl problem oluyor, ben bilmiyorum. onu tuna kiremitçi bir romanıyla veya sezen bir gece ansızın yeni bestesini muştuladığı telefon konuşmasında pek ala anlatabilir.


ama yalnızlığın bir sorun olmasının altında, can sıkıntısı yatar. üzüntü, gam, keder anlamında bir can sıkıntısı değil; duvardaki çıkıntılardan şekil oluşturmak, halıyı incelemek, üç dakikada bir buzdolabını açıp kapatmak gibi masum görünen eylemleri barındıran can sıkıntısından bahsediyorum.


işte bu anlamda bir can sıkıntısı insanoğlunun başına gelebilecek en büyük felakettir. canı sıkılan adamların yavan tarihine baktığınızda; ülkeleri nasıl işgal, güzelim imparatorlukları nasıl yerle yeksan ettiklerini, kavim kavim göçtüklerini, hiç hesapta olmadığı halde bir şekilde geliştirdikleri bilimsel buluşları, atakule'yi ve haliç köprüsünü, şebnem kısaparmak'ı, "saldır cimbom ok let's go" tezahuratını, bezelye çiftleştirdikerini göreceksiniz. bütün tarihsel olayların arka planında, illa ki canı sıkılan bir adam ve onun sıkıntısına sıkıntı katan yancıları vardır.


misal, padişahlar çadırda, çölün ortasında, canı sıkıldığı için orduyla sefere katılmamış, osmanlı önce duraklama dönemine, sonra "hassiktir beyler noluyoruz" dönemine, daha sonra "tamam artık! şimdi başlıyoruz" dönemine derken baya baya gerilemiştir. ha keza bu ara canı sıkılan yeniçerilerin ayaklanmasını vs'yı geçiyorum. bir yanda şaşalı görkemli rönesanslar, reformlar yaşanırken avrupa'da, lale devri nedir peki? lale nedir aga? canı sıkılan adam lale devrine girer.


ha keza cilasız taş devrinden cilalısına geçilmesini nasıl açıklayacaksın? bariz zamanın kadınları cilasız taşlardan sıkıldı ve cilalı taş devrine geçilmesi için hali hazırda avcı adamların, geyik peşinde g.tü aslana kaptırmanın korkusuyla yaşayan adamların kafasını skmedi mi? "ayy ben cilasız sevmiyoruuuum, sıkıldım cilasız cilasız, engongalogo'ların taşı parlıyordu" diye diye koca bir devir kapanmadı mı? baksan dişisi de, erkeği de yeni evrimleşti ama, can sıkıntısı işte...


dedim ya, can sıkıntısı insanoğlunun felaketidir diye. aynı zamanda en büyük cezası da odur. dinde bile asıl ceza cehennemde yanmak değil, orada sonsuz zaman kalmaktır. aman tanrım, bir yanınında hitler "nayn davut nayn.. höyt dunkof" diye bağırıyor, diğer tarafta 80'lere damga vuran şalvar kotun tasarımcısı "uvvak uvvak li kupır" diyor. sıfırıncı dereceden yanığı unutup, bunun derdine düşüyor insan. modern hukukta bile suçlu can sıkıntısı ile cezalandırılır. hapis cezası, bir yandan özgürlüğü kısıtlarken, diğer yandan canını sıkar. biz dışarıda canı daha az sıkılanlar için hapis cezasının caydırıcı yanı da sanki özgürlük değil de "napacam olm bir sürü adamın yanında, televizyon internet yok? iyisi mi çöpü kapının önüne koyan komşumu sol göt lobundan pıçaklamayayım" düşüncesidir. veya bunu daha sonra konuşuruz.


...


biliyorum, 1000 yıl sonra da can sıkıntısına çare bulamayacak bizim geri zekalı torunlarımız da. belki esenler otogarı'nda bir takım çevre düzenlemesine gidecekler, mecidiyeköy'de e-5'i yer altına alıp, yer altında alan kalmadığı için bu sefer de metro hattını yukarıdan geçirecekler; bağcılar'da hala "murat iletişim - parça kontör ve yüzüğe entegre telefonlar" açık olacak. ama can o içlerindeki can sıkıntısı daim kalacak...


sizlere eğlenceli bir dünya bırakamadığımız için ben kendi adıma üzgünüm çocuklar. bu internet sitesinin kalıntıları, yüzyıllar sonra www.alacahöyük.net adresinde bulursanız size tavsiyem şudur: sandaletteki rahatı da hiçbir yerde bulamazsınız. hem ayakkabı, hem de terlik gibi ama değil gibi de.


bu da bizden size bir "aksi hitabeleri" olsun.

19 Haziran 2011 Pazar

Platon

4 eyyorlama
( Üç noktaya kadar daktilo sesi eşliğinde oku evladım )Tarih 23 Ağustos 2010 delüğanlı kuzenleriyle denizin kumun değilde deniz kenarında biranın tadını çıkarmayı amaçlayarak şezlonga kaseyi koymuş düşleme eylemindedir olacaklardan habersiz... Fon müziğimiz ( Franz Amca ) herşey güzeldir hatta amele yanıkları bile ortamı tamamlamaktadır,bi taraftan piizlenirken diğer taraftan kuzenin badi badi yürüyen kızının hareketleri hayranlıkla izlenmektedir,battal boy kova kürek olsa kum mu bırakırım la ben burda diye söylenerekten koca bi yudum daha alınır,sıcaktada kafayı iyi yükseltmektedir bu zıkkım derken bizim ufaklığın yanına bi bıdık müteahhit yanaşır pembe kum aletleriyle,bir iki oynaştıktan sora arsa paylaşımı olsa gerek ayrılırlar ve başlarlar temel atmaya.İki dünya tatlısı ayrı ayrı analiz edilirken diğer ufaklığın yanında bi huri beliriverir ansızın ve çocuktur,inşaattır kalmaz beyinde resmen mavi ekranı yemiştir fındık bellek.Arkadaş bu öyle bi güzelliktir ki minimum 26 senede bir görülmektedir dersin,alnında nokta nokta ter peydaholur da o etiketini soyduğun zıkkıma dönersin,kalp ritmi parabolik hızlanmaktadır ve o an gelir ki iki çift göz aynı düzlemde buluşur ve ince bir buse buna eşlik eder, sana o anki hissi anlatayım mı teyze oğlu,o his mahalle maçında adam kıtlığında takıma aldığın ve pis burun şutuyla döşünü hedefleyen,nefesini kesen ve hay emenike dedirten andan farklı değildir.İşte rüya tam burda başlar emmoğlu,doldur sen şunu iki de buz at ben anlatmaya devam ediyom.İkametler arası mesafe takribi 62,14 mil,yaş farkı da 5-6 civarıdır,er kişi büyüktür,uzaktır ama dert etmemektedir durumu,ilk çeptırlar ısınma turlarıdır,tanıma aşaması,mahalleden fazla uzaklaşmadan gezerler,havanın denizin falan değil sadece birbirlerinin tadını çıkarırlar,bizim oğlan doyamamaktadır kıza,bıraksan saatlerce günlerce şo şekildeki gibi o boncuk gözlerini seyredecektir (melülll) . Delüğanlı bazen sadece al yanaktan almaya teper o yolu 1-2 dakikalığına,aynı oksijeni paylaşmak için,hemen geri döner,yoğundur o aralar donkişot.Tüm iş karmaşası biter askerliği aradan çıkarayım ya le der bizim devre,Ankara çıkar bizimkine,herkes sevinmektedir,kısa dönem arkadaş hariç,bilir zorlu geçeceğini,düşündüğü de olur hani.Manga kıdemlisi yaparlar coniyi,bilir bir aşkın onu beklediğini ve ruh sağlığı gayet yerindedir (Tankçıııı) . Askerlik biter cep telefonunu bıraktığı yerden alır 5 ay 5 gün sonra,telefonu açtığında o taptığı güzelliği görür karşısında ve yine nefesi kesilir sanal sanal (ohsss) . Bizim çavuş 1-2 saat sonra İzmire inmiştir,2 saat rötarlı söylemiştir zamanı eve,kordonda harcamak istemektedir o vakti,oturur denize dalar gözleri,o deniz onu yarine bağlamaktadır en efil efilinden.O pamuk ellere tekrar dokunmak için sabırsızlanmaktadır sörcınt romeo.Eski günlere dönerler,hatun kişinin okulundan bahsederler bir gün,diğer gün konuşmazlar sadece içkilerini yudumlarlar,başka bir gün de sinemaya giderler ama bizim delüğanlı mekanı özellikle araştırır gitmeden,kızın aklında yanlış şeylerin uyanmaması için en kalabalık seansa ve koltukların arasındaki kolların kalkmadığı salonu seçer,aga şurda benim caaralardan bi tane yakıp uzatsana,eyw pamps.Neyse devam edelim,bizim genç tüm saflığıyla sevmektedir kızı,dokunsa kırılacak gibi davranmakta,her şeyi yavaş yavaş tadını çıkara çıkara yaşamak istemektedir,artık kalan ömrü aşkının 2 dudağı arasından çıkacaklara bağlanmıştır,bağyan kişi forum bornova'da şu süs havuzunda boy ver dese kolluklarını şişirip atlayacaktır tereddüt etmeden,o derece pis sevmektedir genç.Gittiği heryerde aldığı her nefeste sevgilisi vardır artık, hergün bir öncekini tamamlamakta ve daha da güzel geçmektedir,eleman kıza küçük süprüzler yapmaktadır (tataaaa) , prenses ise akikiki kiriki diye gülmekte ve hoşuna gittiğini hayvanlar gibi belli etmektedir ve bu da elemanımızın yüzünde belli belirsiz bir tebessüme sebebiyet vermektedir (ihiiii) . Böylelikle aylar geçer delikanlı 23 Ağustos 2010u düşünür ve aylarca içini kemiren o kelimeyi belli belirsiz bir sesle fısıldar son yudumunu alıp,KEŞKE der.Keşke o gün iki kelam edip yüreğimdeki bu pişmanlığı iyi ya da kötü sonlandırsaydım da bunca hayalin "acaba boşuna mı" dedirtmesine seyirci kalmasaydım.İlk defa oluyo la bu bana,nedeni nedir diye kendimi yiyip bitirdim,yaşanmamışlık mı,yoksa benim salaklığım mı?Düşünürüm arada,tekrar çıksan karşıma diye,ama yine konuşamamki,ızdıraboldun bana ya,tanısan sen de severdin beni,benimki gibi sayko bi sevgi olmazdı muhtemelen ama bir gün karşılaşıcaz seninle,kararlıyım,işte o an ya bitecek ya tekrar başlayacak,bulacam seni deli gız...

13 Mayıs 2011 Cuma

Internet filtreme yasasinin sosyopolitik sonuclari

4 eyyorlama
Ulkemizde, cok kisa bir sure icerisinde yururluge girecek olan Internet filtreleme yasasi ile sadece belirlenmis kurumca izin verilen sitelere girilmesinin beraberinde getirecegi ekonomik ve sosyal etkilerin hicbiri, acikca sikimde bile degil. Hicbiri dedim ama bu yasaklar sonucu ortaya cikan sonuclardan sadece biri beni derinden etkiliyor ve simdiden uzuyor. Sanirim bir cogunuz neyden bahsettigimi anladi. Evet, sizlerinde tahmin ettigi gibi yasaklar sonucunda ulkemizin uluslararasi arenada kaybecegi puan ve milli itibarimizin.. Tamam LAN tamam, pornodan bahsediyorum..


öncelikle aksinin yaşça en muhteremlerinden biri olarak sizleri eskiye, kendi ergenliğime, o dönemde çektiğimiz zorluklara sürükleyeyim biraz. benim ergenliğimde internet yoktu. daha doğrusu vardı ama biz görmezdik. sadece duyardık. gazetelerdeki bilgisayar reklamlarına bakar, uçuk fiyatlarından korkar ve bilgisayarın sadece hayalini kurardık. eminimki daha anlatacaklarımı yarılamamışken bile, hepinizin aklına aynı soru geldi. ''peki bilgisayar ve internet yokken pornoyu nerde izliyordunuz?'' biliyorum sizlere inanmak çok zor gelecek ama sevgili dostlarım, bizler o dönemde porno izlemiyorduk. yok aslında yalan oldu buda. bir arkadaşımızın evinde vhs video oynatıcısı ve ondan dahada önemlisi hayli sapık bir ağabeyi vardı. bu muhteşem ikilin birleşimi ile ben ve çocukluk arkadaşlarım ergenlik dönemimizi iki veya daha fazla insanın, birbirine akla hayale gelmeyecek şeyler yapmasını televizyon ekranından izleyerek geçirdik. ve ne yazık ki, o dönemde elimizde başka alternatifler olmadığı için bu izlediklerimizi normal, doğal sandık.


ve birde porno dergiler vardı dostlarım. ''elime iki ekmek aldım. tekrar bakkalın içine girdim ve bakkalın kızına, ellerimin dolu olduğunu, bu nedenle ekmek ve yoğurdun ücretini kendisinin cebimden alıp alamaycağını sordum. hafif gülümsedi ve iki adım atarak yanıma geldi. onun gözü pantolonumda, benim gözümse onun dolgun göğüslerindeydi. parayı almak için elini yavaşça cebime soktu. ama para yerine, onun için hazırlamış olduğum güzel süprizle karşılaştı. cebimi delmiş ve deliğin içinden penisimi geçirmiştim. şimdi herşey onun elindeydi..'' bu ve bunun gibi hikayeleri, resimlerle desteklenmiş bir biçimde okuyarak geçirdik o dönemleri. zor zamanlardı. dergiler elden ele dolaşıyor, bazen sayfaları yapışıyor, bazense kapakları aşınıyordu. ama bu dergiler, bir halka verebileceği hizmeti sonuna kadar veriyor, maksimum marjinal fayda ile eğrileri alt üst ediyordu.


ve şimdide günümüz.. şimdi, internete sahip her kişi, her istediği anda, türlü türlü kategorilerle sınıflandırılmış filmlere sahip binlerce siteye ulaşabilme fırsatına sahip. bu sayede izlediğinin kimin filmi olduğunu, içeriğinde neler olduğunu, ve hatta bazı başlıklarda sonunu dahi, izlemeden bilebiliyor ve bunu bilerek filmi izliyor. bu özgürlük ve geniş seçenekler, içinde bulunduğumuz uzay çağının en temel göstergeleri. fakat şu anda, mevcut siyasi yapının yapmak istediği bu özgürlükleri elimizden almak ve bizleri fantezi ve hayal kuran, kral tv deki bir mini etekli şarkıcı videosuna bakıp kendini okşayan bir nesile çevirmek. bu, en temel insan haklarının ihlali ve bu tek başımızayken yaşanan en güzel anların katili bir yasak. ama ne yazıktır ki yasağı engelemek için elimizden gelen hiçbirşey yok. elimizde bize kalan son seçenek, yasak gelene kadar indirebildiğimiz kadar porno indirmek ve yasak sonrasında bu videoları arkadaşlar ile değiş tokuş yapmak. sadece bu...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

aşk olsun TİB

4 eyyorlama
yine bir yasak günü, yine hüsran. her liste açıklandığında, belki bir umut hani, orada şöyle dev oluşum, şanlı camia aksisozluk.net'in erişime yasaklandığını görürüm diye heyecanlanıyorum. yine yok, yine yok. böyle giderse, türkiye'de elene elene finale 2 site kalacak: biri http://www.tkgm.gov.tr diğeri de biz. aynı bbg'nin son üçüne, aslında çok da dikkat çekmeyen bbg zeki'nin kalması gibi. sinsice, gurnazca, fiti fiti.


devlet bizi zararsız, temiz yüzlü, efendi mi efendi, ütülenmiş kıyafetleriyle munis insanlar olarak görmeye devam ediyor. kedi canımızı bizim... belayız aga biz. toplanıp tehlikeli şiirler okuyoruz, bol bol küfür ediyoruz. şu sol taraftan bir yazar seç, 3 dk içinde sana "kime bağıyün birader" demezse, ben de denzel washington değiilim.


son bir umut yasaklanırız diye; nyb, deatly, rapper zombie ve benim bir çalışmamızı buraya koymakta beis görmüyorum. söz müzik rapper zombie; güfte nyb; aranjman mustafa ceceli. bu videodan sonra bizi yasaklamıyorsanız, deatly'den destek isteyeceğiz. çirkinlikse çirkinlik. haa sonra çıkarıp koyunca da çıkardı koydu oluyoruz.


13 Nisan 2011 Çarşamba

blogger yasağından sinsice kurtulduk

3 eyyorlama
aksi, kendini her zaman internet ordusunun kısa dönem erbaşı olarak konumlandırmıştır. mottosu her daim "ne çok öne çıkacan bilaaader, ne de çok geride kalacaksın"dır. adeta, kapanmak için şafak sayar. sanki, yöneticileri bu siteyi "aradan çıksın da önümüzü görelim" dediği için açmıştır.


geçen ay blogger yasağında da bu politikayı aksi olarak ziyadesiyle uyguladık. bütün sitelerle birlikte kapandık, yine bütün sitelerle birlikte açıldık. toplu hücum, toplu defans yaptık. ne devletimize hökümetimize karşı geldik; ne de blog kapatıldı diye zil takıp oynadık. açıkçası ben sadece domain için 3 yıldır cebimden verdiğim 10 emerığkın dolır'a üzülmüştüm, ona da "başımın gözümün sadakası olsun" dedim yaa, ne düşüneceğim aga.


aksi'nin bütün öznelerini de teker teker kutluyorum. hiç kimse çıkıp da hikmet karaman vari sinirle "anam bloga ulaşılmıyor, burada emek vaar, teeeer bu teeeeer" demedi. işaret parnağınızla alındaki terleri sıyırıp yüzüme çarpmadığınız için size minnettarım.

6 Mart 2011 Pazar

adını feriha koydum

1 eyyorlama
"Şu güzel pazar sabahını dışarıda değerlendirsene yavrum, ne işin var ferihayla diziyle miziyle"


Ben de istemez miydim gürbüz Kadıköy kedilerini tekmeleye tekmeleye moda çay bahçesine gidip 'vay anayın babayın, şurası büyükada hemi? Şurası da tarihi yarımada. Yarımada tüm bir adadan daha büyük, Allah'ın bir hikmeti işte. Vay vay vay manzaraya bak' diye coşarak kahvaltımı yapayım. Aslında bu çay bahçesini yıkıp şuraya iki blok apartman dikecen var ya hesaplarıyla memleketimin gereklerini yerine getireyim... Ama olmuyor işte. Bir yanım Keçiören bir yanım Ostim-İvedik, öte yanım Pursaklar. Şu pazar sabahında işte Pursaklar'ı p harfini tükürür gibi telaffuz ederek kendine eğlence çıkarmaya çalışan bir garip insanım.


Hâşâ başkentimizi hor görüyor değilim. Hava güzel olsa yine bi açıkhava uğraşısı bulunur. Kuğulu'da bank kapmaca oynanır, Eymir Gölü'ne 'biz Odtülüyüz abi, valla billa' diye giriş yolları aranır filan. Bozkırın imkanlarıyla bişeyler yapmaya çalışılır. Ama haftaiçi her gün insanı terletircesine mesai yapan güneş, pazar sabahı 'ıımmfhh bugün canım hiç çalışmak istemiyor, şu bulutun ardına kıvrılıp yatayım da oh mis gibi' triplerine girmiş. Bize yine AVM yolları göründü. Bilgisayar koltuğundan (bilgisayar koltuğu da acayip tanımlamaymış) zor kurtardığımız götlerimiz bi alışveriş merkezinin fudkortunda kendini kuru sandalyelerin üzerine bırakacak.


Pazar sabahı türk sineması zevki kontenjanımı da ruhsuz oyunculuğuyla Ediz Hun doldurdu. Olaydı şöyle Kadir İnanır'lı vurdulu kırdılı bi film, yahut Neşeli Günler, Tosun Paşa filan...


Adını feriha koydum diye dizi mi olur len? Zaten kız da Feriha değil, Nihal. Nihal'i harcayacaklar matmazel! Yılların karizmatik oyuncusu Vahide Gördüm'ün dudağının kenarına da saçma bi şive kondurmuşlar. Nerden baksan tutarsızlık. Dizideki zengin kızlarda zaten hiç zengin kız tipi yok. Çıksam Yedinci caddeye bir kamyon dolusu zengin kız tiplisi bulurum. Yani dizinin cast ekibini de kafadan sildim, adını fena koydum.


Hazırlanıp çıkayım da kâh teneke üst geçitlerden sekerek kâh fayanslı alt geçitlerden süzülerek başkentin sıcak bir alışveriş merkezine gideyim de sefil hayatımın pazar gününü mağaza gezerek harcayayım. Tam o sırada da İstanbul'un kuzey dilimine bakan semtlerinden birinde bir benjcev 'ııımffhhss haftasonu da bitiyo ya lan' diye döne döne televizyon karşısında yatsın.

28 Şubat 2011 Pazartesi

aksi beta versiyon 404

4 eyyorlama
her boş bakkal gibi, tarttım: 50 gr. bu gramaj sizi aldatmasın; sadece darasıydı, netiydi, brütüydü derken bu rakkam 100'lere bile vuruyor. evet, artık sizce de biraz daha minimal, biraz daha çağın gerekliliklerine uygun bir tasarımımızın olması gerekmiyor muydu? bence gerekmiyordu, ama işte yaldır yaldır html koduna girişirsen, sonun bu olur. yine bir tasarımı daha bozdum ve ortaya yepis yeni bir tasarım çıktı. artık şundan da eminim ki, bütün büyük buluşlar ve keşifler, sarsak, sakar ve bir o kadar da gudubet mucitlerin, mevcut ayarı bozmasıyla olmuyor mu? çok da emin değilmişim, cümlenin başında emindim ama cümle uzadıkça tereddütlerim oldu.


misal, bir kristof kolomb veya amaarika vespuçi, artık hangisiye, varolan hindistan'ı bozup "lan bu kıta olmadı galiba" diyerek yeni bir kıta icat etmediler mi? veya sir isaac newton, nimetle şaka olmaz kafasında düz bir adam olsa, o elmayı üç kere öpüp alnına koymaz mıydı? ha keza, arşimetus cünup olmasa hamamda ne işi olurdu?


bugün, şöyle bir durum da oldu: nikim yok benim a.k.a nyb; bana "aga aksiye ulaşılmıyor. büyük ihtimalle kovuşturmalar, soruşturmalar başlayacak hakkımızda. hakkını helal et, buraya kadarmış" diye adeta çarlık rusyasından bolşevikçe dalınca muhabbete, sen beni bir panik al! aklımda, işkencede liderimiz f16_incirlik'in kim olduğunu söylemediğim -ki hala ben de bilmiyorum- sahneler geliyor, adeta pankart pankart, bayrak bayrak direniyorum iktidara ve onun ideolojik aygıtlarına, misal jop gibi. ve sonunda olan oluyor... sonra blogun ziyaretçilerinin katılımıyla, adeta gövde gösterisine dönen merasimimde arkadaşların, yoldaşların arkamdan "anısı mücadelemize renk kattı" dediğini duyar gibi oluyorum.


işte bütün bunlar, 2-3 saniyelik süreçte geçti aklımdan. ve hemen blogu kapatayım derken html koduna dalmışım. tagler falan hep açık kalmış. aksi'miz adeta saadet partili bir arkadaşın açtığı şu bloga benzedi; bar bar bağırıyor "recai kutan" diye.


neyse, bahar temizliğini de yapmış olduk böylece.

20 Şubat 2011 Pazar

de hele kurban, dayanır mı buna can?

5 eyyorlama
Bu akşam hiç yoktan en az 25 tel saçım beyazlamıştır; alnımda ve göz çevrelerimde en az ikişer çizgi daha belirmiştir. Cebren ve hileyle aziz beynimin bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi bilfiil işgal edilmiş de olabilir. Bu akşamı yaşayacağıma anamdan libyalı doğaymışım da bir ömür Kaddafi'nin kıvırcık saçlarının altında inim inim inleyeyemişim...

İnönü'de fenerbahçe'den 4 gol yenilen bi maça şahit olacağıma bir işte daha iflas edeymişim daha az çökerdim. Vergi affıynan, taksidinen çeknen senedinen bi şekilde düzlüğe çıkardım.. De hele kurban, 6 tane yediğinizde nasıl ayakta kalabildin? Nasıl büsbütün eriyip gitmedin? Can nasıl dayandı aga? Kafa nasıl uçup gitmedi uzak diyarlara?

Halbuki kaç aydır izlemiyordum maçları. Beşiktaş'ı yavaş yavaş bırakıyordum. Akciğerlerim beyazlamaya, kalbim daha randımanlı çalışmaya, başım daha zehircesine işlemeye başladıydı. Bu akşam o maçı izlememe vesile olan sözüm ona dostlarımın 90'ı bir ömür frikikten kurtulmasın inşallah!


6 Şubat 2011 Pazar

korku

3 eyyorlama

haberin metni açılıncaya kadar, anamdan emdiğim süd burnumdan geldi. kalmamın garanti olduğu sınav sonucunun açıklanması gibiydi. neyse ki biz değilmişiz. hemen kapattım haberi, kimbilir hangi garibanın blogu. ama bizim evlere yazı gelmeyecek ya, ohh deymen keyfime. zaten en alttaki notta da belirtildiği gibi habp ve erdem arkadaşlarımız bütün sorumluluğu üstlerine aldılar, olası bir davaya karşı. öyle de harbi adamlar. mahkemede "arkadaşlarım adına ben özür diliyorum hakim bey"den başka bir savunma da bilmezler ya, neyse.

ama aksi'ye dokunmak kor gibi yürek; kafam kadar bilek, makakula kadar baldır ister. milyonları dökeriz sokaklara da geri dönün desek kimse bizi dinlemez o saatten sonra. hee, ona göre.