9 Temmuz 2009 Perşembe

Saatin çektirdikleri

Saatin çektirdikleri

Saçma bir başıkla daha huzurlarınızdayım siz sevgili okuyucalırımızın[Zeki Müren Mode ON].

Hazırlanmaya yeni yeni başlıyoruz, günde 100 saat ingilizce görülmeye başlanmış, ders denen şeyden yıllarca hazetmeyeceğimin ilk sinyallerini veriyorum...

Anadolu lisesine kazanma hediyesi olarak babamın damatlık saatini taşıma, kullanma ve koruma göreviyle görevlendirilmişim. Ne istiyorsun sorusuna pisiklet-bilgisayar yerine neden babamın saatini cevabını verdiğimi hala bilmiyorum. Ama saatin akrep ile yelkovanı dahil dijital olması sanırım bu cevaba büyük bir katkısı vardır. Çocukluk...

Bütün ders illet hatunun sesi kulağımda çınlanırken, ben yeni saatimin yepyeni özelliklerini keşfetmeye dalmış fekat ingilizce terimler yüzünden bazı sıkıntılar çekiyordum. Zilin çalmasıyla ayağa fırlamam bir oldu, dışarı hızlı adımlarla çıkarken hükümet gibi hatun dedikleri hocayla yanyana gelmişiz, fırsat bu fırsat diyip, saatten gördüğüm ingilizce kelimeleri soruyorum ve "bütün ders saatle ilgilendin" lafından sonra kulaklarımı hissetmemeye başlıyorum, yavaş yavaş kendime geldiğimde kulaklarım uzamış ve kızarmış bir şekilde gözlerimden yaşlar gelmeye başlamış bile. Daha sonra validenin geldiği ilk ve son veli toplantısında bu nalet hatun "bu çocuk okumaz bunu sanayiye verin" dediğini yıllar sonra öğrenecektim...

Bu nalet hatuna kapak olacak şekilde güzel bir üniversitenin iyi bir bölümünün hayvani anfisinde sayıları 100-159 arası öğrenci arasında deftersiz kitapsız sıkılmanın verdiği tüm daralmayla araya ne kadar var sorusuna cevaben saatime bakıyorum ve kafamı kaldırmamla prof. la göz göze geliyoruz. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken gözlerini benden ayırmıyor ve başımda dikiliyor. "Beyefendi saatinize baktığınıza göre sıkılmış olmalısınız, sizi burda zorla tutmak istemem isterseniz dışarı çıkın ve böylelikle beni de rahatsız etmemiş olursunuz. [Sınıfa dönerek] Hayatımda en nefret ettiğim şey dersimde saate bakılmasıdır, biraz saygı gösterirseniz sevinirim" lafıyla ömrümün en kırmızı halini yaşıyorum ve yıllarca pancardan bozma domates rengim hatırlanıp gülünmektedir dost sofralarında.

Zaman ne çabuk geçiyor yıllara bakınca mamafih saat 18 olsa da paydos etsem diye bakıyor insan her pazartesi cuma arası. Yine böyle geçmeyen zamana sabahtan baş ağrısı eklenmiş ve artık delirmenin kıyısındayken saate bakıp çıkışa hazırlandığım 18:01 sularında, patronun yanımda olmasına aldırmadan, baş ağrımı kastederek "Geçmedi bugün" lafıma, aramızın çok iyi olduğu patronumun zamanı anlayıp, biraz da takılmak amaçlı "Yarın gelme istersen!" lafıyla anlamış bulunuyorum ki bu saat konusu bana ara ara zulüm çektirecek mevzuu oluyor.

Adım Mesut göbek adım Bahtiyar
Yıllarca böyle umdunuz
Mesut Bahtiyar'dan
Saçma bir yazı okudunuz

2 yorum:

ceketli ali dayi dedi ki...

Elimde olmadan ömrünün kalan kısmını düşündüm habp.

Yıllar sonra, hikayenin devam eden bölümünde yenge seni kıskanıp "Saatin yıkasın çamaşırını, bulaşığını" diyebilir. Demez diyemiyorum. Kadınlar aniden nineye dönüşebilir. Şahsımın "Bilgisayarla mı doğdun" demişliği vardır.

En münasibi basit bir törenle kısa zamanda saati oğlana devretmen. Hep sen mi uğraşıcan kardeş. Bunun daha emekliliği var. Bak babana mesela, saati sana vermiş kafası rahat, resim yapıyor adam.

Habp dedi ki...

Valla bu ara pek ileriyi düşünmek istemiyorum, 26 yı 27 ye bağlayan gün gelsin, siz izmire gelin o dönem hiç bitmesin. Saatle de işimiz olmasın sohbet muhabbete bi doyalım, hoş tam doyuma ulaşmadan ayrılıklar özlemler başlıyor ama biz yine şansımızı deniyelim...


Gelin artık yaa...