14 Ağustos 2009 Cuma

Ha Tuncay Şanlı ha Tuğba Özay

Aslına bakarsanız birini başka birine benzetmekten men edilmiştim. Bir arkadaşın kafasını arkadan Behlül'e benzettim diye çekmediğim çile, duymadığım laf, hedef olmadığım hakaret kalmamıştı dost meclisinde. Hatam vardı. Kafası arkadan Behlül'e benzeyen arkadaş, 2-3 gün sonra yedek subay tıraşından mütevellit bir kivi kafa edinecekti kendisine, sırma saçlarıyla yaşadığı son günlerdi, boşunaydı Behlül diye ısrar edişim. Bunu o anda da düşünebilsem hemen yan çizerdim, "Adam askere gitcek, azcık moral olsun diye söyledim" gibi okkalı bir bahane de bulurdum, karaktersizlik de yapardım.

Bu gibi şeylerden kendimi alamıyorum, aşırıya kaçan benzetmelerim var. Behlül bir yana, ki zaten arkadaşa moral olsun diye öyle demiştim, Tuncay Şanlı'yı her görüşümde Tuğba Özay'ı düşünmek zorunda kalmak mafediyor beni. Adam gole gidiyor, benim aklımda Tuğba var. "Ulan kadının düğününe İbrahimoviç gitmiş, ya anasını ya" diyorum.
Tuncay golü atıyor, "Viera ile beraber gitmişler..." düşüncesi geçiyor aklımdan.
Tuncay gol sevincini yaşarken, içimden "Bizim düğün olsa Yaser Yıldız bile gelmez" demekteyim.
Maç bitiyor, adam soyunma odasına gidiyor, ben en son "Bursasporda sınıf arkadaşım oynuyor" diyerek düşünce sürecimi tamamlıyorum. Pis bir düşünce süreci bu. Kafamın içindeyken iyidi, dillerince tiskindim.

Biri furbolcu, biri manken olan bu iki insana bazı bazı da Semih Erden'i benzettiğim de oluyor. Artık bu kadarı fazla. Hep Behlül'ün suçu bunlar. Hayırlı teskereler asker ağbi.

Hiç yorum yok: